30dan fazla ülkeden yüz milyonlarca askerin katıldığı, 70 ila 85 milyon arası ölümle sonuçlanan, askeri personelden çok daha fazla sivilin hayatını kaybettiği ve sonuçları ile günümüzü biçimlendiren bu savaşı neredeyse gün gün, cephe cephe, tüm siyasi yansımalarıyla öğrenmek ister misiniz?
Savaşın askeri harekat detaylarını, ansiklopedik bir titizlikle ve büyük bir özenle paylaşmış Basil Liddell Hart bu eserinde. Her bir cephede genel durum ne idi, planlar nasıl yapıldı, güçler dengesi ne idi ve sonucu neler belirledi; bir bilim adamı titizliği ile araştırmış, belgelendirmiş ve basit bir dille aktarmış.
Bir asker ya da askeri stratejiye ilgisi olan biri için hazine değerindeki bu kitap, benim gibi sıradan bir okuyucu için zorlu bir macera oldu. 1.000 sayfanın üzerindeki hacmi, coğrafi detaylar ve askeri terimleri nedeniyle kitabı takip edebilmek inanın hiç kolay değil. Kimin kaç uçağı vardı, hangi tümen nereden saldırdı, harekat piyadelerle desteklendi mi derken, bahsedilenleri anlayabilmek günlerimi aldı. Başlarda pes edip bırakmak üzereyken son bir çaba ile haritayı önüme aldım, kalemle anlatılan hücumları takip edip kafamda canlandırmaya çabaladım ve anca o aşamadan sonra ilgimi toplayabildim. Sonrasında çok severek devam ettim, ancak yine de yazarın çok başarılı bulduğum bu çalışmasının hakkını verebildiğimi ve konuya istediğim ölçüde vakıf olabildiğimi söyleyemem.
Yine de, naçizane, anlatılan tarihi detayların ve bu akıl almaz vahşilikteki savaşın bende bıraktığı önemli izleri paylaşmak isterim:
1. 1. Dünya Savaşı, teknolojideki gelişmelerin akabinde dünyadaki hammadde kaynaklarının yeniden paylaşımı savaşı idi ve tarihçilerin çoğuna göre tamamlanmamış, ancak 30 yıllık bir duraklamaya uğramıştı. Bu görüşe ben de katılıyorum. Almanya gibi sanayileşme atılımında büyük bir yer edinmiş, ancak daha da ilerlemesini sağlayacak bütün kaynaklardan izole edilmiş bir ülkenin eninde sonunda acımasızca sömürgeleşmiş batı dünyasının karşısına dikilmesi beklenmeli idi. Bu karşı çıkışın Hitler gibi bir faşist yerine daha ılımlı siyasilerce yürütülememesinin sebebi, bence Versailles anlaşmasının aşağılayıcı hükümlerinde ve haksızlığında saklı.
2. Almanların başlangıçtaki hedefleri sadece Doğu’ya ilerlemek. Hitler çoğu kereler “Ari ırkları için doğuda geniş ve verimli araziler ve hammadde kaynakları bulmak” amacı ile savaştığını ifade ediyor. Stratejik hedefi, ideolojik olarak da azılı düşmanı olan komünist Rusya’dan ve arada kalan Polonya’dan toprak almak. Britanya’nın politik akılcılığı ile kendisine göz yumacağını ve bu işe karışmayacağını umuyor. Nitekim o nedenle Avusturya’yı ilhak eder, Südet bölgesini alır, Çekoslovakya’ya saldırırken sessiz duran İngilizlerin Polonya’nın yanında savaşa girme tehdidini de ciddiye almıyor. İngilizlerin, zaten askeri olarak destekleyemeyecekleri Polonya’ya böyle bir söz verdikten sonra geri adım atamaması, savaşın doğudan batıya yönelmesinin sebebi. Sonuçta Polonya’ya da faydasından çok zararı olan bu anlaşma, “o monşer”lerin, duygulardan ziyade stratejik akıl ile yapılan siyasetin önemini gösteriyor bize.
