İktidar mensuplarının gündelik hayatımızdaki avuç içi kadar huzura da çökmüş olmaları sebebiyle biraz kafamı dağıtmak için Netflix’e göz attım.Çocukluğumdan beri kendimi rahatsız eden şeylere karşı ilgim olduğu için gerçek olaydan esinlenmiş belgeselleri seyretmeyi seviyorum.Bunun için ‘Gabriel Fernandez'i Kim Öldürdü?’ belgeselini izlemeye başladım ve üçüncü bölüme gelmeden ağlamaktan pestilim çıktı. İçimde biri “Kapat şunu kendine de eziyet ediyorsun” derken başka biri de “Hayır öylece kapatamazsın, öğrenmen gerekiyor” diye tartıştı kendi aralarında. Ve tabii ki kendimce doğru olanı yaparak altı bölümlük mini belgeseli tamamladım.Kendimi hiç gitmediğim bir ülkenin, hiç görmediğim (daha da acısı hiç göremeyeceğim) sekiz yaşında, ailesi tarafından katledilen bir çocuğa karşı sorumlu hissettim. İşkenceyle, aç bırakılarak, toplumun her kademesinden insanın ölümüne göz yumduğu bir çocuk. İzledim, çünkü bana kalırsa iyilik gibi kötülük de bulaşıcı ve kolektiftir.Ve kötülükle savaşmak için her şeyden önce onun farkında olmak gerekir.Homofobi gibi. Duyarsızlık gibi. Homofobi diyip geçmemek lazım, sizin manasız nefretiniz sekiz yaşındaki bir çocuğu acılar içinde öldürebilir.Eşcinsel bireylere karşı biraz olsun ön yargınız varsa lütfen izleyin. İnsana bütün kutsallarını teker teker sorgulatacak, Hatta üzerinde tepinmenize sebebiyet verecek bir belgesel.