Gönderi

* ...Sonra başladı benim susmalarım. Eriyip aktımda haberi olmadı kimselerin. Beni doğuran kadın, bana bağıra bağıra konuşmayı öğreten kadın, ruhuma susmayı öğreterek gitmişti. Sus dedim kendi kendime, bundan sonra konuştuklarını anlayan kim var ki. Sonra çokça ağladım. Sonra tekrar sustum. Sırtıma kat kat kazak giydiren kadın, soğuk beyaz bir mermer taşa yaslan diye çağıyordu şimdi beni. Yapamadığımız ne çok kahvaltı kaldı yürüyemediğimiz kilometrelerce yol, gidemediğimiz ne çok şehir. Ve sana sarılamadığım günler, aylar, yıllar...- İyi olmalısın, güçlü olmalısın, hayat devam ediyor diyenler nereden bilsin sözcüklerin bir hükmü olmadığını acının üstünde. Sonra, belki sonra iyi olurum dedim. Sonra ben de ölecektim çünkü. Kutlanacak bir zaferim, bir doğum günüm, herkese olan bayramlarım olur mu bilmiyordum. Kendi başının çaresine bakarak büyüyenler, çocuk olmadan yetişkin olmanın zaferini asla kutlamazlar. Mesela kırk yaşına bile gelseler lunaparka gitmek istemeleri bundandır. Kağıt helva ve pamuk şekere asla hayır demezler. Ve birileri hep elinden tutsun isterler. Sonra ne mi oldu? Ellerim hep üşüdü. ————- Sonra kısık bir sesle döktü içini...Biraz önceki öfkeli hali uçup gitmişti. Ağlamak kurtardı onu, iyi ki sessizce bekledim. Ne çok yorulmuş ruhu, neler biriktirmiş içinde...Parmaklarını birbiri arasında düğüm yapar gibi dolaştırıp dolaştırıp aynı hareketi tekrar ediyordu. Gözleri boşluğu işaret ederken, sanki aklı geçmişe doğru uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Arada bir omuzlarının sıçraması ile korku belirliyordu yüz çizgilerinde... * Sonraya bırakmak mı bu kadar ağır gelmişti acaba? Kar topunun yuvarlana yuvarlana bir çığa dönüşmesi gibi geç mi kalmıştım onu bu yükün altından çekip almak için. Belli üşümüş, titriyor kalbi. Ahh! Ahh! Sonra ne çok geç kalmak mış. —- Sonra Zarifoğlu’nun sözleri geldi aklıma; “Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik… Bunca keder çoktu bize. Sonay Karasu
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.