Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bu yüzden bilimin gelişmiş olduğu her yerde din yok olmuştur. Zihnin bilimsel yollarda düşünmek ve yapmak üzere eğitildiği bir yerde din öylece ölüp gider; zihnin çiçekleri orada açmaz artık. Bilimsel zihnin toprağında, dinin tohumunun büyümesine izin vermeyen, onu öldüren bir zehir vardır. Nedir bu zehir? Bilim varoluşun sırrını çözmeye inanır. Din bu sırrın çözülemeyeceğini söyler. Anlayışın ne kadar derinleşirse, varoluş da o kadar gizemli, o kadar mistik bir hale dönüşür. Ve şimdi bilim ve din arasında bir köprü kurulması olasılığı var çünkü en büyük bilimadamları da bunu çok dolaylı bir yoldan hissetmiş durumdalar. Mesela Eddington, Albert Einstein ve diğerleri, varoluş hakkında ne kadar çok şey bilirlerse o kadar şaşırmışlar, çünkü ne kadar çok bilirlerse, bir o kadar daha çok şey bilmeleri gerektiği hissine kapılmışlardır. Daha çok şey bildikçe, bilgileri de daha yüzeysel görünür. Einstein neredeyse bir mistik olarak ölmüş, o eski, “Bir gün her şeyi biliyor olacağız” gururu yok olmuştur. Son derece meditatif bir ruh halinde, bir bilimada-mı değil daha çok bir şair gibi ölmüştür. Eddington, “Önceleri düşüncenin bir yan ürün olduğuna inanıyorduk- tıpkı Karl Marx’ın bilincin sosyal durumların bir yan ürünü olduğunu söylediği gibi- maddenin bir yan ürünü, bir yan tesiri, maddenin bir gölgesi. Madde esastır; bilinç ise sadece bir gölge, epey zayıf bir şeydir” yazıyordu. “Ben de tamamen ikna olmuştum” diyordu çünkü o devirde hakim olan iklim buydu. Batı’da üç asır boyunca iklimi bilim belirledi. Eddington da bu iklimde büyümüştü ama en sonunda, son günlerinde, nihai olarak söylediği şuydu: “Şimdi durum değişti. Soruşturmaların daha derinine indikçe dünyanın nesnelerden değil düşüncelerden oluştuğuna- varoluşun maddeden çok bilinç gibi göründüğüne de daha çok ikna oldum.” İyi haber bu; bilim büyük bir anlayışa erişiyor. Varoluşun sırrını çözme konusundaki başarısızlığından ortaya çıkıyor bu anlayış. Ama benzer bir anlayışı sözde dindar insanlar arasında görmüyorum. Onlar çok gerilerde kalıyorlar. Hepsi eski, ahmakça tarzlarda konuşuyorlar. Hala Vedalar’la veya İncil’le bozmuş durumdalar. Vedalar’ın veya İncil’in yanlış olduğundan değil, tamamen doğrular ama çok, çok eski, ilkel bir şekilde ifade edilmiş durumdalar. Modern bilimle buluşabilecek yetide değiller. Bize Albert Einstein’ın, Eddington ve Planck’ın kapasitesinde çağdaş mistikler gerekiyor. Benim buradaki çabam da bu, papağan gibi Upanishadlar’ı veya Veda’ları tekrar eden alimler değil çağdaş mistikler yaratmak. Hayır alimler yetmez. Bize çağdaş mistikler gerek; kalbinde yeni Upanishadlar’ın doğabileceği insanlar gerek bize. Bize İsa’nın konuştuğu gibi kendi adlarına konuşabilen insanlar gerek. Bize Tanrı’yı tecrübe ettiğini söyleyebilecek cesur mistikler gerek; kutsal kitaplar Tanrı’nın var olduğunu söylediği için değil, Tanrı’yı bildikleri için, sadece eğitimli, bilgili kimseler değil, bilge kimseler. İlim yeter artık. İlim sadece sıradandır; ilim modern bilimle gizemcilik arasında köprü oluşturmaz. Bize budalar gerek, Buda hakkında bilgisi olan kimseler değil. Bize meditasyoncular, aşıklar, de-neyimciler gerek. İşte o zaman bilimle dinin buluşup bir olacağı, kaynaşacağı gün gelmiş olacak. Ve o gün tüm insanlık tarihinin en müthiş günlerinden biri olacak; bu müthiş, kıyaslanamayacak, eşsiz bir kutlama günü olacak çünkü o günden itibaren şizofreni, bölünmüş insanlık dünyadan yok olup gidecek. O zaman bilim ve din