Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
·
Puan vermedi
·
6 saatte okudu
"Yaz güneşinde kurutulmuş kelimeler "
Yazarı tanımayan yoktur: "Siyah beyaz takım elbisesi" ile evine misafir olmadığı aile kalmamıştır herhalde -en azından evinde televizyon olanların. Kendi görüşleri ve duruşu bakımından seveni de var sevmeyeni de; hayranı da çok, nefret edeni de. Tarafların bu anlayışsızlıkları yüzünden yazarın tarafını belli etmekte bazen zorlandığını, hatta sırf tarafını belli etmediği için bile bu sefer iki tarafın da lincini yediğine tanık oldum. Çünkü biz, "bir yarısının diğer yarısından nefret ettiği bir ülkede yaşıyoruz." O yüzden kısmen de olsa mecburen de olsa "alışkanlık" gereği normal görüyoruz artık. Yazarı daha çok 32. Gün'ün yakın tarihimize ışık tutan, bir zamanlar dizi izler gibi merakla, bölüm bölüm izlediğim, kendine has hikayeci anlatışıyla hafızalarımıza kazınan Rahmetli Birand'ın bir öğrencisi ve kısmen takip ettiğim bir gazeteci olarak tanıyordum. Normalde kitap alacağım zaman, alacağım kitaplar önceden genellikle bellidir. Nadiren de olsa kapağını beğendiğim kitapları da almışlığım vardır. Cüneyt Özdemir'in bu kitabını ise tesadüf eseri bir markette fiyatının yarıya düştüğünü gördüğümde almıştım. Kafamdaki Cüneyt Özdemir profilinde deneme yazarlığı niteliği yoktu. Kitaptaki bir kaç denemesine göz gezdirdigimde ve ön kapağında yazılan "yaz güneşinde kurutulmuş kelimeler" çok hoşuma gittiği için bir şans vermek istedim. Aradan yanlış hatırlamıyorsam 7-8 ay geçti ve bu süreçte ben okumayı, öncesinde okumak istediğim kitapların fazlalığı nedeniyle devamlı erteledim. Ve şimdi de incelemesini yazıyorum. İyiki almışım demiyorum ama pişman da değilim aldığıma. Özdemir'in neşesi, kitabına da geçmiş kısmen ve çoğu yerde, çoğu kişiye "itici" gelen kahkahalarını okurken de duyabilirsiniz. :) Yazarın takipçilerine kısmen de olsa, parça parça anlattıklarını "bir de edebileştiriyim de öyle anlatayım" demiş sanki, daha da iyi bir açıdan bakarsak, yazar, anlatamadıklarını ya da anlatmanın daha avantajlı olacağını düşündüğü bir yol seçmiş. Kötü olduğu için demiyorum kesinlikle -biraz zoraki olduğunu hissettirse de- çok da iyi düşünmüş bence. Bakış açısı, betimlemeleri ve anlatma tarzını beğendim. Cüneyt Özdemir'in edebi derinliğinin bu ölçüde olacağını tahmin etmemiştim. Altı çizilesi bol cümlesi vardı; dediğim gibi okurken gerçekten keyif aldığım bir eserdi. Kitap her ne kadar 200'e yakın sayfadan oluşuyorsa da 3'te 1'i resimler ve renkli motiflere ayrılmıştı. Bu da kitaba ayrı bir renk/hava katmış bence. Bir solukta okunacak bu kişisel kitabın, deneme türünde kaleme alınmasına rağmen yazarın, çoğunlukla kendi hayatındaki hikayelerden yola çıkarak aktardığını fark ettim. Bunlar dışında fazla bir şey yok gibi. Nasıl anlatsam, belki de hep bilindik şeyler üzerinde durması veya bana öyle gelmesi kitabı muallakta bırakmış ya da ülkemizin bu değişmeyen zihniyetine alıştığımız için "sıradan" gelmiş de olabilir. Fakat bunu kendi cümleleriyle daha iyi açıklarım sanırım: "Kelimelerin anlamını yitirip, cümlelerin kifayetsiz kaldığı bir ortamda, siz ne kadar doğru bildiğiniz gerçekleri söylerseniz söyleyin; kulaklar sağır, algılar kapalı. En fenası da, artık insanlığın ortak birikiminin oluşturduğu değerler silsilesinde bütün bu yakınmalarınızın bir karşılığı yok." Düşünceler değişebilir; aynı elin bir parmağı diğer parmağına benzemiyor en nihayetinde. Fakat yazar dünyayı çokça gezmiş ve dolaşmış bir gazeteci sonuçta. Birand'ın bir öğrencisi, olayların tam da içinde olması ve çok iyi bir gözlemci olduğu da düşünülürse, okunmaması için bir neden kalmıyor. Ülke ile ilgili çok çarpıcı tespitlerde bulunduğunu ve gerçekleri anlattığını fark edebilirsiniz. Yani kulaklarımızı ne kadar kapatsak da şu gerçek olduğu yerde kalacaktır: "Bir deprem sonrasında toplanma yerleri olarak sadece mezarlıkları bıraktığımız şehirlerde, biliyorum bu sözlerim de fazlasıyla 'boş laf.'" Ülkemiz için en güzel betimlemeyi bence Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi romanıyla ilişkilendirmesi olmuş: Romanı okuyanların da bileceği gibi hemen her günü, göz göre göre işlenecek bir cinayetin bütün kasabanın bildiği bir hikaye konu ediniliyor. Şöyle bir düşününce, evet, maalesef her günümüz bir "Kırmızı Pazartesi!"
Günebakan
GünebakanCüneyt Özdemir · Doğan Kitap · 201849 okunma
·
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.