Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

300 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Görünmez Kalp
- Kitabın ana karakteri olan Sam Gordon, bir lisede iktisat öğretmeni olarak görev yapıyor. Yardımcı karakter Laura da aynı lisede İngilizce öğretmeni. Kitap, serbest piyasacı Sam ile devlete dayalı ekonomiyi savunan Laura’nın tartışmalarını ve ilişkilerini konu alıyor.- Serbest piyasacı ekonomistler, bir devlet fikrine karşı değillerdir. İnsanların can ve mal güvenliğini koruyan, serbest piyasanın aktörlerinin rekabet kurallarına uyup uymadığını denetleyebilecek güçte, etkin bir kamu gücüne karşı değillerdir. Ancak devlet, piyasaya, iyi niyetle bile olsa müdahalede bulunduğunda, bu kadar karmaşık bir sistemin tüm muhtemel sonuçlarını hesaplayamayacağı için zarar verir. Örneğin, niteliksiz iş gücünü korumak için uygulanan asgari ücret politikaları, iş arzının artmasına ve beraberinde işsizliğe sebep olmaktadır. Kuru temizlemecilerin, kadın gömleklerini temizlemek için erkek gömleklerinden daha fazla para alıyor olmasının önüne bir devlet müdahalesi ile geçmek ister ve ikisinin fiyatının eşit olması gerektiğini dayatırsanız, büyük bir ihtimalle kadın gömleklerinin temizlik fiyatı düşmeyecektir, erkek gömleklerinin fiyatı artacaktır. Bu, piyasaya yapılan müdahalelerin olağan sonucudur, yardım edilmek istenen kesim, genellikle yapılan regülasyonun kurbanı olur. Serbest piyasacılar, devletin sadece asli görevlerini yerine getirmesi gerektiğine, ve bu görevleri yerine getirmek için asgari düzeyde vergi toplaması gerektiğine inanırlar. Devlet büyürse, gereken vergi miktarı artar. Birey aşırı vergi ödemelerine maruz kalırsa, çalışma azmini yitirir, böylece üretim daralır, ya da vergi kaçırma riskini almaya başlar. Daralan üretim, daha az vergi demektir. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, devlet, yürürlüğe soktuğu regülasyonla, istediği sonucun tersini elde eder ve bu sırada da çalışan piyasaya zarar vermiş olur. Serbest piyasacılar toplumun ciddi bir kesimi tarafından vicdansızlıkla, insani değerlerini kaybetmiş olmakla, güçlünün yanında yer almakla veya bencil olmakla suçlanır. Yazar, bu suçlamaları Sam Gordon’a yöneltmiş ve cevapları onun üzerinden vermiş. Bu suçlamalardan bir tanesi kapitalistlerin kar uğruna Dünya kaynaklarını tüketmeleridir, bununla sürekli karşılaşırız. Yazar bu sorunu açıklamaya şu soruyla başlıyor: “Dünya’da 531.000.000.000 varil petrol var, yılda 16.500.000 varil petrol kullanıyoruz. Petrolümüz ne zaman biter?” Bu sorunun cevabını ise başka bir örnekle veriyor: Bir oda dolusu antep fıstığımız olduğunu düşünelim. Oda ağzına kadar dolu ve her içeri girdiğimizde istediğimiz kadar yiyebiliriz, üstelik bedava! Yapmamız gereken tek şey var, o da yediğimiz antep fıstıklarının kabuklarını odada bırakmalıyız. Bu durum, uzun süre bir sorun yaratmayacaktır. Ancak bir süre sonra elimize antep fıstığı kadar boş kabuk da gelmeye başlar, ondan da uzun bir süre sonra, antep fıstığı bulmak için bayağı uğraşmamız gerekir. İşte o zaman karar veririz, gidip bir kilo antep fıstığı almak daha kolaydır. Dünya’daki petrol asla bitmeyecek, çünkü bir noktada petrol çıkarmak o kadar zahmetli ve pahalı bir iş haline gelecek ki, başka enerji kaynaklarına yöneleceğiz, bugün aslında tam olarak bunu yapıyoruz, Dünya elektrikli arabalara yöneliyor. Gösterdiği petrol varili verilerinin de 1970’lerdeki veriler olduğunun altını çiziyor. Bugün, petrolsüz kalmaya 1970’lerden daha uzağız, çünkü piyasa, yeni petrol kuyuları açmanın yanında, petrolü daha verimli nasıl kullanacağını da çözüyor. Öz menfaat olmasa, kişi, kendi karını ve çıkarını düşünmese, çıkardığı petrol devlete gitse ve o nasıl bir iş yaparsa yapsın rekabetsiz bir ortamda aynı maaşı alacak olsa, petrolü daha verimli kullanmanın yollarını arar mıydı? Üstüne düşünülmesi gereken bir soru. Yazar altını çiziyor: “Öz menfaatin gücünü küçümsemeyin.” Biz insanlar özgür yaratıklarız, en azından özgür olmalıyız. Başımızda bir baba figürü durmadan ne yapacağımıza karışmamalı ki büyüyebilelim, gelişebilelim, daha iyi olabilelim. Hayat kendini tanımak ve doğru olanı yapmanın bir yolunu bulmak üzerinedir. Bunu sizin yerinize bir yasa aracılığıyla başka birinin yapması, ne kadar güzel olabilir? Yazar, tam da bu görüşü iktisat görüşü ile birleştiriyor. Sizin yerinize karar veren, sizin için iyinin ne olacağını size söyleyen kontrolcü bir mekanizma aşağılayıcı olmasının yanında anlamsızdır. Kitabın bir bölümünde Sam, alkolik bir dilenciye bir dolar veriyor, ancak Laura dilencinin bu parayla içki alacağını, ona bir meyve suyu vermenin daha güzel bir hareket olacağını söylüyor. Durum gerçekten öyle midir? Dilencinin meyve suyundan alacağı vitamini önemsediğini zannetmiyorum. Önemsiyorsa bile verilen parayla kendine bir meyve suyu alabilir. Yok alkol almak istiyorsa, verilen meyve suyunu satıp alkol almak isteyecektir, veya en azından meyve suyunu günlük yemeğine sayıp, kalan parasıyla yemek almak yerine alkol alacaktır. Bu durumda, dilenciye meyve suyu verenin elleri temiz mi olur? Sizin yerinize düşünen bu el, anlamsız bir iş yapmış olmadı mı? Üstüne üstlük bir sürü de ekstra iş çıkardı. Güvenlik standartları gereği yeni çıkan arabalara hava yastığı konulması zorunlu hale geldi. – Gerçekten de bu kitap, zorunlu kelimesine savaş açıyor. – Ucunda ölüm olabilecek ekstrem bir örnek kullanarak, yazar belki de bir gözdağı veriyor: “Evet, bu örnekte bile haklıyım!” Hava yastıkları, emniyet kemerleri hayat kurtarır. Ama hayatın yegane amacı bunlar değil ki. Hayatın amacı olabildiğince zengin yaşamaktır, ve buradaki zenginlik illa para değildir. Eğer bir kişi, satın alacağı arabaya 1000 dolar daha az para verip hava yastıksız versiyonu satın alarak, o parayla bir dil kursuna gitmeyi ya da bir yer gezmeyi istiyorsa, buna hakkı olmalıdır. Eğer hayatın amacı sadece güvenlikse, metropollerde yaşamaz, uçaklara binmezdik, ama bunları yapıyoruz. Çünkü kafamızda bir risk alıyoruz, “Bu uçak düşebilir ama, İstanbul’a kadar yürümek istemiyorum.” Tüm hayat böyledir, maliyet – fayda skalasında yerine koyduğumuz kimi şeylere karar vererek hayatımıza devam ederiz. Kimsenin Dünya’nın en güvenilir arabasına binmek isteyeceğine sanmıyorum, o maliyeti anlamsız bulurlardı. Bazı insanların bu maliyet fayda ilişkisini akıllıca yönetemeyecekleri söylenebilir, herkes yeterince akıllı değildir denebilir, ancak birisi bize yaklaşıp “Senin iyiliğin ve güvenliğin için kayak yapmanı yasaklıyorum.” dese ne hissederdik? Ya da bir başkası güvenli olmayan bir mahalledeki evimize gelip, “Burası güvenli değil, sen 500₺ daha ver de şuraya taşın.” dese bunu beğenir miydik? Maliyet fayda skalası kişinin kendi özelidir. Eğer kişi daha az güvenli mahallede yaşayıp 500 ₺ ile farklı bir şey yapmak istiyorsa, bunu yapabilmelidir. Öte yandan, yetenekli ve başarılı biri, sistemin kuralları gereği başkalarına da fayda getirir. Çok zengin bir iş adamı iş verecektir, bir mucit yaptığı icat ile zengin olurken insanların hayatlarını kolaylaştıracaktır. Kapitalizmde vasıfsız bir birey, hayal dahi edemeyeceği lükse ve şatafata çok ucuz ulaşmaktadır. Bu düzenin büyüsü budur. Serbest piyasa, sorumluluk mevkiine belirli bir kişi ya da partiyi koymayarak yozlaşmanın önüne geçer. Sistem içindeki herkes yozlaşmış olmadığı sürece, sistemin yozlaşması da mümkün değildir, bu ihtimal de astronomiktir. Çünkü sistemi kontrol eden bir güç yoktur. Ancak gücün tepede toplandığı sistemlerde rüşvet ve torpil skandallarını bolca görmek mümkündür. Kapitalist Abd’de asgari ücret kazananların oranı %5 civarlarında, sendikalıların oranı ise %10. Patronları insanlara fazla maaş vermeye zorlayan bir devlet de yok, o halde neden ücretler sürekli artarken, çalışma saatleri git gide kısalıyor? İş