Ömer Seyfettin deyince aklıma şeker hastalığının bilinmediği bir dönemde doktorların meyve yiyin meyve suyu için diyerek ayağa kaldırmaya çalışmaları, hastanede yalnız kimsesiz olarak ölmesi ve bedeninin kadavra olarak uzun süre kullanılması geliyor. Bu gerçeği öğrendiğimde şaşırmış üzülmüştüm. Hikayelerinde de çokça bahsettiği Camsap mahlaslı yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, hastalığının son zamanlarında yanında olan tek insan olmasına rağmen uzun zaman tıp fakültesi öğrencileri tarafından kullanılmış bedeni.
Ben İnkilap kitapevine ait bir basım okudum Yüksek Ökçeler kitabını. Kitaba adını veren Yüksek Ökçeler öyküsü ile başlıyor, tatlı mesajı ince ve güzel olan bir öykü idi. Bu kitap beni ilk sayfadan ilk öyküden etkiledi diyebiliriz. Toplam 22 öykü bulunuyordu, İstanbul ilçe betimlemeleri, karakterler, olaylar gayet güzeldi. Okurken çok keyif almadım, gazetelerde dergilerde yayınladığı öyküler olduğu için her gün gazetenin bir kenarında görsem okusam dedim. Sevdiğim öyküleri yazayim: Mehmaemken, Busenin Şekl-i iptidaisi, Baharın Tesiri ve Pireler. En çok Baharın Tesiri öyküsünü sevdim, Ömer Seyfettin ile eski İstanbul'da yolculuk yapmış gibi olduk. Son olarak toparlamak gerekirse; benim çok içime sinmese de öyküleri çok sıcaktı, çocuklara öğretici, mesajları yararlı, evimizden sokağımızdan hikayelerdi, kalemi güzeldi. Asker olarak başladığı yaşamını iyi ki yazar edebiyatçı olarak devam ettirmiş, edebiyatımıza Türkçe'nin sadeleşmesine verdiği çabalar gözardı edilemez.