Oturdum hayatın kıyısına, kendime bakıyorum.
Sıradan biri gibi sıradan bir günü bitirmiş olabilmeyi hayal ediyorum. Şahane bir hisdir kesin. Çırpınışlarımın rüzgarı savuruyor içimdeki külleri, çürümüş et kokusu karışıyor havaya, yine berbat ediyorum oksijeni, yine elime yüzüme bulaştırıyorum yaşamayı.
Düzgün bir cümle bulamıyorum.
Sahi; nedir düzgün cümle?
Benim yazarken mi; sizin okurken mi mutlu olmanız gerekiyor.
Ağlarken yazılan şeylerin birilerinin beğenmesi ne tuhaf bir çelişki.
Hayat, koca bir çığ gibi, soğuk ve sert. Yuvarlandıkça ağırlaşan, her şeyi altına alıp yok eden doğal afet gibi…
Afetlerin doğal olması da dünyanın yok etmeye meyilli bir yanınının olduğunun göstergesi sanki
Bir tavsiye değil bu karalamalar
Belki bir karıncanın gölgesini aramak toprak yığınlarında
Koca kafalı bir kayanın, denizin dalgalarına düştüğü yenilgi birazda
Gözlerimden sıyırıyorum yağmuru
Etimi kemiğimden ayırırcasına
Bilemez siniz?
Dört parmağımla tutamayıp bir bardak çayımı
Baş parmağıma muhtaçlığımın kederini
Bu dünyada bir minderlik
Hayat artık alacakaranlık içinde bir uyuşukluktan, pırıltılar ve gölgeler arasında bir cansızlıktan, o iç güneşin bir karikatüründen ibarettir yalnızca; o iç güneş ki bizi kendi dışımızdaki maddeden üstün olduğumuza haksız yere inandırır. Hiçten fazla olduğumuzu kanıtlayan hiçbir şey yoktur. Parıldamalarımız anlıktır; düşüşler kuralımızdır. Hayat her an çürümekte olandır; tekdüze bir ışık kaybı, gecenin içinde yavan bir dağılmadır; asasız, halesiz, aylasız.
Başlangıçta, ışığa doğru ilerlediğimizi sanırız; sonra o hedefsiz yürüyüşten yorulur ve kendimizi yere bırakırız: Gitgide yumuşayan toprak artık bizi taşımaz: Açılır. Güneşli bir sona götüren bir güzergâhı boş yere izlemeye uğraşsak da, içimizde ve altımızda koyu karanlıklar genleşir. Kaymamız sırasında bizi aydınlatacak hiçbir pırıltı olmaz: Uçurum bizi çağırır ve onu dinleriz. Olmak istediğimiz her şey, bizi daha yukarıya yükseltme gücünü gösterememiş her şey, hâlâ üzerimizde durur.
Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremeyiz.
Kalabalık şehirlerden geçip yalnız varıyorduk gecelere
Bilmiyorduk kim gerçeği söylüyordu
Dünya; herkese biraz kirinden pasından bulaştırıyordu
Rüzgar, tozu yağmura teslim ederken oldukça hırçın
Yağmurda haklı bir gurur
Başkalaşmış kaç ruhu tekrar tekrar yoğurup duruyordu şehirler
Belki
Maskeli baloda olduğumuzu hiç bir zaman bilemedik
Şehirleri geçtik
Geceye vardık
Durup dinlendik
Aydınlık sabahlar için vaktimiz kalmamıştı.
Dağılalım
Şair artık susmuştu.
S . Karasu
İlk şiirimden son şiirime kadar tüm kozlarımı oynadım. Ruhumdan geriye kalan tek sermayem gri bir boşluktu. Gövdemi parça parça ederek cüssemi küçülttüm. Sonra aklımı bir mumun üstüne örttüm.
İç sesimden asla özür dilemeyeceğim. Affetmeyin beni. Ben kendimi aklayıpta gerdim çarmıha…
S. Karasu
Sana sığınmışlığımın asla pişman olmamış sabahlarını kutluyorum. Ve yüzümü her kenara sıyırışımda sana aitliğim çıkıyor ortaya…
Aleni, mahçup ve yaralı.
Haydi affet şimdi kendini
Yapabilir misin sevgili!
Ayaklarım sensiz bir cehennemin yolunu tutuyor.
S.Karasu
Ruhumun arka sokağında dolaşan kediler kadar tattım ben yalnızlığı
Çizgileri, adımlarıma hiç denk gelmeyen kaldırım taşlarını saydım onca zaman
Üretken bir yalnızlık mı bu bilmiyorum?
Her gün biraz daha çoğaltıyordum.
Atalarımdan kalmış çok hisseli bir miras gibi…
Davam uzun
Davam baştan kayıp
Beni bırakıp giderken başlatmış babam ilk