Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

544 syf.
9/10 puan verdi
Veba Geceleri
Sıcağı sıcağına kurcaladığım ve birçok arkadaşımın kitabı okuyacağını bildiğim için, spoiler özelliği taşıyacak herhangi bir detay vermediğimi öncelikle belirtmek isterim. Veba Geceleri, Orhan Pamuk'un 40 yıldır düşünüp, 5 yıldır yazdığı, son 1 yıldır da üzerinde düzenlemeler yaptığı son romanı. Yani birtakım çevrelerin ve o çevreye tabi şahısların göğsünü gere gere, marifet sanarak belirttiği gibi, içinde bulunduğumuz kovid pandemisi sürecinden nemalanmaya çalıştığı bir yapıt asla değil. 1983 yılında ilk baskısı yapılan Sessiz Ev adlı kitabını okuyanlar, Faruk Darvinoğlu karakteri üzerinden "Veba Geceleri'' kitabının ilk sinyallerini zaten almışlardır diye düşünüyorum. Okurlarına, 1901 yılında bir Osmanlı adasında oldukları hissini verebilmek için sayısız tarih, tıp, hatıra kitabı okuduğunu söyleyen Pamuk, döneme ait fotoğrafları da detaylıca inceleyerek, bu kaynaklar doğrultusunda hayali bir ada planlamış. Adadaki binalardan tutunda, ağaçlara, caddelere ve içerikteki karakterlere kadar her şeyi kendi çizimleriyle tek tek resmetmiş. Ve bu resimleri biraraya getirerek kitap kapağını oluşturmuş. Aynı şekilde yine yazarın kendi çizimlerinden oluşan ada haritası da kitabın ilk sayfalarında arzı endam ediyor. Adada yer alan cami, kilise, okul, tekke, hastane, mezarlık, postane, vilayet binası, fener, saat kulesi gibi yapılar bu haritada detaylarıyla karşımıza çıkıyor. Daha önceki kimi eserlerinde olduğu gibi, kapak resmi ve haritayı tasarlayan kişi ibaresinin karşısında Orhan Pamuk ile birlikte Ahmet Işıkçı (Cevdet Bey'in torunu) adını görmek de, Pamuk ile bütünleşmiş edebi oyunların bir parçası olarak okura yine farklı hazlar yaşatıyor. Kimi kitaplar konusuyla dağlar yüreğimizi, kimi kitaplar içerdiği teknikler vesilesiyle mest eder bizi. Benim, bir eseri edebi açıdan değerlendirme aşamasında ana kıstasım ise , o eserin "ne" anlattığı değil, "nasıl" anlattığıdır. Konu elbette ki çok mühim bir unsur lakin konuyu yansıtan arka plan daha bir giriyor ilgi alanıma...Edebiyatın, insanoğlunun kendisini anlamak için yarattığı en değerli birikim olduğu söyleyen Pamuk, bu bağlamda milletlerin kendi yazarlarına kulak verip, onları anlamaya çalışmalarını ve böylece millet bütününü oluşturan birer parça olarak kendilerini daha objektif, daha doğru ve daha sanatsal şekilde analiz edebileceklerini savunuyor. Yeryüzündeki toplumsal, kültürel, siyasal ve teknolojik gelişmeler karşısında ister istemez edebiyat olgusunun değiştiğini, edebiyata hakim olan modernizm dalgasının zamanla yerini postmodernizme bıraktığını da ifade eden Pamuk, toplumculuktan modernizme kayarken kaybolan taşranın sesinin, postmodernizm ile birlikte yeniden yükselmeye başladığı hususunun da altını çiziyor. Pamuk külliyatından genel olarak aşina olduğumuz postmodern unsurlar, çok yoğun olarak karşımıza çıkmıyor bu romanda. Arada kolaj montaj, parodi serpiştirmelerine denk geliyoruz elbet ama bunlar diğer eserlerine nazaran yok denecek kadar az düzeyde. Anlatıcının anlatıya dahil olması esasına dayanan üstkurmaca tekniği, bir Pamuk postmodernitesinin vazgeçilmezi olarak sayfalarda boy gösteriyor pek tabii ki. Leitmotiv ve simgesellik de romanın dokusunu zenginleştirmek adına başvurulduğunu gördüğüm diğer bazı teknikler. Olaylar ve kişiler arasında yer yer simetrik yer yer de tezat bağlar kurarak oluşturmuş olduğu ironik anlatım da birçok eserinde olduğu gibi yine romanın merkezindeki tematik yapıyı destekleme mahiyetinde zuhur ediyor. Metin boyunca sıklıkla kullanılan eski Türkçe sözcükler ise, akışı asla baltalamıyor. Pamuk kaleminden çıkmış bir eser olmasına rağmen anlatım oldukça yalın, okuru yormayan, anlaşılmayı zorlamayan