yerleri neden telefonla çalışma, gündüz çocuk bakım evleri, iş yerinde yemek servisi ve spor salonları gibi yenilikler getirmeye çalışıyor? Bir zorunluluk yok ya? Çünkü piyasada rekabet vardır. Nitelikli iş gücünü çekmek istiyorsan rakibinden daha iyi şartlar sunmalısın. Kapitalizmin mottosu “Hadi herkesi sömürelim!” değil, “Daha ucuza daha iyisi.”dir. Uzun vadede başarılı olmak isteyen işletmeler, müşterisini ve çalışanını önemser, en iyi ürünü en ucuza satmaya çalışır, bu da eninde sonunda, herkesi zenginleştirir. “Kar, bir şeyi keşfetmenin ödülüdür, bu ödülü rekabet takip eder ve fiyatlar düşer, kar azalır.” “İşçi cenneti Sovyetler Birliği’nde bir deyiş vardı: “Biz çalışıyormuş gibi yapıyoruz, onlar da bize ücret ödermiş gibi yapıyor.” Kapitalizm, içindeki rekabet faktörü nedeniyle süreli işsizlikler yaratır, sosyalistler de hiç kimsenin işsiz kalmayacağı bir düzen vadederek bunu propagandalarına yansıtırlar. Ancak, gelişim, kimi zaman değişim demektir. Yıllar önce sermaye ve toprak sahipleri, tarım arazilerinde insan çalıştırmak yerine makineleşmeye gidilmesinin çok daha ucuz ve çok daha verimli olduğunu keşfettiler. Eğer o dönem birileri çıkıp, “Bu insanlar sizin kar hırsınız nedeniyle işsiz kalacaklar.” diyip, bu gelişmeyi durdursaydı, bugün doğal besine ulaşma konusunda ne kadar sefil bir durumda olurduk düşünmemiz gerek. Bugün yaşayan torunu büyükbabasının işsiz kalmasına üzülecektir, ama bu devasa nüfusun bir parçası olarak aç kalmadığına seviniyor da olmalı. Kapitalizm, farkında olunmasa da gelecek nesillerin yaşam standartlarını yükseltmekle meşguldür. İş dünyasındaki karmaşıklıklara, sorunlara ya da vicdansızlıklara, devlet zoru seçeneği dışında, daha akıllıca çareler bulunmalıdır. Avustralya’ya Avrupa’dan ilk yerleşenler, çoğunlukla hapishane mahkumlarıydı, ve onları oraya taşıyan gemiler, gemiye aldıkları adam başına para alıyorlardı. Ancak şartların fenalığı yüzünden, onlarcası yolda telef oluyordu. Bu soruna nasıl çözüm getirildi? Acaba başlarına bir devlet memuru mu atandı? Rüşvet ihtimali, adam kayırma ihtimali her zaman gücün olduğu yerdedir. Öyle olmadığını varsayalım, devlet memuru çoğunlukla bu işin uzmanı olmaz, o denizci değildir, olsa bile, denizciliğin hangi alanında uzmandır, kim bilir? Gemiye ne kadar su ve meyve alınacağını, bir fırtınadan dolayı gecikme olursa ek deponun kaç ton olması gerektiğini bilir mi? Ya da bu kadar adamı zorla beslemek zorunda olan kaptan, el altından yolcuları zehirlese, bunu anlayacak ve rapor edecek tıp bilgisi var mıdır? Her şeye burnunu sokan bu memura kaptan sinirlenip, “Fırtınada hayatını kaybetti.” yalanını uydurup onu denize atsa, kim neyi kanıtlayabilir? Olasılıklar sonsuzdur ve aynen bu örnekte olduğu gibi devlet bugün de bütün bu sonsuz olasılıklara memur ve kanun yetiştirmeye çalışmaktadır. Halbuki İngiliz hükümeti çok daha basit bir çare bulmuştu. Kaptanlara gemiye aldıkları adam başına değil, Avustralya’ya sağ salim varan adam başına ödeme yaptılar. Bu sert ve gaddar kaptanların, mahkumların sağlıkları için nasıl detaylı hesaplamalar yaptığını siz düşünün. Öz menfaatin gücünü küçümsemeyin. "Girilen her yol, keşfedilmeden bırakılmış başka bir yol demektir. Bu pişmanlığa yol açabilir, ama tercih iyidir. Bedava ekmeğin olmadığı bir dünyada yaşadığıma minnettarım. Sonuçların ve katlanılması gereken maliyetlerin olmadığı bir dünya, anlamlı bir tercihin olmadığı bir dünyadır. Sorumluluğun olmadığı bir yaşam, yetişkin bir insanın yaşamı değildir. Bu, benden daha iyi bildiğinizi düşündüğünüz anlarda bile, benim tercihlerime saygı duymanız demektir. Ben insanlığın temel bir ilkesinin, başkaları tarafından bize çocuk gibi değil, yetişkin bir insan gibi muamele edilmesi olduğuna inanıyorum."
Görünmez Kalp
Görünmez KalpRussell D. Roberts · BB101 Yayınları · 2016314 okunma
·
463 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.