Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

331 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
ÜSTÜNKÖRÜ OKUMA
'Korku insanın gözünü kör eder.'' Kırmızı ışıkta başlar hikayemiz. Bir adam ışıkta beklerken yeşil yanmasına rağmen bir türlü ilerlemez ve trafiği birbirine katar. Arkadakiler arabasının bozulduğunu zannedip kenara çekmek isterler ancak daha büyük bir problem vardır; adamın gözleri bozulmuştur. Hatta kendi tabiriyle bir süt denizine düşmüş gibi közleri tamamen kör olmuştur. Kalabalığın içinden bir adam kör olana yardımcı olup, körün arabasıyla adamı alıp evine götürür. Adamı evine bırakır ve ayrılır. Kör adam ise karısının gelmesini bekler. Karısı eve dönünce adam, kör olduğunu söyler ancak kadın inanamaz. Durup dururken böyle bir şeyin olmasına ihtimal veremez çünkü. Kocasını alıp doktora götürecektir ancak arabaları yoktur çünkü köre yardımcı olan adam arabayı çoktan çalıp uzaklaşmıştır bile. Taksiyle doktora varırlar ve sırada bekleyen kişilerin önüne geçip işlerinin acil olduğunu söylerler. Diğer hastaların itirazlarına rağmen, doktor durumu öğrenince onları içeriye alır. Doktor, meslek hayatı boyunca böyle bir şeyle karşılaşmadığını söyler. Daha sonradan bu konuyla ilgili araştırma yapacağını söyleyip kör adamı ve yanında gelen karısını evlerine gönderir. Doktor akşam eve gittiğinde kitapların arasında kaybolur ancak bu olan bitene bir anlam veremez. Dinlenmek için başını masaya dayayıp gözünü kaldırır ki bir de ne görsün. Hiçbir şey göremez tabi, çünkü doktor da kör olmuştur. Doktor bu hastalığın salgın benzeri bir durum olduğunu ve kendisine de ilk adamdan bulaştığını tahmin eder. Olayların devamında hükümet bunun salgın olduğunu anlayınca duruma el koyup, doktoru alıp karantinaya götürmek ister. Karısı da onla birlikte gitmek isteyince ona izin çıkmaz. Karısı ben de körüm diyerek kocasının yanına katılır. Körleri bir akıl hastanesinin koğuşunda toplamaya başlarlar. İlk başta altı kişi gibi az bir sayı vardır. Bu ilk gelen kafilenin arasında ilk kör olan adam ve karısı, doktor ve karısı, ilk körün arabasını çalan adam ve doktorun muayene odasında bekleyen körler vardır. Aralarında koyu renk gözlü genç bir hayat kadını, gözleri kataraktlı ve siyah bantlı olan yaşlı bir adam ve şaşı bir çocuk vardır. Kitabın ana karakterleri bu kişilerdir. Bu gruba daha sonra sürekli başka kişiler eklenir. Hayat ise iğrenç bir şekil almaya başlar. Çünkü bulundukları yerde, yemek doğru düzgün verilmemekte ve temizlik konusunda da ciddi sıkıntılar vardır. Tüm bunlar yaşanırken içlerinde gören tek kişi doktorun karısıdır. O da kör olmayı bekler ancak bu beklentisi hiçbir zaman gerçekleşmez. Koğuş kalabalıklaşmaya ve sıkıntılar baş göstermeye başlayınca, durumlar daha da rezil bir hal almaya başlar. Hastanenin dışı askerler tarafında korunmaktadır ve hiç bir suretle hiç bir körün dışarı çıkmasına izin verilmemektedir. Çıkan olursa da vur emri verilmiştir askerlere. Yavaş yavaş diğer koğuşlarda dolmaya başlar ve gıda konusunda ciddi sıkıntılar vardır. Temizlik ise iğrenç ötesi bir hal almıştır, çünkü öyle bir ortamda insanlar artık boş buldukları yere sıyırıp yapıvermeye başlamışlardır. Burunların direğini yıkan kokuyla sarılmıştır her taraf. Tüm bu pisliğin içinde tamamen erkeklerden oluşan 20 kör bir araya gelip bir çete kurar ve verilen az miktarda ki yiyeceğe de el koyup diğer koğuşlara yemek vermezler. Bunun için rüşvet isterler ve tüm koğuşlardan yemek karşılığı ellerinde ki tüm mücevherleri getirmelerini isterler. Diğer koğuşlardakiler başta bu karara karşı koymayı düşünürler ama çete reisinin elinde silah olduğunu öğrenince harekete bile geçmeden hemen teslim olurlar ve tüm değerli eşyalarını toplayıp verirler. Ancak buna rağmen yine de çok az miktarda yemek verilir diğer koğuşlara. Yiyeceklerin tümüne