Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

640 syf.
10/10 puan verdi
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim
"Mart ayı, dert ayı" derler ya...Bizler Sevgili
Ebru Ince
Ebru Ince
'in düzenlemiş olduğu etkinlik sayesinde bu sözü, "Mart ayı, Aziz Nesin ayı" na evirmiş bulunuyoruz. Dertse dert, hüzünse hüzün, mizahsa mizah, yergiyse yergi, edebiyatsa edebiyat...Hepsi en sağlamından, temeline kadar! Ne mutlu ki, bu ay, platformda sağımız, solumuz, önümüz, arkamız Aziz Nesin...Etkinlik kapsamında Nesin'den birkaç kitap okuduktan sonra kapanış için "Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim" adlı bu kitabı seçtim. Bu seçimimde, bu eserin pek tercih edilmemiş, pek rağbet görmemiş olmasının etkisi büyüktü. Yıllar evvel okuyup, bir gün mutlaka tekrar okumak üzere kendime söz verdiğim bir eserdi Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim...Şimdi ise yine yıllar sonra tekrar okumak üzere, aynı sözü tekrar veriyorum kendime... Uzun bir değerlendirme yazısı olacak benimki. Kitaba konu olan isimlerin çoğunluğu benden bir parçaysa ve de altını çizip, sizlere aksettirmem gerektiğini düşündüğüm satırlar fazlaysa, o kitap hakkındaki değerlendirmeyi kısa tutmam pek mümkün olmuyor. 600 küsür sayfalık, her sayfası ilmek ilmek işlenmiş bir kitabı da iki cümleyle anlatmamı kimse beklemesin lütfen! "Edebiyat evrenseldir" tabiri, salt iki kelimeden ibaret kült bir tabir değildir bence. Özünü kavrayabilen bir okur için, bu minik cümlenin altında gerçekten dev gibi büyük anlamlar yatar. Evrensel olan edebiyat, özelden tüzele, yerelden genele, evrenin tüm renkleriyle kucak açar bize...At gözlüklerimizi çıkarıp, o kucağa doğru koşmak, o kucağın nimetlerinden istifade etmek, kaymağını yiyebilmek de pek tabii ki bizim şahsi tercihimiz. Mevlana'nın meşhur pergel metaforunu, tam da bu noktada, sözlük anlamıyla anımsatmak isterim : "Pergelin bir ayağı merkezde sabit olarak kalır. Diğer ayak merkeze bağlı ve bağımlı olarak çizdiği, taşıyabileceği esneklik çerçevesinde hareket eder. Asla merkezle ilişkisini kesmeden, irtibatını koparmadan bu hareketi gerçekleştirir. Böylelikle ilkelerinden, değerlerinden vazgeçmemiş olur." Bir ayağımız, o merkezden hiç kaymasın efendim, hiç kaymasın ki özümüzü özümseyerek, bilerek, tanıyarak, değer yargılarımız çerçevesinde ulaşalım evrenselliğe. İşte Aziz Nesin, bu edebiyat evrenselliği bağlamında, etinden, sütünden, yününden yararlanabileceğimiz bulunmaz, eşsiz bir nimet. Bu nimetliğin sebebini en iyi şekilde Müjdat Gezen dile getirmiş olmalı: "Derin gözlemciliği, olayları gülmece sanatının en naif içtenliği ile abartması ve zengin üslubu değil midir O'nu uluslararası Aziz Nesin yapan?.. Biz O'nun yazdıkları ile büyüdük. O'nun engin bilgisinden feyz aldık. Güldürmenin kolay bir şey olmadığını ve erdemini O'ndan öğrendik." UNESCO'nun yayınladığı Index Translationum'a (Dünya Çeviri Bibliyografyası) göre, Türkçe kategorisinde, eserleri yabancı dillere en fazla çevrilen yazarlar listesinde dördüncü sırada. Bu değerlendirmede ise, şiirden anıya, öyküden romana, mektuptan günceye uzanan çok geniş türlerde eserler kazandıran Nesin'in, -anılar, belgeler, denemeler ve mektuplardan oluşan derleme kitabıyla karşı karşıyayız. Türk