Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

112 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
27 saatte okudu
Namus Belası
"Beni öldürdüler Wene Hala" Evet, Santiago Nasar'ı öldürdüler. İlgili-ilgisiz herkesin bir şekilde haberdar olduğu, ama en yakınlarının ve kendisinin bilmediği bir cinayete kurban gitti genç adam. Onu öldüren aslında kokuşmuş gelenekler, sürüp giden, nesilden nesile aktarılan boş inanışlar, vurumduymazlık ve çokça "küçüklük"tü. Küçük dünyalar, küçük hesaplar, küçük umutlar, küçük duygular, küçük şehirler... Büyük başın derdi büyük olur derler ya, küçük şehrin de insana yaşattıkları büyük oluyor. Herkesin birbirini tanıdığı, tanımak ne kelime, ciğerini bildiği, bunun getirdiği kirli hesaplar ve yakıştırmalar, iftiralar ve sonunda göstere göstere gelen saçma mı saçma bir ölüm... suçlu, iflah olmaz bir kara cahillik üretim merkezleri olan küçük şehirler... durmadan kendini doğuran, her nesilde kendini tekrarlayan, küçük hesapların hayat bulduğu o küçük ve kokuşmuş şehirler... Santiago Nasar eğer büyük bir şehirde yaşıyor olsa ölmezdi. Bunun sebebi tanışlardan örülü bir çevrede yaşamıyor olmanın getirdiği savunma mekanizmaları ve dedikodu ağının olmayışıdır. Başta paradox gibi gelebilir ama, bu açıdan büyüşehirler her zaman daha güvenlidir. Nokta. Gelelim öyküye...spoiler vermek pahasına da olsa öyküye dair bir şeyler söylemek isterim. Yazarın da büyük bir oranda eleştirdiği ve bize yer yer hatırlattığı gibi, genel bir insan çürümüşlüğü var. "Santiago Nasar'ın çıkmayan kokusu" göndermesi boşa değil. Öyle bir toplum düşünün ki, yöneticisinden esnafına, din adamından fahişesine varana kadar herkes leş halde. Bencillik, nemelazımcılık, vurdumduymazlık, boşvermişlik gırla. Buna rağmen kutsallık sosuna bulanmış davranışlar sergilemek de cabası. Dinsel ahlakın çürüttüğü kalpler hepsi. Her türlü gericilik ve hurafenin atbaşı yarıştığı bir toplumdan erdemli bir davranış beklemek safdillik olur haliyle. Öykünün başından sonuna kadar bu kokuşmuşluğun izlerini gösteriyor bize yazar. Burada bir parantez açıp yazara değinmek gerek. Marqouez'in okuduğum ilk kitabı bu ama neden büyük bir yazar olduğunu anlatmaya yeterli. Şu kısacık öyküyle, evrensel bir soruna yerel bir selam çakabilmesi müthiş. Dinsel ahlakın insanı nasıl zombileştirdiğini destansı bir dille anlatmış. Evet kokuşmuşluk kitabın sonuna kadar hissediliyor. "Hiç unutamadığım şey, o korkunç bok kokusuydu" dedirtiyor bir çocuğa yazar, kitabın sonunda. Özeti bu aslında. Bu bok kokusunu duyumsuyoruz her sayfada. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir şey için yıkılan, yok edilen hayatlar kalıyor geriye bu kokudan. Ölen ölüyor ama geride kalanlar da yaşayan ölülere dönüşüyor. Varlığı bile tartışmalı bir "zar" için kendilerinin ve başkalarının hayatlarını mahvedebiliyor insanlar. Öyle ki, bu saçma mahvoluşu yazar bize dul Xius'un evi üzerinden gösteriyor. O güzelim ev, harabeye dönüşüyor yıldan yıla. Çürüyor, eşyaları saçılıyor ortalığa, içi dışına çıkıyor sanki... çürüyen insanlıktır. Kitabın arka kapağında yazar için, "bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini çiziyor" denilmiş. Bu ortak davranış biçiminin temeli zehirli gelenekler ve onların ebesi olan dinsel ahlak işte. Namusun kurtarıldığı ama insanlığın öldüğü bir gerçeklik var ortada. Kısa ama yazarın etkileyici kelimeleri ile oldukça sarsıcı bir öykü. İyi okumalar....
Kırmızı Pazartesi
Kırmızı PazartesiGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 202177,6bin okunma
·
61 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.