çete tarafından el koyulmuştur. Askerler ise bu duruma asla müdahale etmezler çünkü onların tek istediği bu körlerin içeride birbirlerini yeyip bitirmeleridir. Bu istekleri bazen yerine gelmektedir çünkü içerinin kötü durumundan dolayı ölenler olmuş ve bazı kişiler ise dışarıya çıkmaya çalıştıkları sırada askerler tarafından vurularak öldürülmüşlerdir. Değerli eşyalardan alacak bir şey kalmayınca, bu kez çete üyeleri diğer koğuşların ırzına göz dikerler ve koğuşlardaki kadınları kendileriyle birlikte olmaya zorlarlar. Bu durum başta koğuşlar arasında direnişe ve başkaldırıya kıvılcım olarak görülür ancak koğuşlardaki erkekler o kadar korkak çıkarlar ki kadınların gitmesine seslerini bile çıkarmazlar. Kadınlar ise çok sağlam bir duruş sergilerler. Ancak herkesin açlıktan öleceğini anlayınca ve erkeklerin seslerinin çıkmayacağını anlayınca teslim olup çetenin olduğu koğuşa giderler. Çete üyeleri o kadar iğrenç şeyler yaparlar ki buraya gelen yedi kadın dönerken bir eksik halde altı kişi kalmışlardır. Üst başları perişan bir halde koğuşlarına dönerler. Çete üyeleri her gece başka koğuştan bir kadın grubunu kendi koğuşlarına getirtirler. Ancak sıra ilk koğuşa tekrar geldiğinde direnişin sembolü olan doktorun karısının gözleri halen görmektedir ve bu tımarhaneye gelirken yanında sivri uçlu bir makas getirmiştir. Çetenin olduğu koğuşa giderken, bu makası da yanına alır. Çete üyeleri yine insanlığın en iğrenç hallerini bu kadınlara yaparken doktorun karısı çete reisinin arkasına geçer ve makası adamın boğazından saplayıp derisini yırtarak aşağıya doğru iner. Çete üyeleri kendilerinden öylesine geçmişlerdir ki bağırtıyı zevk alan birinin çıkardığını düşünürler. Ancak çok geçmeden durumu anlarlar ve kadınlarla çete üyeleri arasında bir arbede başlar. Doktorun karısı onları oradan çıkarmayı başarır ve bir de silah ele geçirmeyi başarır. Çete üyelerinden biri olan kör muhasebeci de de bir silah kalmıştır ve yeni çete reisi bu muhasebeci olur. Ancak kadında silah olduğunu ayrıca kadının gözlerinin gördüğünü bildikleri için saldırmaya cesaret edemezler. Kadınlar, bundan böyle kendilerini savunabilir bir duruma gelmişlerdir. Tüm bunlara rağmen dışarıdan yiyecek tamamen kesilmiş ve herkes neredeyse açlıktan ölmek üzeredir. Yiyecek olan tek yer ise çetenin olduğu koğuştur. Diğerlerim gidip oradan yemekleri almaya karar verirler ancak çete üyeleri kapı girişini karolarla kapatmışlardır. Kör kadınlardan biri çarşafları yakmayı akıl eder ancak bu durum tımarhanede yangın çıkmasına sebep olur. Körler dışarı çıkmaya korkmaktadırlar çünkü dışarı çıktıkları takdirde askerlerin onları vuracağını bilirler. İçeride diri diri yanmaktansa kurşunla ölmeyi yeğlerler ve dışarı çıkarlar ancak dışarıda hiç kimse yoktur çünkü herkes kör olup gitmiştir. 300’den fazla kör nereye olduğunu bilmeden kaçmaya başlar. Bu bölümden sonra olayın ikinci kısmı başlar. Doktorun karısı, koğuşa ilk gelen ve baştan beri birlikte olduğu diğer körleri örgütlemeye çalışır. Onları bir arada tutup aynı zamanda da yemek bulmaya çalışır. Onları öncelikle terk edilmiş bir mağazaya götürür ve kendisi de bir marketin deposuna gidip yiyecek bulmaya çalışır. O esnada bir de köpek takılır peşine. Kadın sokaklardan geçerken gördüklerine inanamaz çünkü her yerde bir kargaşa hali vardır ve insanlar nereye olduğunu bilmeden bir oraya bir buraya gitmektedirler. Herkes koklayarak yiyecek bulmaya çalışır. Bazı yerlerde köpekler insan cesetlerini parçalamaktadır. Kadın kocasının da içinde olduğu kör grubunu besledikten sonra onları alıp kendi evine götürür. Evin balkonunda yağmur suyunda herkesin çamaşırlarını yıkar. Evde bir süre onları misafir eder. Diğer taraftan da ne yapacaklarını düşünürler çünkü şehirde durum artık iyice kötüye gitmektedir. Köpekler, sokaklarda insan cesetleri