Gönderi

180 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 19 hours
AKILLANMA(MA)YA ÇALIŞAN BİR ADAM*
''Onların isteğine göre hükmetmektense, Kendi düşünceme hizmet etmeyi tercih ederim.'' (William Shakespeare, Coriolanus'un Tragedyası, s. 47) Tanzimat döneminde artan modernleşme ile toplumda oluşan Batı medeniyetini model alış, yaşadığı topluma yabancılaşan ve batılılaşmayı yanlış anlayarak iki medeniyet ortasında sıkışan ''alafranga'' tipler yaratır. Romanda Ahmet Mithat, bu tipleri konu edinir ve yanlış batılılaşan insanları yererek, onlara gerçekleri göstererek, ''Felâtun Bey ile Râkım Efendi'' karakterlerini yaratır. Felâtun Bey zengin bir babanın çocuğu olan züppe biridir. ''Felsefi yargılarını Eflatunlardan daha incelikli bulan''¹ ve kendi düşüncelerini herkesin düşüncesinden üstün tutan, kibirli bir adamdır. Kendi markasını yaratan, gezip tozmayı seven ve ''her şeyi bilen'' bir adamdır; onun bir şey bilmesine gerek yoktur. Çünkü o ''ne öğrenebilir? İşte Felâtun Bey öğrenmiş ya! Yazısı var, okuması var, Fransızcası var; zeki, kavrayışlı, dilli, bilhassa ayda babasının yirmi bin kuruş geliri var! Dünyada bir adamın öğreneceği ne kaldı?''² Kibarlık Budalası'nda Moliére'in yerdiği ve Tolstoy'un tiksindiği ''aristokrat kesim'' gibidir, herkesin önüne güler, arkasından iş çevirir. Herkesle ''senli benli''dir görünüşte, halbuki doğru düzgün bir dostu ya da onu seven biri yoktur, fakat o herkesi yanlış anlar, öyle ki, ''herkese tevazu göstermeye, herkesin yüzüne gülmeye''³ mecburdur. Felâtun Bey'in doğup büyüdüğü ev de ''alafranga''⁴ tutkunudur. Felâtun Bey'in babası okumamış, etmemiş bir adamdır; moda olan her şeyi almakla, ilginç aksesuarlar takmakla ve yanlış ''merak''larla Batılılaşacağını sanır. Babasının ''yanlış Batılılaşma''sı Felâtun Bey'e de bulaşır. ''Felâtun Bey'i güzelce tanımak için kendisinin geldiği yeri görmek elbet gereklidir,''⁵der Ahmet Mithat ve haklıdır. İntibah'taki Mehpeyker'in doğuştan kötü bir yaratık olması ya da Ezilenler'deki Nelli'nin doğuştan ''acıların çocuğu'' olması gibi, Felâtun Bey de doğuştan yanlış Batılılaşmıştır. ''Bir gün 'Mehmet! Beyefendi ne yapıyor?' deyip de Mehmet'ten 'Çorba içiyor' cevabını alınca 'Oğlum öyle söyleme, ona alafrangada 'supe yiyor' derler' demişti'' (s. 9) Hizmetçi Mehmet'le Felâtun Bey'in babası Mustafa Merakî Efendi arasında geçen bu diyalog aklıma ''Gülünç Kibarlar''daki şu diyaloğu getirdi: Marotte: İşte sizin evde olup olmadığınızı soran bir uşak, efendisinin gelip sizi görmek istediğini söylüyor. Madelon: Daha az kaba konuşmayı öğreniniz budala adam. ''Ziyaretçi kabul edecek durumda olup olmadığınızı soran bir yardımcı,'' deyiniz. Felâtun Bey, bilgisi kıt bir adam fakat hayatındaki kimse ona müdahale edip açıklarını kapatmıyor (herhangi biri müdahale etse de umursamıyor, bunu Râkım'la olan ilişkisinden sezebiliyoruz) ve hep böyle kalıyor. Bence bilinen bir cehalettense, bilinmeyen veya kabul edilmeyen cehalet