3. Almanların inanılmaz bir hızla ilerlemesinin bir sebebi de müttefiklerin dağınıklığı, kafa karışıklığı ve eski usul savaş planları. Bu inanılmaz hızın getirdiği özgüven Almanları kamçılıyor, ancak her zaman olduğu gibi gereğinden fazla özgüven peşi sıra hataları da getiriyor. Yine de Almanların önemli kaynaklarını ve Rommel gibi başarılı bir komutanını Mussolini İtalya’sını Kuzey Afrika’da korumak için harcadığını görünce, “İtalyanları sırtından atsa ve Avrupa’ya odaklansa acaba savaşı kazanır mıydı?” diye düşünmedim de değil.
4. Rusların en büyük avantajı, aç-bilaç cepheden cepheye sürükleyebildikleri ve gözlerini kırpmadan ölüme gönderebildikleri milyonları olması. Batılı devletlerin orduları ikmal hatlarındaki gecikmeler nedeniyle savaşmayıp beklerken Ruslar sürekli ilerliyor; zira -yazarımızın deyimiyle- hiç itiraz etmeden, gıdasız, ilaçsız, ölüme razı savaşıyorlar.
5. Amerikalıların savaşa dahli, Avrupa’dan ziyade Pasifik’teki Japon ilerleyişinden kaynaklı. Japonya'nın Amerikan Pasifik Donanması'nı felç eden Pearl Harbor'daki baskını onur kırıcı olsa da işgal ettikleri Malaya, Birmanya, Filipinler ve Hollanda Doğu Hint Adaları'nı ellerinde tutmak için yeterli kaynakları olmadığı aşikar. Benzeri Alman ordusu için de geçerli; hızlı ilerleme kapasitelerinin çok ötesinde bir yayılmaya, ve bu sınırları koruyamamaya yol açıyor. Dolayısıyla siyaseten desteklenmeden askeri fetihler son derece kısa ömürlü oluyor.
6. Churchill İngiltere’sinin icat ettiği ve Amerika ordusunun da sevinçle benimsediği “stratejik hava taaruzu”, yani şehirlerin hedef gözetmeden rasgele bombalanması kavramı savaşın sivil kaybının bu kadar yüksek olmasının önemli sebeplerinden biri. Hepimiz Hitler’in siyasileri, Yahudileri ve sakatları nasıl vahşice öldürdüğünü biliyoruz; ama çoğumuz bu cafcaflı ismin arkasına sığınarak şehirlerin yangın bombaları ile harabeye çevrilmesinin bir İngiliz-Amerikan taktiği olduğundan haberdar değiliz. “Savaş ordular arasında yapılır” düsturunun çöpe atıldığı bu savaşta bir yanda gözü dönmüş faşistler ile diğer tarafta kibar görünümlü zalimlerin mücadelesi, insanlığın tüm değerleri çiğnenerek yapılıyor. (Küçük bir bilgi de vereyim; Almanya’da hala bina inşaatları öncesi zeminde bomba aranması ve var ise imha edilmesi rutin bir süreç. Özellikle Aachen, Köln, Berlin, Dresden gibi çok yoğun bombalanan şehirlerde bu uygulamaya sıkça rastlanıyor, bulunan bombalar kontrollü olarak patlatılarak imha ediliyor.)
7. Benzer şekilde; gemilerinin onda dokuzu batmış ya da muharebe dışı kalmış, hava ve deniz kuvvetleri felç olmuş, sanayisi enkaza dönmüş ve halkının yiyecek ikmali kalmamış Japonya'nın çöküşü için atom bombasına gerek olmadığı da aşikar. Truman’ın, Amerika’nın yaptığı milyarca dolarlık yatırımının sonucunu görmesi ve tüm dünyaya gözdağı vermesi için yüzbinlerce masum insan kurban ediliyor.
8. Ve yine “monşer”ler! Yazarımıza göre başarılı politik girişimlerle savaş çok daha önce ve çok daha az kayıpla bitirilebilirdi. Kabul edilebilir teslim şartları ve muhaliflerin desteklenmesi ile Hitler’in devrilmesi hem yıkımı azaltabilir, hem de savaş sonrası Avrupa’nın yarısını komünist istilasından ve soğuk savaştan kurtarabilirdi de. Ama popülizm sevdası ve askeri hırs uzlaşma şansını azaltıyor.
Ve tarihte bir kez daha hırslı liderler halklarının kanları üzerinde yükseliyor.