Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Frankenstein: Felix,Agatha ve Baba
Samandan yaptığım zemine uzandım fakat uyuyamıyordum. Gün içinde olanları düşünüyordum. Beni en çok etkileyen, bu insanların kibar tavırları idi. Onlara katılmayı o kadar istemiştim ki, ama cesaret edemedim. Bir gece önce gaddar köylülerin bana neler yaptıklarını çok iyi hatırlıyordum. İleride nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyordum fakat şimdilik sessizce kulübemde yaşamaya devam edecek, hareketlerini izleyip onlar hakkında bilgi edinmeye çalışacaktım. Evdekiler sabah güneş doğmadan uyandılar. Genç kız evi düzenleyip, yemek hazırladı. Genç adam ise yemeğin ardından evden ayrıldı. Bugün de bir önceki günle aynı şekilde geçti. Genç adam sürekli dışarıda çalışıyor, genç kız evde değişik işlere bakıyordu. Sonradan kör olduğunu fark ettiğim yaşlı adam ise boş vakitlerini çalgı aletini çalarak ve derin derin düşüncelere dalarak geçiriyordu. Gençlerin muhterem ev arkadaşlarına karşı sergiledikleri sevgi ve saygı hiçbir şeyle ölçülemezdi. Ona karşı tüm görevlerini şefkat ve nezaketle yerine getiriyorlardı. O da iyi yürekli gülümsemesini onlardan esirgemiyordu. Pek mutlu gözükmüyorlardı. Genç adam ve kız sık sık ağlıyorlardı. Mutsuz olmaları için bir sebep bulamasam da, bundan derinden etkileniyordum. Böylesine mükemmel varlıklar mutsuz olabiliyorsa, benim gibi çirkin ve yalnız bir yaratığın mutsuz olması hiç ilginç değildi. Lakin, bu sevecen insanlar neden mutsuzlardı? Çok güzel bir eve (benim için öyleydi) ve her türlü konfora sahiplerdi, öyle ki soğuktan onları koruyacak bir ateşleri vardı, acıktıklarında yemek için lezzetli yiyecekleri ve çok güzel giysileri vardı. Daha da ötesi, birbirleriyle vakit geçirmekten ve muhabbet etmekten zevk alıyorlar, her an birbirlerine sevgi ve şefkatle bakıyorlardı. Peki bu göz yaşlarının anlamı neydi? Gerçekten acı çektiklerini mi gösteriyordu? Önceleri bu soruların cevaplarını bir türlü bulamıyordum. Gösterdiğim yoğun ilgiyle ve de zamanla, ilk başta çözemediğim bu bilmeceleri çözdüm. Bu sevimli aileyi üzen sebeplerden birini keşfetmem oldukça uzun bir süre aldı. Yoksullardı ve bunun acısını fazlasıyla çekiyorlardı. Tek besin kaynakları, bahçelerindeki sebzeler ve tek bir inekten elde ettikleri süt idi. O da, sahipleri onu doyuracak yiyecek sağlayamadıkları için, kışın oldukça az süt veriyordu. Sanırım çoğu zaman açlıktan muzdarip oluyorlardı, özellikle de genç olanlar. Çoğu zaman kendilerine hiç ayırmadan, tüm yiyecekleri yaşlı adamın önüne koyuyorlardı. Böylesine nazik tavırlar beni çok etkiledi. Geceleri, yiyeceklerinden kendim için bir parça çalıyordum. Fakat böyle yaparak, acılarını arttırdığımın farkına varınca, bundan vazgeçip, komşu ormandan topladığım meyve, yemiş ve köklerle yetinmeye başladım. Onlara yardım edebileceğim başka bir yol daha bulmuştum. Genç adam, günün büyük bir kısmını evdeki ateş için odun toplamakla geçiriyordu. Geceleri çoğu kez adamın nasıl kullandığını çabucak çözdüğüm aletlerini alıp, onlara birkaç gün yetecek kadar yakacak topladım. Bunu yaptığım ilk günü hatırlıyorum da, genç kadın kapıyı açıp kocaman bir odun yığını görünce şaşkına dönmüştü. Kadının yüksek sesle bir şeyler söylemesinin ardından, adam yanına geldiğinde o da şaşkınlığını gizleyemedi. Büyük bir zevkle gördüm ki,o gün ormana gitmedi,evi onarıp bahçeyle uğraştı. Yavaş yavaş çok daha önemli bir şey keşfettim. Bu insanların birbiriyle iletişim kurmak için bir yöntemleri vardı. Yaşadıklarını, hislerini birbirlerine anlamlı bazı sesler ile ifade ediyorlardı. Söyledikleri kelimeler, duyanların zihinlerinde ve yüzlerinde acı, mutluluk, gülümseme ya da üzüntü yaratıyordu. Bu âdeta ilahi bir kabiliyetti. Bunu öğrenmek için yanıp tutuşuyordum fakat bütün çabalarımda bir engelle karşılaşıyordum. Kelimeleri çok hızlı söylemelerinin yanı sıra, bu kelimelerin gözle görülen nesnelerle açık bir bağlantısı yoktu. Neden bahsettiklerinin gizemini çözebilmem için hiçbir ipucu elde edemedim. Uzun çabalarımın ardından ve ay birkaç şekil değiştirene dek kulübemden ayrılmayarak, bildik birkaç nesneye verilen isimleri keşfettim. Ateş, süt, ekmek ve odun kelimelerini öğrenip, kullanmaya başladım. Evdekilerin adlarını da öğrenmiştim. Genç ve arkadaşının birkaç ismi varken, yaşlı adamın tek ismi “baba” idi. Genç kız “kız kardeş” ya da “Agatha” diye çağrılırken, delikanlıya “Felix”, “erkek kardeş” ya da “oğlum” diyorlardı. Bu seslerin ne anlama geldiklerini öğrenip, telaffuz etmeye başladığımda hissettiğim sevinci anlatmam imkânsız. “İyi”, “sevgili” ve “mutsuz” gibi birkaç kelime daha öğrenmiştim fakat henüz ne anlama geldiklerini bilmiyor ve kullanamıyordum. Kış böylece geçip gitti. Evdekilerin yardımsever tavırları ve güzellikleri beni onlara daha çok bağladı. Mutsuz olduklarında üzülüyor, sevindiklerinde, mutluluklarını onlarla paylaşıyordum. Onların yanı sıra birkaç insan daha gördüm. Bunlardan eve giren olduğu zaman, gözlemlediğim sert tavırları ve kaba saba yürüyüşleri, arkadaşlarımın gözümdeki değerlerini daha da arttırdı. Yaşlı adamın çoğu zaman çocuklarını yüreklendirmeye çalıştığını, kederlerini bir kenara bırakmalarını söylediğini anlayabiliyordum. Onlarla neşe içerisinde konuşuyordu ve yüzündeki iyimserlik beni bile mutlu ediyordu. Agatha onu saygıyla dinler, bazen yaşla dolan gözlerini, kimse fark etmeden silmeye çalışırdı. Ancak görüyordum ki, babasının öğütlerinin ardından, Agatha’nın yüzü ve ses tonu daha neşeli bir hal alırdı. Durum Felix için aynı değildi. İçlerinde en üzgün olan her zaman Felix’ti. Benim yarım yamalak duyularım bile, en çok acı çekenin o olduğunu anlamıştı. En kederli ifade onda olsa bile, sesi kız kardeşinden daha neşeli olurdu, özellikle de babasıyla konuşurken.
Sayfa 120 - Timaş YayınlarıKitabı okuyacak
·
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.