daha zararlıdır, Felâtun Bey de bu ''cehalet''in ağına takılmış ve o ağda bir ütopya yaşıyor. Bu ütopyada kalması çok sürmüyor; bir anda gözleri açıldıktan sonra, ortada kalıyor, zevk ve sefayı ''belki doksan yaşında''⁶ tekrardan yaşayacağını biliyor ve akılsızlığından yakınıyor. Bir de öbür tarafa bakalım biraz: Râkım Efendi iyi kalpli, zeki, çalışkan ve ne yapacağını bilen bir insandır; geleceğini şekillendirmeyi bilir ve bilgili olmak için elinden geleni yapar. Fakirdir ama yine de tokgözlüdür. O, ''fakirlik içinde tokgözlü büyümüştür.''⁷ Felâtun Bey'e ayda yirmi bin kuruş az gelirken, Râkım Efendi yirmi lirayla çok mutlu olur. Aralarındaki en büyük farklardan biri de budur. Felâtun Bey elindekilerle yetinmez ve har vurup harman savurur, Râkım Efendi'yse hem yetinmeyi bilir, hem de her zaman daha iyi için didinir. Gönül rızasıyla fakirlik, kararsız zenginlikten Hem daha uzun ömürlüdür, Hem daha tez varır mutluluğa. Birinde isteklerin sonu gelmez; Ötekinde istek kaşıntısı kalmaz. Gözü doymadıkça insanın, en büyük nimet Başını derde sokar, rahatını kaçırır; Tokgözlü, en kötü durumda, daha rahattır ondan. (William Shakespeare, Atinalı Timon, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 86) Ahmet Mithat'ın ortaya koyduğu temel karşıtlık Felâtun Bey ile Râkım Efendi'nin temsil ettikleri tembellik ve israf ile çalışkanlık ve tutumluluk arasındadır. Yazarın gözünde Batılılaşmanın beraberinde getirdiği tüketim ekonomisine kendini kaptıranlara en iyi örnek, Batılı olmayı çok şık giyinmek, Beyoğlu'nda eğlenmek ve gösteriş yapmak olarak anlayan züppe tipi olduğu için, romanda müsrif adam, aynı zamanda alafranga züppeyi temsil eden Felâtun olur. Ahmet Mithat Batılılaşmayı yanlış anlayan Felâtun Bey'in karşısında doğru anlayan Râkım Efendi'yi koyarak, kendisi için az çok ideal sayabileceğimiz bir Osmanlı Efendisi çizer. Romanda Felâtun'dan çok üstünde durulan Râkım Efendi para işlerinde dikkatli, çalışarak başarı kazanan, fakirden durumunu düzeltebilen adamdır. Râkım'ın biraz da Ahmet Mithat'ın kendisi olduğunu unutmayalım. (Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 48-49) Ayrıca, Tanzimat Dönemi romanlarının çoğunda olduğu gibi, olayların neredeyse hepsi ''tesadüfen'' gelişir. Râkım Efendi yolda ''tesadüfen'' Çerkez cariyeyle (Canan) karşılaşır, ''tesadüfen'' İngilizlere ders vermeye gider, ''tesadüfen'' Josephino'yla karşılaşır ve en önemlisi, ''tesadüfen'' Felâtun Bey'le karşılaşır. Felâtun Bey tam bir ''dalkavuk''tur. Bunu daha Râkım'la karşılaştığı ilk anda gösterir. Felâtun Bey Râkım'ı neredeyse tanımıyordur fakat onu gördüğünde ''Sen miydin birader, hanımların hocası?''