diye iki şeye ihtiyacımız kalmayacak; tek bir şey yeterli olacak. Dışsal olan için bilimsel yöntembilimi, içsel olan için ise dinsel yöntembilimi kullanacak. Ve “gizemcilik” güzel bir sözcük; tek bilim veya tek din, ya da nasıl adlandırırsan onun için kullanılabilir o. “Gizemcilik” güzel bir isim olacak. O zaman bilim dışarıdaki gizemi, din ise içerideki gizemi arayacak, böylece gizemciliğin iki kanadı olacaklar. “Gizemcilik” her ikisini de belirten sözcük olabilir. Gizemcilik her ikisinin sentezi olabilir. Ve bu sentezle birlikte kendiliğinden birçok sentez daha gerçekleşecektir. Örneğin eğer bilim ve din gizemcilikte buluşabili-yorlarsa, o zaman Doğu da Batı’yla, erkek de kadınla, şiir de düzyazıyla, mantık da aşkla buluşabilir ve buluşmalar katman katman gerçekleşmeye devam eder. Ve bu bir kez gerçekleştiğinde, çok daha mükemmel, çok daha bütün, çok daha dengeli bir insana kavuşmuş oluruz. İkinci soru: Evrimin tüm amacı insan değil midir? Evrimin amacı yoktur. Amaç düşüncesi başlı başına sıradan bir şeydir; piyasadan gelir. Varoluş oyuncudur, amaca odaklı değil. Bu leela’dır, iş değil. Ama biz her şeyi hep ekonomi, iş açısından düşünüyoruz; hep piyasa açısından düşünüyoruz. Her şeyin bir amacı olmalı. İnsanlar bana gelip, “Meditasyonun amacı nedir?” diye soruyorlar. Mutlaka arkasında yatan bir amaç olması gerektiğini düşünüyorlar. Ama yok. Meditasyonun amacı kendisidir; bunun ötesinde bir amacı yoktur. Aşkın amacı nedir? Aşk başka bir şey için araç mıdır yoksa başlı başına bir amaç mıdır? Amaç, bölünme demektir; araçla amaç arasında bölünme. Bu yeşil ağaçların amacı nedir? Şarkı söyleyen bu kuşların? Gün doğumunun amacı nedir, ya da yıldızlı gecenin? Nedir amaç? Hepsinin bir amacı olsaydı, çok çirkin bir varoluşunuz olurdu. Ve soru sürüp gidecektir. “Amaç A’dır” dersen o zaman “A’nın amacı nedir?” sorusu ortaya çıkacak ve bunun sonu gelmeyecektir. Hiçbir amaç filan yoktur. Bu yüzden hayat bu kadar güzeldir. Biri Pablo Picasso’ya, “Resimlerinin amacı nedir?” diye sormuş. Picasso, “Neden bahçeye çıkıp güle sormuyorsun ‘Amacın nedir?’ diye. Neden güneşe ya da aya sormuyorsun? Beni neden rahatsız ediyorsun? Gül amaçsızca açabiliyorsa, ben neden resim yapamayayım? Resim yapmaktan zevk alıyorum ve hepsi bu kadar” diye yanıt vermiş. Ama çok sıradan bir zihne sahibiz; hep amaç açısından düşünüyoruz. Amaç “iş” demek, amaç, “bunu şunun için yapıyorum” demek. Ve bu amaç takıntısı yüzünden hiçbir şeyi kendini tamamen vererek yapamıyorsun. Yapamazsın da çünkü onu yalnızca kendisi uğruna yapıyor olmakla ilgilenmiyorsun. Ortada bir amaç söz konusu. Piyasada satıp para kazanmak için resim yapıyorsun. O zaman resmin müthiş olamaz çünkü resim yaparken kendini kaybede-mezsin. Sürekli, “Ne kadar gelir elde edeceğim? Bunu satmak mümkün olacak mı? Potansiyel müşteriler kim olabilir? Kime yaklaşmalı, nasıl reklam yapmalıyım?” diye düşünüyor olursun. Ve resim yapıyorsun! Resmin teknik açıdan düzgün icra edilmiş bir iş olabilir ama sanat olamayacaktır. Sen sanatçı değil, yaratıcı değilsindir. Gerçek sanatçı sanatının içinde kaybolur. Resim yaparken o yoktur artık: Fenâ halindedir, yoktur. Resim kendi başına gerçekleşmektedir. Resmi o yapmaz, yapan biri değildir o. İşte o zaman müthiş işler ortaya çıkar. Piyasada satılıp satılamayacağı ikincil bir şeydir; amaç o değildir, ressamın aklında bu yoktur. Onun da ekmeğe, peynire ihtiyacı vardır ve resmi satar ama bu ayrı bir konudur. Resmin amacı bu değildir; ressam onu yaparken aklında peynir ekmek