Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

ne leyla ne şirin ne aslı gerçek efsane zehra'nin öyküsüdür
Dinimizin koruyucusu Şeyhimizin (Yüce Tanrı ondan razı olsun) yazdığına göre, çok önceleri, serveti ve orduları dillere destan bir kral varmış. Bu kralın hem güzellikleri hem hünerleri birbirinden üstün yedi de km varmış. Bu kızlar, aralarına hiç erkek çocuk karışmadan birbiri ardından doğmuşlar. O zamanların güçlü kralları, hükümdarları bu kızlar ile evlenmek isterlermiş ama kızlar kimseye yüz vermezmiş . Yedisi de erkek gibi ata biner, erkek gibi giyinirmiş. Kılıç , kalkan, mızrak kullanmada öyle ustaymışlar ki, erkekler başa çıkamazmış onlarla. Herbirinin ayrı ayrı sarayları, köleleri ve hizmetçileri varmış. İçlerinden birine talip olan erkek, kızların babası olan krala başvurur, o da bunu kızına iletirmiş. Ama yedisinin de cevabı hep "Asla, Allah yazdıysa bozsun!" olurmuş. Kızların bu davranışları biraz garip karşılanıyormuş , kimse nedenini bilmiyormuş. Bu durum, babalarının ölümüne kadar böyle sürüp gitmiş. O zaman en büyük kız babasınıın yerine geçip kraliçe olmuş. Bu en büyük kızın adı Fazıl Cemal (güzellik çiçeği), sonrakilerin de sırasıyla, Sultan el Akmer (mehtabın sultanı), Bedia el Cemal (eşsiz güzel), Verda (gül), Mahmude (değerli), Kamile (kusursuz) ve Zehra (beyaz yüzlü güzel) imiş. En küçükleri Zehra, içlerinde en akıllı ve en zeki olanıymış . Ava da çok meraklıymış. Bir gün avdayken, bir başka avcı ile karşılaşmış . Adam selam verince o da karşılık vermiş. Zehra'nın yanında yirmi atlı olduğunu gören süvari, onu önce erkek sanmış ama sesinden dolayı kadın olabileceğini düşünmüş. Ama Zehra'nın yüzünü örten haik nedeniyle ne olduğuna karar verememiş . Sonunda, cariyelerden birine yaklaşıp sormuş. Kadın olduğunu öğrenince Zehra 'ya doğru at sürüp, onunla konuşmaya başlamış. Biraz sonra bir su başına varmışlar. Süvari, yemeğini onunla paylaşmak istemiş ama Zehra ne yiyeceklere el sürmüş ne de yüzünü açmış. Ama prensesın hali tavrı , zarafeti , incecik beli, narin ellerini izlemek, süvarinin içine aşk atqi düşürmeye yetmiş de artmış bile. Sonra süvari Zehra'ya sormuş: "Sizin kalbinizde arkadaş- lığa yer var mı?" diye. Zehra "Bir erkeğin bir kızla arkadaş olması uygun değildir. Kalpler yakınlaşır yakınlaşmaz, şehvet duyguları öne çı- kar. İkisi de sonunda şeytana uyarlar, çok geçmeden de dillere düşüp rezil olurlar," demiş. Süvari "Ama bu arkadaşlık gerçek sevgi ve saflığa dayanırsa , ihanet ve yalanlardan uzaksa?" diye üstelemiş. Zehra ödün vermemiş: "Eğer bir kadın , erkeğe olan duygularına mani olamazsa, iftiradan ve aşağılanmaktan kurtulamaz. Acılarıyla orta yerde yalnız başına kalıverir." "Ama bizim aşkımız gizli kalabilir. Bu kuytu yer bizim buluşma yerimiz olabilir. Kimsenin haberi olmaz!" Mutlaka bir duyan bir gören olur. Yakalanırız ve herkesin diline ui.işeriz." "Ya aşk? Aşk yaşamın sevinci, mutluluğun kaynağı değil mi? Sevgililer buluşup koklaşmadan, sevişip okşanmadan nasıl mutlu olabilirler ki? Kim aşk uğruna her