Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bu küfür değildir. Tanrı’nın, Buda’nın bir buçuk kilo ketene indirgenmesi değildir; tam tersine bir buçuk kilo keten kutsallığa, Budalığa, Tanrı’ya dönüştürülür. Bu küfür değil, bugüne kadar söylenmiş en kutsal sözlerden biridir. Bu, anlaşılması gereken en temel hakikatlerden biridir. Ondan sonra bu güzel meselin içine girmek çok kolay olacaktır. Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. Ona tamah etti. Her kelime üzerinde derinlemesine düşün: Bir zamanlar cennet meyvesini işiten ... Dindar olan insanların pek çoğu sadece malumat edinerek dindar olurlar. İşin özünü kaçırdıkları yer burasıdır; ilk adımları yanlış patikaya atılmıştır. Eğer hayatın seni dindar yaparsa bu tamamen farklı bir şey dir. Eğer senin kendi hayat deneyimin, senin içinde hakikat hakkında bir sorgulama başlatırsa bunun içinde bir güzellik vardır. Fakat sadece işitmiş olduğun için -insanlar Tanrı hakkında, cennet, nirvana ve aydınlanma hakkında konuşuyorlar -ve onların konuşmaları ve yüzyıllardır sürekli devam eden propaganda ve milyonlarca kitap ve kutsal metin ve kiliseler ve tapınaklar ve camiler ve dinin her yerde öğretilmesi ve çocukluktan beri Tan-rı’nın varlığına cennetin varlığına ve onu aramak zorunda olduğuna şartlandırılman yüzünden .eğer arayışla ilgilenmen bu şartlandırmalar yüzündense, arayışın en başından itibaren talihsizdir. Zaten yanlış yönde harekete geçmişsindir. bu senin arayışın değildir, ödünç alınmıştır. Kalbindeki özgün bir arzu değildir, o sadece kafandadır. Kazara olan birşeydir; sana söylendiği için vardır. Eğer sana söylenmemiş olsaydı hiç merak etmeyecektin. Bunu görebilirsin. Bir Jaina bana geldiği zaman asla Tanrı’yı nasıl bulacağını sormaz çünkü onun kutsal metinlerinde herhangi bir Tanrı inancı yoktur. O, mokshaya, nihai özgürlüğe, kurtuluşa nasıl ereceğini sorar. Tanrı’nın onun için hiçbir anlamı yoktur çünkü Tanrı hakkında hiçbir şey öğretilmemiştir ona. Tanrı’nın yokluğu da öğre-tilmemiştir ama zihni belirli bir şekilde şartlandırıldığı için ona, tamamıyla farklı bir çağrışımı olan başka bir kelime verilmiştir. Ona, senin ruhunun dünyada esaret altında olduğu ve bu esaretten kurtulup nihai özgürlüğe erişmek zorunda olduğu öğretildi. Bütün düşkünlük, tahakküm etme, baskınlık esaretleri yok olduğunda, açgözlülük, öfke, cinsellik kalmadığında, geriye kimse kalmadığında ve sen saf bir ruh olduğunda ... o zaman ulaşacak-sındır nihai özgürlüğe. Amaç, moksha budur. O, moksha hakkında soru sorar. Fakat hiçbir Hristiyan bana moksha, özgürlük hakkında birşey sormaz. Bu ona söylenmemiştir. O, kişinin, Tanrı’nın krallığına nasıl, hangi yollarla girebileceğini sorar. Nasıl Tanrı olunacağını asla sormaz çünkü ona böyle birşey söylenmemiştir. Aksine, ona hiç kimsenin Tanrı olamayacağı söylenmiştir. Tanrı Tanrı’dır ve sen de sensindir, Tanrı yaratıcıdır sen de yaratılan -bir yaratılan nasıl yaratıcı olabilir ki? Yani, Tanrı olma fikri bile küfür, günah, büyük bir günah olarak görünür. O asla nasıl Tanrı olunacağını, Tanrı’nın nasıl gerçekleştirileceğini sormaz. Hayır! Onun bütün istediği, Tanrı’nın krallığına nasıl girileceğini bilmektir, hepsi bu. Ama bir Vedantin bana geldiğinde onun sorgulaması da tamamen farklıdır. O, “Nasıl Tanrı olunur? Nasıl mutlak hakikat olunur?” der. O, Tanrı’nın krallığını sormaz. Ona, sen tat-vamasi-sin denmiştir. Sen kendi özünde Tanrı’sın, onun için Tanrı’lığına eriş. Aham brahmasmi -ben Tanrı’yım- ona annesinin sütüyle verilmiştir. Bu fikre doyurulmuştur. O, nasıl Tanrı olunacağını sorar. Bu farklı sorgulamalar nereden geliyor? Ve bir Budist geldiğinde o asla nasıl bir Tanrı olacağını sormaz çünkü onun dinbilimine göre Tanrı yoktur. Onun dinbilimi herhangi bir Tanrı kavramı içermez. Aslında ona din