cinsten. Bir farklılık olarak bu kez, bir kadın anlatıcıdan dinliyoruz hikayeyi; 5.Murat'ın kızı, Abdülhamit'in yeğeni Pakize Sultan'ın kızının torunu olan Mina Mingerli Hanımefendi'den. 1901-1913 yılları arasında, büyük anneannesinin, büyük teyzesi Hatice Sultan'a yazmış olduğu 113 adet mektubun içeriklerini derlemesiyle bu kitabı oluşturan Mina Hanım, 'tek kişinin görüş açısı' kuralına uymadığını, bilakis bu kuralı bozduğunu itiraf ediyor : "Abdülaziz'in tahttan indirildikten sonra katledildiğine samimiyetle inanmama rağmen, bazılarına göre intihar ettiğini de yazdım." Roman, girişe yerleştirilen Tolstoy'un 'Savaş ve Barış'ına ait bir epigraf ile açılış yapıyor. Okuyanlar bu eşsiz eserdeki Andrey Nikolayeviç Bolkonski karakterini anımsayacaklardır. İşte Pamuk da öyle sanıyorum ki bu karakterden yola çıkarak bir Bonkowski karakteri yaratmış., Bonkowski Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun sağlık başmüfettişliği görevini üstlenmiş bir kimyager ve eczacı... "Yarı başarılı bir işadamıydı. Son on yıldır yalnızca Osmanlı Devleti'nin Hıfzısıhha Başmüfettişliği'ni yapıyor, hem Padişah'a kolera ve veba salgınları konusunda raporlar yazıyor hem de salgından salgına, limandan limana, şehirden şehre Padişah adına karantina ve sağlık önlemlerini denetlemeye koşuyordu. " Tolstoy hayranlığı kadar Kemal Tahir hayranlığı ile de bilinen Pamuk, Esir Şehir İnsanları'ndaki Kamil Bey karakterini de, kişisel özellikleri, ideolojik yaklaşımları, idealist ölçütleri ve ismi ile çekip alıvermiş romanına. Bilmiyorum belki Pamuk benim gibi düşünerek tasarlamamıştır bu isimleri ama ben bu yöne çektim, öyle sanıyorum ki çok da iyi yaptım. "Komutan Kamil'in dehası, kararlılığı ve gözü pekliği olmasaydı, bugün Minger milleti hāla başka milletlerin kölesi olacaktı" derdi Murakabe Nazırı, "Kim bilir, bütün bir millet önce dilini unutacak, sonra da kaybolup gidecekti." Minger... Girit, Rodos ve Kıbrıs üçgeni arasında konumlandırılmış, yoğunlukla Müslüman Türk ve Ortodoks Rumların yerleşmiş olduğu Osmanlı'nın 29. vilayeti... Minger' in Hindistan ve Çin üzerinden gelen üçüncü veba salgınına esir düşmesi, akabinde vebaya karşı verilen mücadele, romanın ana konusu gibi görülse ve gösterilse de ben asıl verilmek istenenin Osmanlı'nın son dönemlerindeki mevki ve makam mücadeleleri, kadının yok sayılması, temel hak ve hürriyetlerdeki eşitsizlik, peyda olan ahlaksızlıklar, bozgunculuklar, tekke ve tarikatlar, bitmek bilmez hurafeler, şeyhler, müritler vb gibi konular olduğunu gözlemledim. Çin ve Hindistan yoluyla, minik bir Doğu Akdeniz adasına veba nasıl ulaşıyor derseniz, Hicaz yoluyla, diyerek sizi cevaplayabilirim...Hacca giden hacılar vesilesi ile vebanın dağılım merkezi Osmanlı'nın Hicaz kenti oluyor. Dönemin önde gelen tıp alimleri ve bilim adamları bu gerçeği kabul edip, bu doğrultuda beyanatlar verseler de takdir edersiniz ki, hilafetin hüküm sürdüğü topraklarda bu tez pek kabul görmüyor, üstüne üstlük tezi öne süren ve kabul edenler bir nevi "vatan haini, din düşmanı" ilan ediliyor...Bir kısım güruh, karantinaya şiddet ve nefret ile karşı çıkıp, kurallara riayet etmiyor, vebadan ölmüşlerinin kireçlenerek gömülmesi olayını İslam ile bağdaştıramıyor ve doğal olarak şeyhlerden, şeyh eliyle yapılmış muskalardan medet umuyor. Asya'yı kırıp geçirirken Avrupa'ya değmeyen veba salgınının sebebi hakkında ortaya atılmış, kanıtlanmış elle tutulur, gözle görülür başka bir neden de bulunamıyor. "Büyük güç harcıyor, vaazı dinliyor ama pek anlamıyordu. Başı dönüyor, midesi bulanıyor, zorlukla dik durabiliyordu. Vaiz hastalıktan hiç söz etmiyor, sürekli her şeyin Allah'tan geldiğini tekrarlıyordu." Daha önce veba konulu kitaplar okumuş olmama rağmen, bu illete yakalanmışların betimlemesini