Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Cavidi ile Fedahet el Cemal 'in öyküsü
Bir zamanlar, hem güzel , hem zarif ve çok maharetli bir kadına aşıktım. Gül pembesi yanakları, zambak beyazı alnı, mercan kırmızısı dudakları olan bu güzel kadının, inci gibi dişleri, nar gibi de memeleri vardı. Ufacık ağzı bir yüzük gibi açılır, dili mücevher gibi parlardı. Kısık, kara gözleriyle baygın baygın bakar, şeker gibi tatlı sesiyle adeta bülbül gibi şakırdı. Vücudunun her yeri yuvarlacık, cildi taze tereyağı gibi yumuşak, ruhu ise elmas gibi saftı. Ferci, dolgun ve bir yay gibi kavislerle kaplıydı. Ortası, ateş saçan bir kırmızılıktaydı. Hiç ıslak değildi, her dokun- duğumda kupkuruydu. Benim sevgilim yürüyünce, kubbe gibi bacaklarının arasından görünürdü. Hele yatınca ters çevrilmiş bir fincan gibi kabarıktı. Bu kadın benim komşumdu. Etraftaki diğer kadınlar benimle konuşur, şakalaşır, tekliflerimi de sevinçle karşılarlardı. Onlar bana ben onlara, okşayıp öpüşmelerle karşılıklı keyfimize bakardık. O güzel komşum hariç, hepsinin koynuna girmiştim. Ama en çok ondaydı göziim. Bunu bilmesine karşın, bana hiç yüz vermiyordu. Nihayet onu bir yerde sıkıştırıp kur yapmaya ve onu eğlendirip neşelendirmeye çalıştım. Sonra da ona olan isteğimi belirttim. Bunun üzerine, bana, ne anlama geldiğini bir türlü çôzemediğim şu şiiri okudu: Bak işte gözlerinin önünde durur Dağın doruğundaki beyaz çadır Bilirsin çadırı orta direk korur Gördüğününse bir dayanağı yoktur Çökmüş ortası, çözülmüş ipleri Kalakalmış kulpsuz vazo misali Yeter artık bu çektiklerim dedi Çadır, tencere çukuruna benzedi Ben ona aşktan meşkten bahsederken, o bana dönüp bu dizeleri okuyor. Dediğim gibi bunlardan bir anlam çıkaramadığım için de sus pus oturuyorum sonra. Ama gün geçtikçe onunla yatmak arzum giderek artıyor, beni bunaltıyordu. Baktım bu böyle olmayacak, tanıdıklarıma (ki, içlerinde akıllı ve bilge kişiler, filozoflar vardı) danışıp, bu şiirin ne anlama geldiğini sordum. Hiçbiri bu muammayı çözemedi. Bir zaman sonra, Ebu Nuvass adlı bir bilgeden söz edildiğini duydum. Bana bu bilmeceyi ancak onun çözebileceğini söylediler. Hemen yola çıkıp uzak bir şehirde oturan bu bilgenin yanına gittim. Derdimi anlattım ve o muamma gibi şiiri okudum. Ebu Nuvass , şiiri dinledikten sonra bana şunları söyledi: "Bu kadın seni öyle seviyor ki, gözü senden başka erkeği görmüyor. Bu, çok güzel ve balık etinde bir kadın, değil mi?" Ben de, "Evet, aynen öyle!" dedim. "Nasıl bildiniz ki? Sanki onu ttınıyor gibisini:A-? Ama onun bana aşık olduğunda yanıldınız sanırım. Çünkü, hiç bana böyle bir söz söylemedi." Bilge, "Kocası var mı bu kadının?" diye sordu. "Evet, var,'' dedim. Ebu Nuvass bu sefer, "Galiba senin alet biraz küçük. Böyle bir şeyle onu tatmin etmen, ateşini söndürmen kolay değil. Onun istediği şöyle okkalı bir şey. Kendine öyle bir sevgili arıyor," dedi. Ben de, "Kuşkularınız yersiz. Hamdolsun aletim, bana da yeter ona da !" diye karşılık verdim. Bunun üzerine Ebu Nuvass, bu durumda endişe etmeme hiç gerek olmadığını söyleyip, şiiri açıklamaya başladı: "Sözünü ettiği beyaz çadır, dolgun ve müthiş güzel bir ferci temsil ediyor. Dağla da uyluklarını kastediyor. Bu çadırı hayatta ve ayakta tutacak o olmayan orta direk ise kadının kocasız, erkeksiz olduğunun açık bir feryadı. Kulpsuz bir vazo da, aslında bir yere asılacak ya da bir el tarafından tutulacak bir kulpu olmayan kovaya bir benzetme oluyor. Burada kova kendi ferci, kulp da sahip olmadığı erkeğin uzvu. İplerin çözülüp çadırın ortasının çökmesi de, direksiz kalmış bir çadırın, desteklenmiş bir çadırla kıyaslanması. Çünkü onu destekleyip, aşka doyurup ayakta tutacak ne bir koca, ne bir uzuv var. Tencerenin çukuru ise, kadınların şehvete düşkünlüğünün derecesini gösteriyor. O sana bu sözlerle, fercini, içinde tirit pişirilen tencereye benzetiyor. Bildiğin gibi, tirit pişirilirken, uzun ve sağlam bir aletle. yani medelek ile tencerenin altı üstü, sağı solu durmadan karıştırılır. Eğer bu yapılmazsa aşın tadı tuzu kalmaz. Bu işi öyle küçük bir kaşıkla yapamazsınız. Kaşığın sapı kısa kalır, elin yanar. Ey Cavidi, kadının şiirinin anlamı bu. Şayet senin alet iyi bir tirit yapacak kadar sağlam ve kallavi değilse, hiç bu kadına yanaşma. Sana