yemektedirler, şehirlerde koku ve hastalıklar insanı dışarıya çıkılmaz bir halde bırakmıştır. Bu yüzden kırsal alanlara taşınmayı düşünürler. Orada en azından toprağa bir şeyler ekip hayatlarını sürdürebilirler diye düşünürler. Bu sırada ilk körün gözleri aniden görmeye başlar ve üstünden biraz süre geçtikten sonra diğer körlerin gözleri de açılmaya başlar ve roman burada sona erer. Kitabın ilk olarak dili ve yapısı hakkında konuşmak istiyorum. Yorumlardan okuduğum kadarıyla birçok kişi okurken zorlanmış çünkü konuşmalarda tırnak işareti veya konuşma çizgisi yok. Tüm konuşmalar aynı paragraf içinde düz yazı biçiminde yazılmış ve bu durum hangi sözü hangi karakterin söylediğini anlamayı güç kılıyor gibi düşünebiliyor insan. Ama yine de bence bu durum romanı okumayı çok zorlaştırmıyor. Ön sözde belirtildiği gibi yazarın yazım tarzına sadık kalmaya çalışılmış ve bu yüzden orijinal haliyle bırakılmış. Bence tarz olarak özgün bir iş ortaya çıkmış. Ancak yine de bu bahsettiğim sebepten dolayı diyaloglar iç içe olduğu için, kitabın başlarında sıkılıp bırakanlar olabilir. Eğer biraz ilerlerseniz bu tarza alışacağınızı düşünüyorum. Çünkü hikâyenin kendisi çok akıcı ve o esnada kim hangi sözü söylemiş rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Jose Saramago, insan psikolojisini çok iyi çözümleyip bunu da romanın da iyi yansıtan bir yazar bence. Kitapta mevcut düzen içerisinde durumunu kötüleştirenin aslında yine insanın kendisi olduğunu anlatıyor. Bu sebeplerden dolayı rezillik ve bok çukuruna düşen bir insan topluluğundan bahsediyor. İçinde bulundukları yerde insan gibi yaşama şansları hala devam ederken, sırf kendi bencilliklerinden ve aç gözlüklerinden dolayı yaşadıkları yeri cehenneme çevirdiklerini anlatıyor. Korkunun toplumları ne hale getirdiğini mecaz yollarla ve kendi kurguladığı dünyada çok iyi bir modellemeyle bilinçaltlarına gönderiyor. Yine, korku ve biat düzeninin insanı ne gibi rezil durumlara düşüreceğini, onurlu veya korkak bir yaşam tercihinin sonucunda başımıza neler gelebileceğini ders niteliğinde anlatıyor. Kitapta anlatılan olaylar aslında gerçek hayatın bir minyatürü şeklinde. Yazar, mesajlarını hem sağlam bir kurgu üzerinden hem de iğrenç sahneler kurarak veriyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu kitabı okumak için sağlam bir midenizin olması gerekiyor. İnsanı asla içinde bulunmayı istemeyeceği iğrenç durumlara sürüklüyor. Okurken gerilimi ve olayları iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Kitapta en çok dikkat çeken noktalardan biri de yazarın kitapta hiçbir isim kullanmaması. Bunu yerine; ‘’ilk kör, doktor, doktorun karısı, koyu renk gözlüklü kız, şaşı çocuk’’ gibi kişilerin özelliklerine ve dış görünüşlerini anlatan hitap yöntemini tercih ediyor. Normalde başka bir kitapta bu hitap şekli belki de sıkıcı ve kopuk gelebilir ancak yazar bunu öyle ustaca işliyor ki onlar artık sıradan isimlermiş gibi gelmeye başlıyor bizlere. Kitabı okurken, bazı bölümlerde açlık oyunları geliyor aklımıza. Özellikle de körlerin koğuşta ve dışarıda yemek aradığı bölümlerde, Katniss Everdeen ve diğer oyuncuların halleri gözümüzde canlanıyor. Koğuşta doktorun karısının çeteye başkaldırışı ve intikam almaya çalışması ise hemen İnce Memed’i hatırlatıyor bizlere. İşte tüm bu evrenselliği yüzünden birçok temayı içinde barındıran değerli bir kitap olduğunu kanıtlıyor bizlere. Kitap, bir salgın halini anlattığı için ve ben kitabı Covid-19 salgını zamanında okuduğum için hem durumları gözümde daha iyi canlandırmama yardımcı oldu hem de kitabı benim için daha etkileyici kıldı. Anlattığı sıra dışı öyküsüyle, kendine has yazım tekniğiyle ve bize düşündürdükleriyle, kesinlikle okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103,8bin okunma
·
76 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.