edebiyatının perde arkası mahiyetindeki bu kitapla, Aziz Nesin’in gerek edebi, gerekse özel çevresini şekillendiren insanların dünyasına uzanıyoruz. Şöyle ki Nesin, çok genç yaşlarında "Birlikte Yaşadıklarım" adlı bir dosya açarak, çevresine dair izlenimlerini bu dosyada biriktirmeye başlamış lakin zaman içerisinde bu birlikte yaşadığı insanları kaybetmeye başlayınca, "Birlikte Öldüklerim" adlı ikinci bir dosya açması kaçınılmaz hale gelmiş. Günden güne bu ikinci dosyanın kalınlaşması ise Nesin'de onulmaz yaralar bırakmış. Notların büyük çoğunluğu, bir tarafı kullanılmış saman kağıtlarına, acele içinde, eski yazı ve dolmakalem ile yazılmış. Yılların getirdiği yıpranma, aşınma ve zarar görme payları da göz önüne alındığında, bunları derlemek bayağı çaba gerektirmiş. Ali Nesin tarafından hazırlanıp yayına sunulan bu derlemede, eski yazıların çevrilmesi hususunda vakıf çalışanları Nurcan Boşdurmaz ve Elvan Topallı'nın da büyük desteği olmuş. Tüm bu çalışmalar için hepsine ayrı ayrı, şahsım adına gönülden teşekkür ediyorum. Zira öyle sıcacık, öyle gerçek, öyle olması gereken bir kitap çıkmış ki ortaya, eşi emsali yok desem asla abartmış olmam. Bu kitapta ana başlıklar halinde tam 82 isim kendine yer bulmuş, ancak her isim kendi başlığı altında birçok ismi doğurmuş. Mesela Tahsin Saraç başlığı altında Kenan Işık'a, Ekber Babayev başlığı altında Behçet Necatigil'e, Enver Gökçe başlığı altında Pablo Neruda'ya ya da Fazıl Hüsnü başlığı altında Turan Oflazoğlu'na denk gelmek inanılmaz hoştu. Her okura mahsus bir durum mudur bilmiyorum ama ben bu tarz inceleme kitaplarında, ilgi alanına giren ve sevdiği kısımları cımbızla çeken okur cenahındanım. Haliyle cımbızıma takılanlar hakkında da iki kelam etmek isterim. Aziz Nesin’in anılarında yer etmiş ve kitapta da en uzun sayfaları parsellemiş iki isim var ki; biri Kemal Tahir, diğeri Sabahattin Ali... Kemal Tahir ve Aziz Nesin dostluğu hep gıpta ettiğim bir dostluktur. Sıkı bir Tahir sevdalısı olarak, onun yanlışlarını ve hatalarını ziyadesiyle bilirim...Bilirim de bilmezden, görürüm de görmezden gelirim...Sevgili Aziz Nesin de ben gibi yapmış. Edebi yönünde hiçbir kusur bulmadığı, hatta sık sık yücelttiği Tahir ile sadece düşün anlamında ayrılıklar yaşadığını, onun oldukça sert mizaçlı, agresif ve paranoyaklık boyutunda kuşkucu olduğunu ancak tüm bunların yine de dostluklarını zedelemesine izin vermediğini belirtmiş. Yazın dünyasında pek değinilen ya da önemsenen ya da farkedilen bir durum değil ancak her iki üstadın da aslen Şebinkarahisarlı olmalarının bu dostluktaki görünmez etkisi de büyük bence. "Onu yakından tanıdığım yaşamının son yirmi iki yılı içinde hemen her zaman Kemal Tahir doğadan, toplumdan gördükleri içinden seçimlerini romancı olarak yaptı. Romancı olarak gördü, duydu, solunumlandı, yaşadı. Hergününün yirmidört saatini (elbet bir gerçeği belirtmek için abartıyorum) romancı olarak yaşadı." Hayatının en güzel ve en verimli yıllarını cezaevlerinde bırakmış, akabinde de kanser illeti yüzünden çok ciddi bir ameliyat geçirmiş olan dostuna bir türlü kıyıp da tartışmaya girme cesareti gösterememiş Aziz Nesin. "Onun tartışması, herhangi doğal tartışma olmazdı. Tartışırken bütün canını, bütün gücünü, bütün varını yoğunu