şeyi göze almaz, her şeyi feda etmez?" "Sözlerin aklımı, bakışların kalbimi çeliyor. Artık bu konuyu kapatsak iyi olacak," demiş Zehra. "Bu sözlerin benim için zümrütlerden daha değerli. Ve doğru söylüyorsan. Ama aşk ateşi içime düştü bile benim. İçime kök saldı. Onu oradan söküp atamam. Senden ayrı olursam artık yaşayamam." Zehra ayağa kalkıp "Yeter artık!" uiye sert bir sesle konuşmuş. Sonra "Tanrı isterse yine bir gün karşılaşırız," demiş, vedalaşıp atına binmiş ve adamlarıyla beraber oradan uzaklaşmış . Bu süvarının adı Ebu el Heyca imiş. Babası Harun, çok ünlü ve çok zengin bir tüccarmış. Malikaneleri, prensesin sarayına bir günlük bir yoldaymış. Ebu el Heyca eve dönmüş , ama artık yerinde duramaz, gözüne uyku girmez bir adam olmuş . Sonunda bir temür151 kuşanmış , başına siyah bir sarık sarmış, kılıcını da temürünün içine saklayıp, can yoldaşı zenci Mümin'i yanına alıp düşmüş yola. Bütün gece ve gün yol almışlar, Zehra'nın sarayının yakınlarına gelmiş- ler. Oralardaki tepelerin arasında buldukları bir mağaraya saklanmışlar. Genç aşık, bir ara dışarı çıkıp sarayı gözlemiş, bir gelen bir giden var mı diye bakmış . Ama hiçbir şey göremeyince, gün batarken mağaraya geri dönmüş, arkadaşının dizine yatıp uyumaya başlamış. Bir zaman sonra, can yoldaşı onu uyandırmış . Ebu el Heyca "Ne oluyor Mümin, ne var?" diye sormuş . Mümin, "Efendim, mağarada sesler duydum. Galiba bir de meşale yakıldı," diye cevap vermiş. Ebu el Heyca, hemen kalkıp, koca mağarayı dikkatle araştırınca. Mümin'e hak vermiş . Çünkü mağaranın dibinde bir yerlerden zayıf bir ışık görülüyormuş. Işığa doğru ilerlemişler, karşılarına büyük bir dehliz çıkmış. Genç adam, sadık kölesine yerinde kalmasını söyleyip, dehlizin içine dalmış. Orada bir mahzen görmüş, hemen oraya yönelmiş. Oraya açılan bir aralıktan bakınca ne görsün? Koca dağın altına sanki bir saray oyulmuş ! Her yer altın dolu, göz kamaştıran eşyalar, daha neler neler. Genç aşık, daha dikkatle bakınca Zehra'yı ve onun etrafındaki birbirinden güzel yüz bakireyi görmüş. Hepsi birden yiyip içiyorlarmış. Gördüklerinden şaşırmış, hemen Mümin'in yanına gidip, "Hemen kardeşim Ebu el Hahk'a git, al onu buraya getir!" demiş. Mümin, deli gibi at sürüp, efendisinin en yakın ve en sevdiği bu arkadaşını bulmuş. Olanları anlatmış. Ebu elHalfik da hemen kılıcını kuşanıp gıyınmiş, en güvendiği kö- lesini çağırmış ve üçü birden doludizgin mağaraya gelmişler. O zamanlar, Ebu el Heyca, Ebu el Haluk ve Mi.imin en korkusuz üç yiğit diye bilinirlermiş çevrelerinde, kimse on- larla baş edemezmiş. Ebu el Heyca, arkadaşını görünce koşup sarılmış , ve ona Zehra'yı gördükten sonra olanları bir bir anlatmış. Ebu el Haluk, şaşkınlık içinde dinlemiş . Karanlık tekrar basınca, mağaradaki o mahzende gene meşaleler yakılmış, ziyafet başlamış. Genç aşık, arkadaşına "Git şu aralıktan bak. O zaman hem bana hak verecek, hem de sözlerimin doğruluğunu anlayacaksın ," demiş. Ebu el HalGk söyleneni yapıp içerideki zenginliği, genç bakireleri ve Zehra'nın güzelliğini