bilimi demek doğru değildir çünkü bir ilah, Tanrı yoktur. Herhangi bir ruha inanmaz bu yüzden insanın -hiç olmayan -kendi varlığını nasıl gerçekleştirdiğini asla sormaz. Kendini gerçekleştirme onun için tamamıyla saçmadır. Ruha inanmadığı için kurtuluşa erme sorunu da yoktur; kurtuluşa erdirilecek hiç kimse yoktur. O halde onun sorgusu nedir? O, nirvanayı sorar. Nirvana bu aldatıcı hayat alevini söndürmek demektir. Onun sorgusu son derece negatiftir; o yalnızca olmamayı sorar. Bir ruh olmaya dair, bir Tanrı olmaya dair, Tan-rı’nın krallığına dair herhangi bir soru yoktur. Onun sorgusu son derece negatiftir. O, olmamayı sorar, alevini tamamen nasıl söndüreceğini sorar, nasıl mutlak boşluk olacağını sorar, geriye hiçbir şey kalmamacasına boşluğun içinde nasıl kaybolacağını sorar. Jaina kendi benliğini nasıl özgür kılacağını sorar, Budist de kendi benliğinden nasıl özgür olacağını. Fakat bu farklı sorgulamaların hepsi rastlantısaldır, ödünç alınmadır. Senin soruların bile, senin sorgulamaların bile ödünç alınmıştır. Senin sorgun bile senin değildir. Bu doğru değil ve doğru olmayan bir sorguyla başladığında asla doğru bir sonuca ulaşmazsın. Bu, her arayanın karşılaşmak zorunda olduğu en büyük sorunlardan biridir. İşittiğinle başlama, hissettiğinle başla. Varoluşun güzelliğini ve esrarını hissedemiyor musun? Varoluşun bu mutlak şiirini hissedemiyor musun? Varoluşun şiirini hissetmek için Vedalar’a dalmak mı zorundasın? İncil’e dalmak mı zorundasın? Buda’ya, İsa’ya, Krishna’ya sormak mı zorundasın? Sen ken di başına göremez misin? Görmek için gözlerin, işitmek için kulakların, hissetmek için bir kalbin yok mu? O halde burada ne yapıyorsun? Nesin sen? Canlı mısın, değil misin? Canlı kişi hayata bakandır, hayata tanıklık edendir; yalnızca hayata tanıklık eden değil, tanıklığın kendisine de tanıklık edendir. İşte o zaman büyük bir sorgulama başlar -”Nedir bütün her-şey?” Bu ödünç değildir, başka birinden işitilmiş de değildir. Bir filizin tohumdan fışkırması gibi senin varlığının en derin çekirdeğinden fışkırır. Artık, sorgulama plastik değildir; o gerçek bir güldür. Ve sadece gerçek bir gülün gerçek bir kokusu vardır. Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. O sadece işitmişti; ve işittiğinde yanlış anlamaya mecbursun-dur. “Cennet Meyvesi” sadece bir metafordur. Sadece onu söylemenin bir yolu, onu söylemenin şiirsel bir yoludur. Nihai hakikat kelimelerle ifade edilemez. Hiçbir kelime onu ifade etmeye yetmez. Bu yüzden metaforlar kullanılmak zorundadır, benzetmeler kullanılmak zorundadır, sana sadece küçük bir işaret, küçük bir tat vermek için. Sana hakikati doğrudan göstermek zordur bu nedenle bazı dolaylı yollar ve araçlar bulunmak zorundadır. Meseller, hikayeler anlatılmak zorundadır çünkü hikayeler doğrudan hiçbir şey söylemezler, onlar sadece sana güç algılanan, ince imalar verir. Cennet Meyvesi -ne demektir bu? Eğer onu birinden işittiy-sen o yalnızca “cennet meyvesi” demektir. O zaman bir meyve düşünmeye başlarsın. O bir meyve değil, berekettir. Meyve yalnızca bir bereketli olma durumunu temsil eder. Meyve üç şeyi temsil eder: Biri bereket, diğeri çiçeklenme, öteki de kokudur. Bunların üçü birlikte var olduğunda -meyve, çiçek ve koku -dördüncü bir şey ortaya çıkar. Bu da ermedir. Bu, gerçek amaçtır. Eğer Cennet Meyvesi sembolünün şifresini çözmeye, onu yorumlamaya çalışırsan nasıl çalışacaksın, şifresini nasıl çözeceksin? Hristiyan, onun Tanrı’nın Krallığı anlamına geldiğini düşünecek, Brahman Tanrı-idrakı olduğunu düşünecek, Jaina benliğinin özgürleşmesi sanacak ve Budist benliğinden özgürleşme anlamına geldiğini düşünecek. İşte yine sürünün tuzağına düştün. Birazcık daha zeki ol. Kendi varlığına birazcık daha güvenir ol.
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.