ortaya koyar, ringde boks maçı yapar gibi tartışırdı. Var gücüyle bağırır, bağırmaktan sesi kısılır, o sırada orada hazır olmayan ya da ölmüş bulunan kimi kişilere bol bol ve çok ağır söver, ter içinde kalır, iyice yorulur, ama susmazdı." İki dostun, Yedi Gün Dergisinde müstear ismiyle yayımlanan yazıları, tefrikaları, ortak akşam yemekleri, rakı sofraları, Harbiye Askeri Cezaevi'nin kara betonlu daracık hücresindeki günleri, ATÜT muhabbetleri, 6-7 Eylül Olayları sonrası yaşadıkları, Yassıada Duruşmalarında başından geçenler ve Düşün Yayınevi günleri satır satır işlenmiş notlara. Kemal Tahir'in erkenden aramızdan ayrılışı neticesinde de hemen şu notu düşmüş kağıtlarına : "Eşi Semiha arkadaşımız, sabahın altısında, telefonda, “Kemal uyudu, bir daha uyanmayacak!" diyordu. Bu denli yalın, yapyalın bir sözün, birdenbire bu denli anlamlaştığı, bu denli şiirleştiği pek az görülmüştür. Bu olağan, bu dümdüz söz, edebiyatımız da başka hiç kimsenin Kemal Tahir'in ölümüne olduğu denli uygun düşmez. Bir daha uyanmayacağı uykusuna yatmış Kemal'in alnından öptüğümde, dudaklarıma geçen yokluğunun serinliğiyle, o zorlu fırtınanın büsbütün dindiğini acıyla duydum...Her ölen arkadaşımla ben de biraz ölüyorum; ama bu kez biraz değil, pekçok öldüm. Neden böyle oldum diye düşündüm. Çünkü dostluğumuz yıllardan beri sevgi bağlarıyla ve dargınlıklarla, anlaşmalarla ve anlaşmazlıklarla, dayanışmalarla ve çatışmalarla, barışmalarla ve küskünlüklerle, gönül almalar ve kızgınlıklarla, değer vermeler ve eleştirmelerle sürüp gitti. Yani gerçek dostluğun bütün gerekleriyle, aramızda her ne geçerse geçsin, her ne olursa olsun, birbirimizin vazgeçilmeziydik. İşte bunun için olacak, bunca yazılar yazmış, bunca yılın yazarı olan ben, bugün yaşamımın en zor yazısını yazıyorum." Değinmek istediğim ikinci isim, yine benim için çok çok kıymetli, Aziz Nesin'in tabiriyle 'Sesi kubbelere sığmayan türkücü" : Ruhi Su... Yiğit sesi süslü salonlara sığmayan, daima bir başına ama herkesten yüce, hoşgörüsü sonsuz, sanat için her türlü özveride bulunan, sesi için yaşayan, sesi bozulmasın diye dünya nimetlerinden el etek çekerek, bir keşiş, bir çilekeş derviş, bir tarik-i dünya gibi ömür süren, çorak yönetimlerin çöllerinde akıp giden Ruhi Su... "Ruhi Su, yalnız Türkiye'de değil dünyada eşi az bulunur bir sese sahiptir. Böyle bir değerli sanatçı, dünyanın neresinde olursa olsun el üstünde tutulur, sevilir ve ulusal bir değer olarak bütün uluslara tanıtılır. Çünkü böyle değerlerle, uluslar övünürler. Büyük bir üzüntüyle söylüyorum, ne yazık ki, benim yurdumda Ruhi Su'ya gereken değer verilmemiştir. Türkiye'deki radyolarda ona türkü söyletilmez. Radyo için açılan imtihana Ruhi Su da girmiş ama onun radyoya sokmak istemeyenler, imtihanı kazanamadığı bahanesini ileri sürmüşlerdir. Çünkü Ruhi Su Türkiye'nin ilerici bir halk sanatçısıdır." On binlerce yıllık insanlık tarihinin hiçbir döneminde, dünyanın 160 küsür ülkesinde yaşayan insanların asla milletvekili ve başbakan sıkıntısı çekmediğini söylüyor Aziz Nesin. Ve ekliyor, çünkü bunlar her daim gereksinilen sayıdan çok daha fazla olmuşlardır, değil bir dünyaya, yüzlerce dünyaya yetecek sayıda siyasetçi mevcuttur. Amma velakin...Ruhi Su öyle