⁸ diye sorar, Mr. Ziklas da hemen ''Vay! Demek tanışıyordunuz!'' der. Felâtun Bey de, ağırbaşlı bir şekilde (Ahmet Mithat bu ayrıntıyı çok hoş belirtmiş, Felâtun'un kişiliğine de uyuyor) ve böbürlenmek için ''Evet! Kendilerini çok severim!'' der. Bu onun hem budalalığını, hem de yağcılığını kanıtlar. Daha önce de belirttiğim gibi, Felâtun Bey tam bir ''aristokrat''tır (aslında değildir ama kendini öyle sanır). Aslında bu bir ironidir, ki, kitabın ismi de ironidir: Felâtun ''Bey'' ile Râkım Efendi. Sadece kitabın ismi ironik değildir, Felâtun'un ismi de ironiktir; ismi Felâtun'dur fakat felsefe yapamaz, bu konuda aklı oldukça kıttır; bilim konusunda da öyledir. Hatta babasına der ya: ''Kış mevsiminde havalar bulutlu olduğu için bulutlar güneşin ışığının bize ulaşmasını engelleyerek geciktirir.''⁹ Başkalarının arkasından atıp tutar fakat onlar yanındayken ''Kendisini çok severim!'' der. Kendisi bir şey bilmez ama başkalarının bilgilerini yerer. Kısacası o, dedikoducu ve ''akılsız'' bir tiptir. ''Meğer Felâtun Bey evvelce bu harfleri görüp de eski alfabede olmadığını düşündüğü zaman hazır acemi İngilizlere Felâtunluk satmak için muallimin asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara başvurulursa kızların hiçbir şey öğrenemeyeceklerini söyleyerek henüz kim olduğunu bilmediği muallimi bir güzel küçümseyip alaya almış.'' (s. 29) Felâtun ''kendi bildiğini nasıl öğrendiğini bilmeyen''¹⁰ bir insandır. Çoğu şeyi bilmez fakat biliyormuş gibi gösterir; yani topluma kendini iyi pazarlar. Onun en büyük özelliği de budur. Ayrıca o, bildiği şeyi neden bildiğini de bilmez, bilgi sadece bilgidir, derinliği yoktur ki! Râkım Efendi'yse tersine bilgi birikimi sağlam biridir, neyi neden bildiğini bilir ama kendini pazarlayamaz, sergileyemez. Fakat herkesin kendi içindeki elbet bir gün dışa vurulacaktır; Râkım'ın sonu da temiz yüreğine uygun bir son, Felâtun'un sonu da akılsızlığına uygun bir son olur. Felâtun Bey başkaları hakkında kötü düşünen biridir. Her ne kadar yanlarında dalkavukluk yapsa da, başkalarının hareketlerini hep kötüye yorar. Bu bölümde de üzerine ''mayonez'' bulaşmış Felâtun Bey, Râkım Efendi ile karşılaşır. Felâtun Bey Râkım Efendi'ye kadınların dilinden düşmediğini söyler. Râkım Efendi de hemen temiz kalbini açığa çıkararak, ''Ben kadınlara asla yaranmak hevesinde bulunmadığım için beni seviyorlar,''¹¹ der. Fakat Felâtun Bey hemen kötüye yorar ve ''Deyiniz bakalım beni aldatabilir misiniz? Ben sizin ne saman altından su yürüttüğünüzü bilmez miyim?'' der. Bu Felâtun Bey'in her insanı aynı kefeye koyduğunu, hem de hayata karşı bilincinin Râkım Efendi'ye oranla daha çok geliştiğini gösterir; çünkü o ''alafranga''dır, topluma karşı bilinçlidir ve her şeyde bir art niyet arar. Râkım Efendi'ye duyulan sevgilerin nedeni Râkım'ın yüreğinin temizliğidir. Can da, Canan da, Margaret da, Josephino da, Mr. ve Mrs. Ziklas da, Fedai de onu temiz yüreğinden dolayı sever. Ona âşık olunmasının sebebi de budur. Felâtun Bey'in zevk, sefa ve kadın düşkünlüğünü hem ''mayonez'' olayıyla, hem de Polini olayıyla görüyoruz. Ayrıca, eğer bu olay Felâtun Bey'in değil de Râkım Efendi'nin başına gelseydi, Felâtun Bey hemen Râkım Efendi'yi elâleme rezil ederdi. Fakat Râkım Efendi Felâtun Bey'e akıl