görünce adeta büyülenmiş. "Hangisi senin aklını başından alan bunların içinde?" diye sormuş. Ebu el Heyca, "Şu mücevher kakmalı tahta oturup, eşsiz endamı, tatlı tebessümü ile alev gibi parlayan kız var ya, o!" diye cevap vermiş . Ebu el HalGk "Ya biraderim, gözünden kaçan bir şey var," demiş. "Neymiş o?" "Burası pek öyle namuslu bir yere benzemiyor. Söylediğine göre buraya hep gece geliyorlar bunlar. Durmadan da yiyip içiyorlar. Pek hoş değil doğrusu!" "Peki ne olacak?" "Bence sen Zehra'ya yaklaşırsan anca burada yaklaşırsın. Allah'ın izniyle beraberce bunu sağlarız." "Neden?" diye sormuş Ebu el Heyca. Arkadaşı .. Anlaşılan burası bir fuhuş yuvası. Ve sanırım senin sevdiğin kız, kızlarla sevişmekten hoşlanıyor. Demek ki erkt:klere ilgisi yok." "Ah kardeşim," demiş Ebu el Heyca. "Senin görüşlerine güvendiğim için gelip bana yardım etmeni istedim. Haklısın. Peki şimdi ne yapacağız?" "Sabah ola hayır ola !" Ertesi sabah, o aralığı genişletmişler, oradan geçecek duruma getirmişler. Atlarını da, vahşi hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için emin bir yere gizlemişler. Sonra dördü birden ellerinde kılıçlarıyla içeri girip etrafı araştırmaya başlamışlar. İçerideki şamdanlardan birini yakınca, gördüklerine inanamamışlar. Binbir değerli eşyayla bezenmiş, süslenmiş bir yeraltı sarayıymış burası. Birçok odada yataklar, sedirler, değerli halılar, üzerleri yiyecek dolu sofralar varmış . Sonunda küçük bir kapıya varmışlar. Kapının küçüklüğü i lgilerini çekmiş. Ebu el Halık, "Galiba bu kapı saraya giden bir tünele açılıyor," demiş. Sonra hep beraber, orada kimsenin onları göremeyeceği ama onların her yeri görebileceği kuytu bir yer bulup gizlenmişler, beklemeye başlamışlar. Akşama doğru, zenci bir cariye, elinde bir meşaleyle o kapıdan girip bütün şamdanlardaki, avizelerdeki mumları yakmış. Yatakları düzeltmiş , sofraları hazırlamış . Türlü türlü et yemekleri, içkileri ziyafete hazırlamış. Sonra da her yere güzel kokulu sular serpmiş. Biraz sonra da bütün genç kızlar görünmüşler. Yarı bitkin bir halde divanlara uzanmışlar. Cariyeler de onlara yiyecekler taşımışlar. Biraz sonra hep birlikte yiyip içip şarkılar söylemeye başlamışlar. Dört erkek, onların içkiden adamakıllı mahmur olduklarını anlayınca, kılıçlarını sıyırıp hemen içeriye dalmışlar ve kılıçlarını kızların başları üstünde çevirmeye başlamışlar. Sonra kızların peçelerini çıkarıp giydikleri haiklerin önlerini açmışlar. Zehra, yerinden kalkıp bağırmış hemen: "Kimsiniz siz? Gecenin bu vaktinde buraya nasıl geldiniz? Yerden mi bittiniz, gökten mi düştünüz? Ne istiyorsunuz?" Erkekler hepsi birden, '·Sevişmek ve düzüşmek istiyoruz !" diye bağırmışlar. Zehra "Kiminle?" diye sormuş . Ebu el Heyca "Seninle gözümün nuru," uiyerek ona yaklaşmış. "Kimsin sen?" "Ben Ebu el Heyca'yım." "Beni nereden tanıyorsun?" "Avda karşılaşıp sohbet etmiştik." "Buraya nasıl ve niye geldin!" "Tanrı'nın izniyle ! Seni görmek için." Zehra bu cevabı duyunca soru sormaktan vazgeçmiş , bu adamlardan nasıl kurtulacağını düşünmeye