mesajını açıkça vermiş. Medelek tencereyi iyi karıştırmazsa tencerenin dibi tutar, yemek de yanar. Yani kadını tatmin olmamış bir şekilde ortada bırakırsın. Şimdi kadının amacını anladın mı? Onu ateşlendirip de sonra o ateşi söndüremezsen diye korkuyor, bunun için de sana gereken her şeyi söylüyor. Şimdi söyle bakalım, nedir o kadının adı?" Bu bilgeliğe hayran olup hemen cevapladım: "Fedahet el Cemal (güzelliğin şafağı)." "Şimdi dön evine ve kadına git," dedi bilge. "Sonra ona şu dizeleri oku. Göreceksin ki bu işin sonu Tanrı'nın izniyle mutlu bitecektir. Sonra yine gel , neler olduğunu bana anlat." Dediklerini yapacağıma söz verdim. Ve Ebu Nuvass'ın okuduğu şu şiiri ezberledim: Anladım dediğini ey Fedahet el Cemal Yanlış yorumlamama hiç yok mahal Karşındakini cazibenle mest edersin Ama önce değer mi sana test edersin Sana olan aşkımla cin çarpmışa döndüm Gül gibi sarardım, fener gibi söndüm İstediğin bende hem de tam sana göre İnanmazsan bir bak istersen bir dene Daha adını anınca kalkar aletim şaha Kurduğu çadır ancak yaraşır padişaha Al onu nazikçe tepelerinin yamacına Aletim o fercini ulaştırsın amacına Hem vazoya kulp olur hem çadıra direk Böyle böyle sen de alışırsın giderek Yerleşip yuvasına rahat etsin orada Yaşasınlar sevinçle ikisi birarada Arıyorsan kendine sağlam bir medelek İşte benimki! Bazen şeytan bazen melek Senindir! Gönlünce karıştır tencereni Beni tanırsan kapatırsın ele pencereni Ebu Nuvass ' la vedalaşıp, Fedahet el Cemal'e doğru yola çıktım. Sonunda evine ulaştım. Her zamanki gibi yalnızdı. Yüzü tan yeri kadar güzeldi. Beni görünce "Ey Tanrı 'nın arsızı ! Bu vakitte niye geldin kapıma?" dedi. "Ah kadınım!" dedim. "Sebebim çok önemli !" "Anlat bakalım neymiş? Belki bir çaresini buluruz." "Kapıyı kilitlemezsen ardımdan, imkansız anlatmam." "Bugün çok cesursun. N'oldu, hayrola?" diye sorunca, "Cesaretim şiirinden !" dedim ona. Fedahet "Ey kendi canına düşman adam!" dedi. "Şimdi kapıyı kilitlerim, ama ya beni tatmin edemezsen o zaman ben seni ne yapayım?" "İzin ver de sana seni nasıl mutlu edeceğimi kanıtlayayım," dedim. Bunları duyunca gülerek içeri girdi . Kölelerden birine kapıyı kapatmasını söyledi. Ben ardından gidip, sürekli ola- rak ona ilan-ı aşk ediyordum. O ise, bunlara karşılık yine kendi şiirini okudu. Onu dinledikten sonra, bu sefer ben Ebu Nuvass ' ın bana ezberlettiği şiiri ona okudum. Ben okudukça o heyecanlandı. Titreyip gerinmeyc başladı . Artık onu elde edebileceğimi anlamıştım. Şiirim bitince, aletim öyle bir kalkmıştı ki, Fedahet onu görünce dayanamadı. Yanıma gelip benimkini eline aldı ve iki eliyle fercinin dudaklarına yöneltti. O zaman "Ey gözümün bebeği ," dedim. "Burada olmaz, yatağına gidelim." "Niye olmazmış ki, kötü karının oğlu? Bak işte aletin hazır, başım dönüyor baktıkça. Böyle azametlisini görmemiştim. Hadi, tut onu , şu leziz, dolgun, tatlı mı tatlı, güzelliği dillere destan, aşkı uğruna ölüp gidenlerin olduğu, senden iyilerin bile ulaşamadığı fercime sok, dibine kadar." İnat edip "Hayır," dedim. "Yatak odana girmeden olmaz!" Fedahet, "Şu körpecik fercime şimdi şu anda girmezsen ölüp giderim karşında!" dedi . Ben odasına gitmek istediğimi yineleyince, dayanamayıp "İmkansız, bekleyemem ki o kadar!" diye bağırdı. Gerçekten dudakları titriyor, gözleri yaşarıyordu. Birden vücudu sarsılmaya, teninin rengi solmaya başladı ve hemen yere uzanıp, pembe renkli billur gibi parlayan bacaklarını kalçalarına kadar açıverdi. Eğildim ve o peşinde koştuğum fercine baktım. Ortası erguvan renkli o yumuşak ve dolgun tümsek açılıp açılıp kapanıyor, kapanıp kapanıp açılıyordu. Fedahet uzvuma uzanıp onu öptü ve "Dinim aşkına," dedi . "Bu alet fercime girmeli." Sonra yaklaşıp kendini bana kaldırdı ve uzvumu dölyoluna geçirdi. Artık geri çekilemiyordum. Aletimin başı daha fercinin dudaklarına değer değmez zaten bütün bedeni tir tir titreme- ye başlamıştı. Derin derin nefesler alıyor, beni göğsüne bastırıyordu. Ben de bu durumdan faydalanıp onun fercini seyrediyordum. Ortasındaki erguvani renk, beyazlığını daha da belirginleştiriyordu. Yusyuvarlacık ve kusursuzdu. Tanrı'nın yarattığı şaheserlerin içinde bir şaheserdi. Göz kamaştıran bir mucizeydi!
·
290 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.