vermeye ve onu ütopyadan çekip, ''gerçeğe'' döndürmeye çalışıyor; ama Felâtun Bey yine de akıllanmıyor. Her ne kadar Felâtun kendini iyi pazarlayabilse de, kıt aklı ve düşüncesizliği zaman zaman ortaya çıkabiliyor. ''Yanlış Batılılaşmış'' Felâtun, mayonez ve pantolon olayıyla birlikte, etrafındakilerin gözünden düşer. Artık öyle bir hâle gelmiştir ki, Râkım Efendi bile ondan hoşnutsuzdur. Ahmet Mithat, Felâtun'un yetiştiği çevreden ve aldığı terbiyeden başlayarak alafrangalık merakı ile alay eder, Felâtun'u zaman zaman gülünç durumlara düşürür. Züppelik gereği giydiği dar pantolonu dans ederken cart diye yırtılır; İngiliz ailesinin aşçı kadınına sataşırken üstüne mayonez dökülür, aşçı kadına sarılıyorum diye evin hanımına sarılır. Böyle kaba mizah yolu ile yapılan bir alay vardır romanda tabii. Bununla birlikte asıl amaç israfın ve hesapsızlığın neden olacağı felakete ve buna karşılık, çalışarak para kazanmanın ve tutumlu yaşamanın getireceği mutluluğa işaret etmektedir. (Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 1, s. 51) Râkım da (tıpkı Mışkin, Ali Bey ve Marius gibi) bir ''insan''dır. Başkalarına da ''insan''larmış gibi davranır. Cariye, bey, esnaf ya da efendi, hiç fark etmez, Râkım için herkes aynıdır ve iyi niyetini herkese aşılar. Canan'ı satma girişimi olduğu halde ve bu girişim oldukça kârlı olacağı halde, bunu etraflıca düşünür. Daha sonra Canan'ı satma işini ''O da bir kadın değil mi?''¹² diyerek ona bırakır. Bu da onun insancıllığını gösterir. Zaten ileriki sayfalarda ona Canan'ı odalığı yapma ve Can'ı karısı yapma teklifi sunulunca, bunu da reddeder, bir daha Canan'ı para için satmaz. Onun için insan ilişkileri parayla satılmaz, sevgi maddi şeylerle ölçülmez. Felâtun Bey'in kalbi katılaşmıştır. Batılılaşacağını zannederken insanlığını kaybeder. Herkesi ve her şeyi bir zevk aracı olarak görür ve acı çekmez. Hedonistliği Dorian Gray'deki Lord Henry'ye benzer fakat Lord Henry oldukça akıllı ve neyi neden desteklediğini bilen bir adamken (fakat hedonistliği tüm kişiliğini mahveder), Felâtun Bey değildir. Öyle bir duruma gelmiştir ki babasının yasını bile sırf ''alafranga''da var diye tutar. ''Hele şu 'deuil' yani yastan kurtulduğuma şükür ediyorum! Malum ya, babanın vefatı üzerine yas tutmak alafrangada vardır. Her tarafım gece karanlığı gibi simsiyah kesilmişti.'' (s. 82) Felâtun Bey ''yılışık, pusulası olmayan'' bir adamdır. Bunu Polini olayı ile daha net görürüz. Polini'nin Felâtun'u çok çabuk ikna etmesinden Felâtun'un ''pusulası olmayan'' tarafını görürüz; pek de sağlam bir zihni yoktur ve oradan buraya savrulur... Polini'yle sohbetinden de onun ''yılışık'' tarafını görürüz. Felâtun Bey'in kendinden başka kimseyi dinlememesi, akılsızlığı ve ''alafrangalığı'' onu yıkıma sürükler; sevgilisinden ayrılır, parasız kalır ve biçare ortada kalır (yine de güzel bir iş bulur). Bu akılsızlığı o derecedir ki, Râkım'ı bile yapmacıklığa sürükler. Felâtun, ''acı acı tebessüm