başlamış. Genç kızların arasında, fercleri zırh gibi mühürlü olup da hiçbir erkeğin bozamadıkları da varmış, Muna (arzu yatıştıran) gibi ne yese bana mısın demeyenleri de. Zehra , kendi kendine "Ben bunlara öyle bir şart koşayım ki, başarısız kalsınlar, ya da ilikleri kuruyuncaya kadar düzüşsünler, sıra bana gelince de bu Ebu el Heyca bana ilişemeyecek kadar yorgun olsun," diye düşünüp bir plan yapmış. Sonra genç adama, "Peki !" demiş . "Ama şartlarımı yerine getiremezsen, bana elini sürmeyeceğine söz vermelisin!" "Peki, söz veriyoruz," diye hepsi cevap vermiş . "Üstelik hepiniz benim esirim olacak ve her emrime itaat edeceksiniz, kabul mü?" Gene dördü birden "Kabul !" diye bağırmışlar. Zehra bunun üzerine hepsini sözlerini tutacaklarına yemin ettirmiş . Sonra elini Ebu el Heyca' ya uzatıp, "Sen," demiş. "Buradaki seksen bakireyi ardarda bozacaksın ama hiç boşalmayacaksın! Sana şartım bu." Ebu el Heyca, heyecanla "Kabul ediyorum," diye bağırmış . Onu hemen içinde birçok yatak olan bir odaya sokup seksen bakireyi an.iarda içeri göndermiş . Adam hepsini birerkadın yapmış ama bir damla bile boşalmamış . Bütün kızlar buna şehadet edince, herkes Ebu el Heyca'nın erkeklik gücüne ve dirayetine hayran kalmış. Prenses zenciye dönüp "Sen!" demiş . "Adın nedir?" Hepsi birden "Mümin" diye cevap vermişler. Zehra, parmağıyla Muna'yı gösterip "Elli gün elli gece bu kadınla kapa- nıp, hiç durup dinlenmeden onu düzeceksin. İster boşal , ister boşalma. Sen bilirsin. Ama yorulur da dinlenmek istersen, şartı bozmuş sayılırsın," demiş . Diğerleri bu şartın çok ağır olduğunu söyleyip, bağırarak itiraz etmişler ama Mümin onları susturup "Kabul ediyorum," demiş . Çünkü o kendi gücünü çok iyi biliyormuş . Sonra Muna'nın yatak odasına gitmişler ve Zehra. kadına en ufak bir duraklamada kendisine haber vermesini söylemiş. Genç kız, bu sefer, diğer adama dönüp, "Peki ya sen kimsin?" diye sorunca, "Benim adım Ebu el Halk," demiş sadık arkadaş . "Sen ise bu kadınlarla kızların arasında gece gündüz otuz gün kalacaksın. Aletin hep kalkmış olacak ve hiçbirine elini bile sürmeyeceksin." Sonra son adama sormuş adını, o da "Felah" (emeline ulaşan) demiş. "Sen de burada kalıp hepimize hizmet edeceksin." Zehra, akıllı davranıp, adamların şartları yerine getiremediklerinde, bir bahane yaratmamaları için hepsine ne yemek istediklerini sormuş. Ebu el Heyca, içecek olarak balla karıştırılmış deve sütü, (hiç su istememiş), yiyecek olarak da bol etli, bol soğanlı nohut yahnisi istemiş . Ebu el Halk, etli soğan yahnisi, içecek olarak da soğan suyu ile inceltilmiş bal istemiş. Mümin ise, bol bol yumurta sarısıyla ekmek. Ebu el Heyca, şartını yerine getırınce, Zehra 'ya artık kendisini teslim etmesini söylemiş . Ama Zehra "Olmaz öyle şey. Şartım, hepinizin görevlerinizi eksiksiz yapması üzerineydi, sadece seninkini değil!" diye terslemiş onu. Ve eklemiş : "Biriniz bile başaramazsanız, hepiniz kölem olacaksı- nız, unutmayın!" Ebu el Heyca, çaresizce, orada oturup, yiyip içerek arkadaşlarının