mi? "Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde her zaman Ruhi Su'lar yoktur. Ruhi Su'lar çok değil gereğince bile bulunmazlar. Ve Ruhi Su'lar, bir gelir, bir giderler." İlerleyen sayfalarda "Eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık" diyerek, Sakıncalı Piyade adlı kitabı doğrultusunda, Uğur Mumcu'ya olan sevgi ve saygısını sunuyor Aziz Nesin. Kendi yazdıklarına gülemediğini belirten Nesin, Mumcu'nun yazdıklarına acı acı güldüğünü belirtiyor. Çünkü "gülümsemek, bir insancıllık belirtisidir." Halkımız ötedenberi gülmeceyi, işine yarar bir aygıt olarak kullanmıştır. Nasıl açar denilen aygıtla kilit açılıyorsa, nasıl bıçak denilen aygıtla ekmek kesiliyorsa, gülmece denilen aygıtla da halkımız çıkmazlarına çıkar yol bulmakta, karmaşık sorunlarını çözümlemektedir. Kısacası gülmece, üretim toplumlarının ve üretmen sınıflarının işine yarayan bir aygıttır. Gülmecenin faydalarının çok fazla olduğunu söyleyen Nesin, ilk sıraya şu faydayı yerleştiriyor: Faşizme özenenleri yıldırması, umutsuzluğa düşürmesi. Çünkü, faşist özençlileri, dikta heveslileri, ellerine geçen fırsatlarda nice zart zurt ederse etsinler, sonunda, Sakıncalı Piyade'de olduğu gibi, alay edileceklerini, maskara olacaklarını, ister istemez anlayacaklar, korkacaklardır. Faşizme geçit yok! Bu geçidi tıkayacak en iyi engel, faşizmin alay konusu hırtlıklarını ortaya koymaktır! Öğretmen-yazar Behzat Ay hakkında olumlu ya da olumsuz tek kelime kaleme almayan Aziz Nesin’in, Ay tarafından kendisine gönderilmiş olan bir mektubun, kitaba Behzat Ay başlığı altında iliştirilmesini de pek etik bulmadığımı itiraf etmek istiyorum. Bu ayıp babanın değil, oğul Ali Nesin'in ayıbı elbet. "Sevgili Aziz Ağabey.... Kimseye söyleyemediğim için ve kimseden isteyemediğim için sana başvuruyorum...eve hırsız girmiş, çantamdaki bir milyona yakın parayı, emekli cüzdanı, ekim aylık fark çekimi vb almış...Şimdi yola gidemediğim gibi, beş parasız kaldım. Mersin'e gidebilirsem bahçemden 500 metrekare satacağım. Ama ne yola gidecek durumum var ne de henüz telefon alıcısı. En kısa zamanda ödemek koşuluyla 400-500 bin lira rica ediyorum sizden utanarak..." Sait Faik, Orhan Kemal, Tahsin Saraç, Melih Cevdet, Jak İhmalyan, Rıfat Ilgaz, Yılmaz Güney, Halikarnas Balıkçısı, Aytmatov, Fazıl Hüsnü, Haldun Taner, Behice Boran ve Enver Gökçe hakkında düşülen notlar ve yazılan anılar da, bu kitabın bende bıraktığı izlerden bazıları... Halktan beslenen bir halk sanatçısı olarak, halkının her kesiminin kolayca anlayabileceği düzeyde yalın bir dil, canlı bir üslup ile, günlük hayatın en sıradan olaylarından bile öyküler üretebilmeyi başaran Aziz Nesin'in, tüm bu özelliklerinin, anı ve denemelerinde de aynı ölçüde vuku bulduğuna şahit olacağınız bir kitap "Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim" Eserlerinde merkeze aldığı toplumsal sorunlar, düzen çarpıklıkları, haksızlıklar, hiyerarşik bozukluklar, batıl inançlar, ahlaksızlıklar ve bürokratik yapıların yanlışlığı gibi konuları, dostlarını ve dost bildiklerini anlatırken bile aralara serpiştirmeyi ihmal etmemiş. Vermeyeyim dedim durdum ama şu örneği vermezsem anlatmaya çalıştığım husus eksik kalacak gibi : "O yıllarda Necip Fazıl, şöhretinin tam da zirvesinde bulunuyordu. Şairliğinin tadını