ettikten sonra''¹³ yürüyüp gider. Râkım da ona üzüldüğünü sanır fakat aslında Can'a üzülüyordur. Zaten Josephino'nun tesellisiyle hemen kendine gelir. ''Kendi idaresine kudreti olmayan, buna rağmen dünyasında kendisinden başka kimseyi beğenmeyen derbederlerin haline acıyıp da mesut haneni üzüntülerle doldurmakta ne mana var?'' (s. 155) Fakat her ne olursa olsun, Felâtun Bey bu romanda kilit rolü oynar. Bunu Ahmet Mithat da çok güzel açıklar: ''Hikâyemizin yarısına ortak olan bir zatı nasıl terk ederiz? O hoppayı bu hikâyeye hiç bile katmamalıydı. Öyle lazımdı ama nasılsa katmış bulunduk. Hem Felâtun Bey'e bu nefret nereden icap etti? Yoksa herifin şu alafrangalığını çekemez mi oldunuz? Eğer Felâtun Bey olmamış olsaydı mayonez meselesi ortaya çıkar mıydı? Ya Otel C. öyle zengin bir alafranga Osmanlıyı görebilir miydi? Kâğıthâne'de madamın arabası önünde çifte mızıka çalınır mıydı?'' (s. 149) Şahsen ben Ahmet Mithat'ın üslubunu çok hoş buldum ve sivri zekâsını da Gogol'e benzettim. İki yazar da toplumun yanlışlarını bulur, onları şaka yollu yerer ve toplumu eğitmeye çalışır. Örneğin Ahmet Mithat'ın Kâğıthane'nin kalabalık halini anlattığı ve oradaki insanları şaka yollu yerdiği bölümü de oldukça ''Gogolce'' buldum. Tabii şu da bir gerçek ki, Gogol üstün ruh çözümleme ve mizah yeteneği Ahmet Mithat'la karşılaştırılamaz. Ayrıca Can'ın Râkım Efendi için yataklara düştüğü bölümde aklıma Gogol'ün ''Evlenme'' oyunu geldi. Râkım Efendi eğer Can'la evlenseydi, tıpkı Gogol'ün oyununda olduğu gibi, ''düğününde camdan atlayıp kaçan damat'' tipi gibi olurdu herhalde. Şunu da belirtmeliyim ki, kitabın kapağı çok güzel. Mavi, çizgili bir ''takım elbise'' giymiş Felâtun Bey'in yeşil, taç desenli (bununla ''kral'' olan ve sefahat içinde yaşayan denilmek isteniyor) sandalyenin üzerinde, okumadığı (veya okuduğunu sandığı) kitapların yanında oturması çok hoş resmedilmiş. Ayrıca Felâtun Bey'in takım elbisesinin duvar kâğıdıyla da uyumlu olması güzel olmuş; romanın önemli karakterlerinden birini ve Ahmet Mithat'ın asıl hicvetmek istediği kişiyi çok güzel resmediyor. Kitabın sonu, tıpkı Râkım'ın yüreği gibi, temiz ve güzel bir sonla bitiyor. Shakespeare'in çoğu oyunundaki ''iyi niyetli insan er ya da geç kazanır'' mottosu, bu kitapla da somut nitelik kazanıyor. Felâtun Bey ''belki doksan yaşında'' keyif çatabilecekken, Râkım Efendi çocuğuyla ve değerli dostlarıyla, önemli olanın başkasına benzemeye çalışmak değil, ''kendin olmak'' olduğunu kanıtlıyor. ''Kendi kendimi inkâr etmemi mi isterdiniz? Daha iyisi, olduğum gibi görünmemi isteyiniz.'' (William Shakespeare, Coriolanus'un Tragedyası, s. 86) Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. EK: * ''Aklıllanmaya çalışan adam''la her zaman daha iyi için çabalayan Râkım'ı, ''Akıllanmamaya çalışan adam''la gerçekleri görmekten kaçan ve başkalarına benzemek isteyen Felâtun'u kastettim. ¹(s. 6) ²(s. 7) ³(s. 8) ⁴Avrupa kültürüne özgü olan. ⁵(s. 5) ⁶(s. 164) ⁷(s. 17) ⁸(s. 27) ⁹(s. 11) ¹⁰(s. 30) ¹¹(s. 44) ¹²(s. 66)
