Hayat artık alacakaranlık içinde bir uyuşukluktan, pırıltılar ve gölgeler arasında bir cansızlıktan, o iç güneşin bir karikatüründen ibarettir yalnızca; o iç güneş ki bizi kendi dışımızdaki maddeden üstün olduğumuza haksız yere inandırır. Hiçten fazla olduğumuzu kanıtlayan hiçbir şey yoktur. Parıldamalarımız anlıktır; düşüşler kuralımızdır. Hayat her an çürümekte olandır; tekdüze bir ışık kaybı, gecenin içinde yavan bir dağılmadır; asasız, halesiz, aylasız.
Başlangıçta, ışığa doğru ilerlediğimizi sanırız; sonra o hedefsiz yürüyüşten yorulur ve kendimizi yere bırakırız: Gitgide yumuşayan toprak artık bizi taşımaz: Açılır. Güneşli bir sona götüren bir güzergâhı boş yere izlemeye uğraşsak da, içimizde ve altımızda koyu karanlıklar genleşir. Kaymamız sırasında bizi aydınlatacak hiçbir pırıltı olmaz: Uçurum bizi çağırır ve onu dinleriz. Olmak istediğimiz her şey, bizi daha yukarıya yükseltme gücünü gösterememiş her şey, hâlâ üzerimizde durur.
Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremeyiz.
Ne ağır bir hasta var içimde…
Kendimi dinliyorum…
İçimden tören alayları geçiyor. Kortejler…Sıkıntımdan parlayan pullar…
Bu kitap, her açıdan tahlil edilmiş, enine boyuna taranmış tek bir ruh halidir.
Şu an ki sıkıntımda ne huzur var, ne asalet, ne de var olma tiksintisine karışan o rahatlık: Yapmak zorunda bile olmadığım işlerin potansiyel yorgunluğunun yerine, sadece ve sadece, yapabilmiş olduğum işlerin sınırsızca yavaşlaması var.
“Gündüz bir hiçim, gece kendim olurum.”
F.PESSOA
——————————————————————
Okuma listemde hatırlayamadığım kadar uzun zamandır bekleyen; elime almaya cesaret edemediğim bu anlatı kitap ile yüzleşme vaktidir. Hayat bizi bu kadar duvara toslatırken sen ne yapabilirsin ki; Sayın: Fernando Pessoa.
Bilmediğim yerden yazdığın her satır kabulümdür.
Herkesin istediği gibi yaşadığı o uzak ülkenin özlemini duyuyorum. Belki de bu ülke çok yakın. Uzak olduğunu nereden çıkardım? Belediye otobüsüyle filan gidilebilir oraya. Gene kapılarını çalıyorum. Soruyorum: burada da eskiden nasıl tanınmışsam öyle davranmak zorunda mıyım?