Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bundan sonra Nadir Şah’ın bütün millete karşı çıkardığı (fermân-ı âlî) okundu ki, Türkçesi şöyledir: Fermân-ı Şahî Önce Allahu Teala’ya sığınırım. Biliniz ki, Şah İsmail-i Safevî, 1501 senesinde zuhur etti. Câhil halktan bir kısmını yanında topladı. Bu alçak dünyayı ve nefsinin isteklerini ele geçirmek için Müslümanlar arasına fitne ve fesad soktu. Eshâb-ı Kirâm’ı söğmeği ve hidâyet yıldızlarına dil uzatmayı ortaya çıkardı. Böylece Müslümanlar arasına büyük bir düşmanlık soktu. Münafıklık ve saldırganlık bayraklarının açılmasına sebep oldu. Öyle oldu ki, kâfirler, rahat ve korkusuz yaşıyor, Müslümanlar ise, birbirlerini yiyor, birbirlerinin kanlarını, namuslarını telef ediyor. İşte bunun için Megan Meydanı’ndaki toplantıda, büyük-küçük hepiniz beni şah yapmak istediğiniz zaman, bu isteğinizi kabul edersem, siz de, Şah İsmail zamanından beri İran'da yerleşmiş olan bozuk inançlardan ve boş sözlerden vazgeçeceğinizi bildirmiştiniz. Kıymetli dedelerinizin mezhebi olan ve mübarek âdetlerimiz olan, dört halifenin hak ve doğru olduğuna kalb ile inanacağınızı ve dil ile de söyleyeceğinizi bunları, sövmekten, kötülemekten sakınacağınızı ve dördünü de seveceğinizi söz vermiştiniz. İşte bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, seçilmiş âlimlerden, dinine bağlı vüksek zatlardan soruşturdum. Hepsi dedi ki, Peygamberimiz’in (Aleyhisselâm) hak yoluna çağırdığı günden beri, Sahâbe-i Râşidîn olan dört halifenin (radi-yallahu anhüm) her biri, dîn-i mübînin yayılması için, canlarını ve mallarını feda ettiler ve bu uğurda, çoluk-çocuklarından, amca ve dayılarından ayrıldılar, her söze, iftiraya ve oka katlandılar. Bundan dolayı, Resûlullah Efendimiz Hazretlerinin (Aleyhisselam) hususi sohbetleri ile şereflendiler. Böylece; “Muhacirlerden ve ensardan, ileri olanlar...” (Tevbe-100) mealindeki ayet-i kerime ile medh ü senaya kavuştular. İyilerin efendisi vefat ettikten ümmetin işlerini gören Eshâb-ı Kirâm’ın büyüklerinin sözbirliği ile, hilâfete, birinci halife, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddîk (ra-diyallahu anh) getirildi. Bundan sonra, halifenin tayin ve Eshâb-ı Kirâmin kabul etmesi ile Hazret-i Ömer Fârûk (radıyallahu anh) ve ondan sonra, altı kişi arasından ve sözbirliği ile, Zinnûreyn Osman bin Affân (radıyallahu anh) ve bundan sonra, Allah’ın arslanı, şaşılacak şeylerin hâzinesi, Emîrü’l-mü’minîn Ali İbni Ebî Tâlib (kerremallahu vecheh) halife oldu. Bu dört halifeden her biri, kendi hilâfetleri zamanında, birbirleri ile uygun ve her türlü ayrılık lekesinden temiz idi. Kardeşlik ve birlik üzere idiler. Her biri, İslâm memleketlerini şirkten ve müşriklerin kininden korudular. Bu dört halifeden sonra, Müslümanlar iman ve itikatta birlik idi. Her ne kadar, zaman ve asırlar geçmesi ile, İslâm âlimlerinin oruç, hac, zekât ve başka yapılacak işlerde (ictihâd) ayrılıkları oldu ise de, inanılacak şeylerde, Resûlullah’ı (Aleyhisselam) ve Onun eshâbını sevmekte ve hepsini halis olarak tanımakta hiçbir kusur, noksanlık bozulduk ve gevşeklik olmadı. Şah İsmail’in ortaya çıkmasına kadar bütün İslâm memleketleri, böyle saf ve temiz idi. Sizler selim aklınızla ve temiz kalplerinizin irşadı ile, sonradan çıkarılan Eshâb-ı Kiramı sövmek yolunu, çok şükür bıraktınız. Din-i İslâm sarayının dört temel direği olan dört halifenin sevgisi ile kalplerinizi süslediniz. Bunun için, ben de, bu söz verdiğimiz beş kararımızı, gökler gibi yüksek, karaların ve denizlerin hakanı, Haremeyn-i Şerîfeyn’in hizmetçisi, yeryüzünün ikinci Zülkarneyn’i, büyük İslam padişahı, kardeşimiz, Rûm memleketlerinin sultanına bildirmeyi söz veriyorum. Bu işi arzumuza uygun olarak bitirelim, Bu yazdıklarımız, Allahû Teala’nın yardımı ile, çabuk meydana çıksın! Şimdi bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, allâme-i ulemâ (Molla Ali Ekber) molla başı ve başka yüksek âlimlerimiz bir tezkire yazdılar. Böylece bütün şüpbe perdelerini yırttılar. İyice anlaşıldı ki, bütün bu iftiralar, bidatler ve ayrılıklar, Şah İsmail’in çıkardığı fitnelerden doğmuştur. Yoksa ondan önceki zamanların hiçbirinde ve İslâm’ın başlangıcında, bütün Müslümanların imanları, düşünceleri tek bir yolda idi. Bunun için, Allahû Teala’nın yardım ile ve O’nun kalplerimize sunması ile, bu şerefli ve yüksek kararı almış bulunuyoruz. İslâmiyet’in başlangıcından, tâ Şah îsmail’in çıkmasına kadar bütün Müslümanlar, Hulefâ-yı Râşidîn'i hak, doğru halife bilirdi. Her birini haklı olarak halife oldu bilirlerdi. Bunları sövmekten, kötülemekten çekinirlerdi, Hatîb efendiler ve büyük vaizler, minberlerde ve derslerde, bu halifelerin iyiliklerini, güzel hallerini, üstünlüklerini söylerlerdi. Mübarek isimlerini söylerken ve yazarlarken “radıyallahu anhüm” derlerdi. Derin âlim ve üstünlerin özü Mirzâ Muhammed Ali Hazretlerine emreyledim ki, bu fermân-ı hümayunumuzu, bütün İran şehirlerine yaysın. Milletim de işitsin ve kabul eylesin! Buna uymamak, karşı gelmek, Allahû Teala’nm azabına, gazabına sebep olacaktır. Böyle bileler. Abdullah Süveydi şöyle anlatır, “Bu ferman okunup, anlaşıldıktan sonra, şahın huzuruna kabul olundum. Çok iltifata kavuştum. Nadir Şah, bu başarıdan çok sevindi ve çok teşekkür etti. Cuma namazının Küfe Camii’nde sahih olarak kılınmasını emir buyurdu.
Sayfa 253 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.