Felâtun Bey ile Râkım Efendi
Felâtun Bey ile Râkım EfendiAhmet Mithat Efendi · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201822.8k okunma
··
755 views
Yasemin okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş, kalemine sağlık. Kapağa ben de bayıldım bu arada. Batılılaşma, daha doğrusu "yanlış" batılılaşma Ahmet Mithat için çok önemli bir konu. Kendisi Batı'nın ilmine, teknolojisine, düzenine hayran olmakla birlikte yaşam tarzını Osmanlı toplumuna uygun bulmuyor. Bunun bir nedeni senin de değindiğin gibi israf, diğer bir nedeni de Batılıları yeterince ahlaklı bulmaması. Bu nedenle çeviri kitaplarında bile uygun görmediği yerleri çıkarmış veya değiştirmiş. Bir nevi günümüzde de taraftarı olan "batının iyi yönlerini alalım, kötü yönlerini almayalım" yaklaşımı. Ne var ki iyi ve kötü, Ahmet Mithat'ın romanları kadar net ayrıştırılamıyor gerçek yaşamda. O yüzden nafile bir çaba içerisine girmiş, bu nedenle Servet-i Fünuncuları bile karşısına almış.
Fëanor okurunun profil resmi
Ahmet Mithat'ın düşünceleri ve yaşamı konusunda senin incelemenden ve alıntılarından bayağı nasiplendim. #121410467 bu alıntıdan da gördüğümüz üzere, Ahmet Mithat'ın halkla ilişkileri çok iyi ve halka etki edebiliyor, halk da karakterleri sevdiği için onu ''tehdit'' ediyor. #122302771 bu alıntıdan da Ahmet Mithat'ın Avrupa toplumunu ne kadar sevdiğini görüyoruz, eminim oraya gidince Osmanlılara hem öykünmüş, hem de kızmıştır; çünkü gerçekten de bizim toplum ''100 yıldır hâlâ'' uyumsuz ve kendi halinde. Bu yüzden dışarıdan verilen uyarılar da ona etki etmiyor, sadece uyarıyı görüyorlar ve sanki onlara kötü bir şey yapılmış gibi tepki veriyorlar (tıpkı Râkım Felâtun'u uyardığında Felâtun'un verdiği tepki gibi). Osmanlıların nispeten ''aykırı'' olması ve Ahmet Mithat'ın toplumu eğitmek istemesi aklıma Moliére'in ''seyyah tiyatroculuk'' yaparken bir bölgenin halkına söylediği şu sözleri getirdi: ''Allah'ın belası millet! Millet değil illet!'' Çeviri konusunu incelemende de okudum ve üzerine biraz düşününce hem doğru, hem de yanlış buldum. Doğru bulmamın sebebi toplumu iyiye yönlendirmeye çabalaması. Yanlış bulmamın sebebi ise bir edebiyatçı olarak ''edebî'' bir çeviri yerine serbest bir çeviri yapması. Ayrıca Râkım'ın fakir bir ailede doğması, saf ve temiz bir çocuk olması Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün ''Hayri İrdal'' karakterine benziyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, her ne kadar romancılığını sevmese de, mutlaka ilham almıştır Ahmet Mithat'tan. Her ne kadar ilginç ve ''ütopik'' yanları olsa da, Ahmet Mithat kötü bir yazar değil. Farklı şeyler denemiş, toplum için çabalamış ve bir şeyleri değiştirmek istemiş. Bu açıdan önemli bir yazar. Ahmet Mithat hakkında biyografik bilgiler ve alıntılar için ben teşekkür ederim. Faydam dokunduysa ne mutlu bana.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.