her alanda çıkarıyor, evinde uşak kullanıyor, yemeklerini zamanın en lüks lokantası sayılan Karpiç'ten getirtiyor, özel olarak kiraladığı büyük bir dairede fraklı, smokinli garsonlar kullanıyor, partiler veriyordu. Tabii bu türlü hesapsız harcamalar içinde sık sık beş liraya muhtaç olduğu günler oluyordu... Evimdeki eşyalar haciz edilecek diye Düşün Yayınevi'ne gelişi... Kemal'e konuştuk :Belki yalandır, ama ya doğruysa..." Aziz Nesin hakkında bunca kelam ettikten sonra Madımak Katliamı'na parmak basmamak elbette olmayacak...Madımak, istençli çıkarılmış bir yangının fütursuzca seyridir nezdimde, sebebi, bahanesi, ötesi yok, olamaz da. Mahkeme salonlarındaki savunmalarında "Bizim asıl yakmak istediğimiz Aziz Nesin’di, ölenler için üzgünüz" beyanatında bulunma cüretini gösterip sonrasında keyif çatan sözde Müslüman, sözde muhafazakarların kepazeliğidir, utancıdır Madımak. Katliam' ın sudan sebeplerinden biri olarak gösterilen, 5 aylık bir süreçtir okuduğum Şeytan Ayetleri kitabını dün itibariyle bitirdim. Keşke diyorum, keşke imkanlar elverseydi, ömrü vefa etseydi de o çeviriyi göğsünü gere gere tamamlayabilseydi Nesin. Derler ya, başlamak bitirmenin yarısıdır, diye... Ben de öyle varsayıyorum. Türk edebiyatına yaptığın paha biçilmez katkılar, gülmeceye getirdiğin yenilikler, çevredeki insanlara gösterdiğin toleranslar, vakıf çalışmaların...adına kendim ve bilhassa yetiştirilmesinde maddi manevi emeğinin yadsınamayacağı tüm çocuklar adına gönülden teşekkür ediyorum. Bu ülkenin bir ferdi olarak da, sana yaşatılan, reva görülen her acı, her zulüm, her dayatma için ülkem adına bir özrü borç biliyorum. Hani "Ruhi Su'lar bir gelir bir gider" diyorsun ya.. İşte Aziz Nesinler de öyle... Aziz Nesinler bir gelir, bir gider... Sivas Katliamı'nın üstüne kaleme aldığı Sivas Acısı adlı şiiri ile kapanışı yapmayı uygun buluyorum. Fazıl Say' ın bestesi ve Serenat Bağcan' ın yorumu ile de ortaya nefis bir ağıt çıkmış, lütfen gözlerinizi kapayarak dinleyiniz... Ben tanırım Bu bulut bizim oranın bulutu Hemşeriyiz ne de olsa Benim için kalkmış ta Sivas'tan gelmiş Yurdumun bulutu Başımın üstünde yeri var Ben bilirim Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı Hemşerimiz ne de olsa Benim için kopup gelmiş yayladan Yurdumun rüzgarı Kurutsun diye akan kanlarımı Ben anlarım Bu acı bizim ora işi, hançer acısı Bir ülkedeniz ne de olsa Aynı dili konuşsak da Anlamayız birbirimizi Hançerin nakışı Tanıdım acısından, Sivas işi Ben duyarım, duyumsarım Bizim oranın sızısı bu Binip kara bir buluta Sivas ilinden Sivas rüzgarında uçup gelmiş Helallik dilemeye Ey yüreğimin onmaz acıları Ey beynimin dinmez sancıları Suç ne bende, ne de sende Ne de olsa yurttaşımsın Kapalı da olsa bütün vicdan kapıları yüzüme Bilmelisin, bir yerin var can evimde... youtu.be/ApUnGG_sQ8k
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte ÖldüklerimAziz Nesin · Nesin Yayınevi · 201391 okunma
··
1.002 görüntüleme
Seda okurunun profil resmi
2021 Top 10 🤣 (Sırasız)
Bu yorum görüntülenemiyor
Ebru Ince okurunun profil resmi
Incelemeni okuyorum, sokakta birileri youtu.be/nifOKTzCLMU Seldağ Bağcan çalıyor ... ne diyeyim ben şimdi .. Sivas ellerinde sazım çalınır ❤
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.