yoktur. Düşünüyorsa da ressam değil sadece bir iş adamıdır. Teknik biri ile bir sanatçının arasındaki farkı hatırla: teknisyen aklında bir hedefle çalışan kişidir. Sanatçının ise başka hiçbir amacı yoktur- sanat uğruna sanat yapar. Hem neden, “Evrimin tüm amacı insan değil midir?” diye soruyorsun? Gidip de papağanlara sorsana. Evrimin amacının kendileri olduğunu düşünüyor olabilirler. Bak ne kadar yeşiller, gagaları nasıl da kırmızı. Onlara kıyasla senin neyin var? Ve güzel kanatları, oyun oynayarak zigzag uçuşları ve şarkı söyleyişleri. Evrimin amacının tümüyle kendileri olduğunu düşünüyor olmalılar. Ya da aslana veya file sor. Amacın kendileri olduğunu düşünüyor olmalılar. Sanıyor musun ki aslan evrimin amacının insan olduğunu düşünüyor? Aslanların incillerinde “Tanrı aslanı kendi suretinden yarattı” diye yazıyor. Bu zavallı insan hakikaten de çok zavallı. Sende ne aslanın enerjisi, ne kartalın uzaklara uçabil-me kapasitesi, ne filin zarafeti, ne de bir nilüfer çiçeğinin güzelliği var. Neye sahipsin ki evrimin amacı olduğunu, Tanrı’nın seni özel olarak yarattığını düşünüyorsun? Egoist birinin yoludur bu; egonun yoludur. Ego “Evrimin tüm amacı benim” diye düşünmek ister. Şimdi bir düşün bakalım, evrimin amacı kadın mı yoksa erkek mi? Erkeksen erkektir, kadın san tabii ki kadındır diye düşüneceksin. Peki düşün- erkeksen ve amaç kadın değil erkektir diye düşünüyorsan o zaman beyaz erkek mi yoksa siyah mıdır amaç? Siyahsan siyah, beyazsan beyazdır diye düşüneceksin. Bu konunun derinine indiğinde sonunda varacağın nokta, “Evrimin tüm amacı benim” olacaktır. Şu saçmalığa bak! Kısa bir Rus meseli var: Adamın biri yolda yürürken üç kere aynı yere tükürmüş. Adam yoluna devam etmiş ama tükürük birikintileri oldukları yerde kalmışlar. Bunlardan biri, “Biz buradayız ama adam yok” demiş. Diğeri, “Gitti o” diye eklemiş. Üçüncüsü ise, “Buraya gelişinin tek nedeni bizi buraya yerleştirmekti. Bu adamın hayatının amacı biziz. O gitti ama biz hala buradayız” diye eklemiş. Her türlü egoist düşünceyi bir kenara bırak. Hiçbir amaç yok; ne erkek ne kadın, ne kuşlar ne de hayvanlar. Bir amaç, bir hedef yok. Varoluş herhangi bir şeye doğru ilerlemiyor. Hiçbir hedef gütmeyen saf coşku, canlılık, şenlik o. Hayat kendinden zevk alır, enerji kendinden zevk alır. O zıplayıp dans eden, çığlıklar atan bir çocuk gibidir. Çocuğa bunu ne amaçla yapıyorsun diye sorarsan sorunun ahmaklığına hayret edecektir. Çığlık atmak, zıplamak, dans etmek başlı başına yeterlidir. Başka ne amaca gerek var ki? Ama büyüdükçe bunu unutursun; sadece para eden şeyler yapmaya başlarsın. Ancak iyi bir getiri-si olan şeyleri yaparsın. Yoksa şu soru yakanı bırakmaz: “Ne amacı var?” Amaçsızca şarkı söylemezsin. Dans etmez, aşık olmaz, resim yapmazsın. Ne amacı var? Sana para ödenmedikten sonra hiçbir şey yapmazsın! Demek ki her şeyin amacı para. Peki paranın amacı ne? Sen gideceksin ve para kalacak. Yüz rupilik banknotlar arkandan, “Demek ki bu adamın hayatının amacı bizdik. Şimdi o gitti ama biz hala buradayız. Dünyaya geliş nedeni bizi toplamaktı, başka ne olacak?” diye konuşacaklar. Sen gideceksin, evin kalacak ve ev, “Bak sen!” diyecek. “Bu adamın hayatının amacı bizmişiz demek ki.” Hiçbir hedef yoktur. Bu anlayış insana özgürlük getirir; ben spiritüel görüş diye bu anlayışa derim. Bir amaç uğruna yaşayan kişi bir materyalisttir; hiçbir amaç gütmeden sadece yaşayan, sanki bir sabah yürüyüşüne çıkmışçasına, belli bir yere gitmeden
·
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.