nasıl bir sonuç alacağını beklemeye başlamış. Prenses, başlangıçta hepsinin, en azından birinin pes edeceğini düşünüyormuş . Ama aradan yirmi gün geçmiş, tedirgin olmaya başlamış. Hele otuzuncu gün de geçince artık ağlamaklı olmuş . Çünkü o gün, Ebu el HalGk'un son günüymüş ve o da işini şanla şerefle bitirip, gelip arkadaşının yanına oturup. Mümin'in görevini tamamlamasını beklemeye başlamış . O andan itibaren, bütün ümidini, zencinin başarısızlığına bağlayan prenses, onun eninde sonunda pes etmesi için dua etmeye başlamış. Hergün Muna'ya birini gönderip haber sorduruyormuş, o azgın Muna da, adamın dur durak bilmeden kendini düzdüğünü, yornlmak şöyle dursun, daha da azgınlaştığını söylüyormuş hep. Ama, kendine bir şans daha yaratmak için, her iki adama bunun tersini söylemiş Prenses . Demiş ki: "Muna haber gönderdi, Mümin'in bacakları titremeye başlamış!" diye. Bunu duyan Ebu el Heyca, prensesin tuzağına düşüp hırsla ayağa kalkmış ve içeriye doğru bağırmış: "Hele o Mümin görevini yerine getirdikten sonra, düzüşmeyi ilaveten daha bir on gün daha sürdürmezse, ölümlerden ölüm beğensin!" Bunun üzerine Mümin. Zehra'nın bütün ümitlerini boşa çıkaran bir iştiyakle on gün daha kalmış içeride. Erkeğe doymayan Muna bile, bu görülmemiş erkeklik gücü karşısında pes edip zenciye hayran olmuş, o sönmeyen ateşi nihayet yola girmiş Sonunda Mümin de salona gelip arka- daşlarının arasına oturmuş . Ebu el Heyca, Zehra'ya dönüp, "Biz şartları yerine getirdik. Şimdi sıra senin sözünü tutmana geldi," demiş. Prenses "Haklısın !" diyerek kendini teslim etmiş ve Ebu el Heyca onun ne eşsiz bir kadın olduğunu o zaman anlamış . Zenci Mümin de Muna ile evlenmiş . Ebu el Halık ise, oradaki bakireler arasında en beğendiği ile yaşamını geçirmeye karar vermiş. Sonra hepsi o sarayda , ölüm onları ayırana dek mutluluk içinde, muhabbet içinde, zevk içinde yaşamışlar. Tanrı rahmetini bütün Müslümanlardan ve onlardan esirgemesin. Amin ! İşte, son öykü bu. Bu öyküyü size nakletmemin nedeni, erkeğin cinsel gücünü artıran yemeklerin ve reçetelerin etkisinin doğnı olduğunu kanıtlamaktı. Bütün bilginler bunların yararlarında hemfikirdir. Başka bir tarif daha vermek istiyorum: Ezilmiş veya dövülmüş soğanın suyundan bir ölçü alıp bunu iki ölçek saf bal ile karıştırın. Sonra bunu bir ocağın üzerine koyup soğanın suyu uçana kadar ısınmasını bekleyin, kalanını soğumaya bırakın. Bunun bir evkiyasını üç evvak su ile karıştırıp, kuru nohutu bunun içinde bir gün ve bir gece yumuşamaya bırakın. Bu içecek, kışları ve yatmadan önce içilmelidir. Bunun birazının bile sadece bır gün içilmesi, onu içenin uzvunu bütün gece boyunca direk gibi tutar, adama rahat huzur vermez. Hele hirkaç gece üstüste içilirse, erkeğe müthiş bir güç sağlar. Kendilerinden şikayetçi olmayan erkekler bundan uzak dursun. Yoksa ateşleri yükselir. Yaşlı ve zayıf bünyelilerin de bunu almayı üç günle sınırlandırmaları gerekir. Son olarak, bu reçete asla yazın kullanılmamalıdır.
··
729 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.