ilk defa bu kitaptaki kadar net gördüm. Ateş ile başlayan, kusma ve titreme ile devam eden, akabinde hıyarcık adı verilen irinli çıban çıkaran insanların anlatımı gerçekten çok başarılıydı. Veba salgını sürecinde, okurun canını en yakan detay ise, ebeveynlerini vebaya kurban veren çocukların kimsesizliği, çaresizliği ve yalnızlığı. "Vebanın çocuklar için en korkunç yanı, anne, baba hatta her ikisinin ölümü ve yapayalnız kalmak değildi aslında. Paşa'nın şimdiye kadar hem Müslüman hem de Hıristiyan mahallelerinde işittiklerine göre, annelerinin eski, tatlı, şefkatli anneleri olmadığını, ölmekte olan çaresiz, zavallı ve bencil bir hayvana dönüştüğünü gördüklerinde deliriyorlardı çocuklar! O zaman bazıları bu dünyadan umudu kesiyor, sanki içlerine cin girmiş gibi uzaklara kaçıyorlardı." Her okurun, kendi okuma perspektifi doğrultusunda çıkarımlar yapabileceği bu roman, bana göre Osmanlı'nın son dönemlerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren, tarihi, siyaseti, polisiyeyi ve masalı bünyesinde harmanlanmış, doğu-batı sentezini merkeze almış panaromik bir dönem romanıydı. 51.bölüm sonunda yer alan bir cümlesinde, bence kitabının minik bir tanımını yapıyor aslında Pamuk: "Milliyetçi heyecanın, tarih ile edebiyat, efsane ile gerçek, renk ile manası arasındaki ayırımı kaldırdığı yerdeyiz şimdi..." Roman, gerek içinde bulunduğumuz pandemi, gerekse yönetimimiz ve uygulamaları açısından, karakterlerinden kurgusuna, mekanlarından tematik yapısına kadar, günümüze de epeyce gönderme yapıyor. Yarattığı muhteşem kurgu ile Türkiye'yi, Minger Adası'na eviren Pamuk, bence tartışması oldukça lüzumsuz gelen lakin belli bir cenahın at gözlüklerini çıkarmayacağı için tartışmaktan büyük zevk alacağı bazı gerçeklikleri yine cesurca sunuyor okuruna: "Bulaşık" ve "şüpheli" diye Kale'nin karantina mekanına tıkılan yirmiye yakın Müslüman çocuğuna aile bulunamayınca Vali sahipsiz çocukları bu Rum yetimhanesine yerleştirmeye başladı. Bir hafta sonra Kadiri tekkesi çevresinde, Müslüman çocukların Rum okulunda Hıristiyanlaştırılmasını protesto eden bir arzuhali Kadiriciler'in imzaladığını Vali muhbirlerinden işitti ve çok öfkelendi. Arzuhal yazarı Kadiri dervişinin, Karantina yasaklarını ihlal etmekten zindana atılmasını emretti" Oldukça hacimli ve kapsamlı bir eser olduğu için hakkında konuşulup yazılacak çok detay olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle içimde kalanları ekleyebilmek ve değerlendirmemi tamamlayabilmek için, eserin daha fazla kişilerce okunmasını beklemeyi uygun görüyorum. Veba Geceleri; kimlik arayışı, bürokrasi, Doğu-Batı çatışması, aydın sorunu, bağnazlık, cehalet, hastalık, idam gibi toplumsal temaların yanısıra milliyetçilik, saltanat, hilafet, imparatorluk, siyasal İslam, anarşizm, liberalizm ve cemaatler gibi siyasi temaların da yoğun olarak işlendiği, yaklaşık 6 aylık bir süreci konu alan çok güzel bir roman. Şahsi kanaatimce bir Kar'ın, bir Masumiyet Müzesi'nin çok çok üstünde. Ama bir Sessiz Ev, bir Yeni Hayat, bir Benim Adım Kırmızı da değil... Benim zirvem ise hâlâ Kara Kitap. Orhan Pamuk'un kendisi bile, sanmıyorum ki bir daha Kara Kitap'ın üzerine çıkabilsin...
Veba Geceleri
Veba GeceleriOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 20216,7bin okunma
··
6,9bin görüntüleme
Oğuz MERİÇ okurunun profil resmi
Kitap sırasını bekliyor ve bu güzel incelemeyi okuduğuma sevindim. çok teşekkür ediyorum. Ve evet bence de Kara Kitap çok çok iyi. =)
Seda okurunun profil resmi
Oğuz Bey, Kara Kitap'ı yeniden okudum ya, etkisinden çıkamıyorum hâlâ. Kitap değil, ustalıkla işlenmiş bir örümcek ağı mübarek!..
Meltem Zariç okurunun profil resmi
Tüm detaylar için teşekkürler..❤
23 öğeden 21 ile 23 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.