Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
8/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Kitabı okumaya başlamadan bu yazdıklarımı okuyup kitapla öyle tanışacaklar okuyucular için, kitap içerisindeki şu bilgiyi paylaşmak istedim. Yazarın Türk eşyalarına, imgelerine vakıf bir havası var ve bazı yerlerde buna atıflarda bulunuyor. Türk Halısı, Türk Kahvesi gibi… Hele türk kahvesini sevmesi, kendisine türk kahvesi pişirmesi ve türk kahvesinin nasıl pişirilmesi gerektiğini anlatması da kitaba güzellik katan yerlerden… Koleksiyoncu kitabı Türk Kahvesi ile okunur ve Türk Kahvesi ile fotoğrafı çekilip sosyal medya da paylaşılmayı hakeder... Kitaba geçersek; Kelebek koleksiyoncu olan bir adamın, resim öğrenci bir genç kıza platonik olarak aşıp olup, bu aşkı saplantı haline getirip, sonunda genç kızı kaçırarak evinin mahzenine kapatması ve bu süreçte yaşadıkları ilişkilerini konu eden kitaptır “koleksiyoncu”… Bir aşkın hikayesi gibi görünse de çok daha derinlik içeriklere sahip. Yazarın ilk kitabı olmasına karşın, derin psikolojik hislere, hayata, kadın-erkek ilişkilerine, sanata, zengin-fakir ayrımına, sınıf farklılıklarına, eğitime, işçi sınıfı ve üst düzey yöneticilere bol bol gönderme yapan, okurken düşündüren, düşündürürken bir yandan da geren bir yapıt. Dört bölümden oluşan kitabı aslında üç bölümmüş gibi nitelendirmek mümkün. Birinci bölüm giriş, ikinci bölüm gelişme, son bölümler ise sonuç bölümü gibiydi adeta. İlk bölümde kitabın erkek kahramanı Fred Clegg’in hayatı hakkında bilgilerle, ikinci kahramanımız Miranda’ya aşık olma hikayesini okuyoruz. Bölümün devamında yine Cregg’in Miranda’yı kaçırması onu mahzene hapsetmesi ve sonrasında olanları Cregg’in gözünden okuyoruz. İkinci bölümde ise (benim için sürpriz oldu burası)Cregg’in Miranda’nın mahzende kapalı kaldığı süre içerisinde yazmış olduğu günlüğe ulaşılmasıyla, yaşananlara Miranda’nın gözünden bakıyoruz bir de. Üçüncü ve dördüncü bölümler de olaylar yine Cregg gözüyle anlatılmaya başlar ama burası aslında kitabın sonuç bölümü zaten… Fred’in ağzından okuduğunuz bölümlerde başlarda bir sempati duyuyorsunuz ona. Miranda bu adama hemen aşık olmalı diye geçiyor akıldan. Çünkü Fred sevdiği kadına o kadar narin, saygılı, kibar, naif davranmaktadır ki, bu adama nasıl aşık olunmaz ki diye düşünmemek elde değil.. Zaman zaman Miranda’ya kızabiliyorsunuz bile. Ancak gelişme bölümüne geldiğiniz de yani Miranda’nın bölümüne okuduğunuzda duygularınız taban tabana değişiyor baştakine göre. Nasıl oldu da ben Fred’i normal bulabildim yahu dedirtiyor bu bölüm insana… Hele sonuç bölümüne geldiğiniz de baştaki düşüncelerinizden eser kaldıysa eğer dönüp kendini sorgulamakta fayda vardır diye düşünüyorum. Eğer hala baştaki gibi düşünüyorsak ya kitabı doğru okumamışızdır ya da içimizde bir yerlerde bir koleksiyoncu saklıyor olabiliriz. Maazallah bir gözden geçirtelim kendimizi derim. ) Kitabın ana karakteri Fred’in kelebek koleksiyoncusu olmasının, kitabı okuduktan sonra tesadüf olarak seçilmiş bir özellik olmadığını net bir şekilde anlıyorsunuz. Tıpkı güzel, özgür bir kelebeği, zevki ve saplantısı uğruna yakalayıp, bir kavanoza hapsedip, ölene kadar çırpınmasını ve sonrasında güzelliği bozulmasın diye bir takım işlemlerden geçirerek çerçeveleyip bir çekmeceye sokması ya da ender bir tür ise duvara asan, koleksiyoner adı altına saklanılmış caniler gibi. Belki yazımı okuyan bir kelebek koleksiyoncusu olacak bir gün ve belki bana türlü söylemlerde bulunacak ama benim fikrim bir canlıya yapılan bu eylemi asla haklı bulmayacağım için değişmeyecek. Birinci bölümde kelebeğini yakalayıp kavanoza koyan avcıdan, ikinci bölümde kavanoza kapatılmış ve özgürlüğü için kanatlarını çırparak oradan oraya kendini atan tutsak kelebekten okuyacağız hikayeyi. İkinci bölüm de klostrofobiniz varsa kalbinizin dayanması pek mümkün olmayabilir. Gerçi benim bilindik böyle bir fobim yok ben iliklerime kadar hissettim bunu. Yine ikinci bölümde kapatılma duygusunu, öğrenmeye aç bir insanın hayattan kopuşuna tanıklık ediyoruz. Türüne göre değişiklik gösterse de ortalama bir kelebeğin ömrü dört haftaymış. Hikayede Fred’in Miranda’ya istediklerini yapması halinde dört hafta sonra serbest kalacağını söylemesi de kurgunun muhteşem bir parçası gibi. Kitap içerisinde birkaç kitaba daha atıfta bulunuyor yazar. Bunlardan en baskın olanları Jane Austen’in Emma’sı, Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocukları, Shakespeare’nin Fırtına’sı en baskın olanları. Fırtına kitabındaki karakterler, Koleksiyoncu karakterlerine de giydirilmiş adeta. Fırtına’daki saf, güzel Miranda karakterinin ismi Miranda’ya verilmiş. Fırtına’nın Miranda’ya aşık Ferdinand’ını, gerçek ismini tutsağına söylemeyen Fred’in kullandığı sahte isim olarak görüyoruz. Yine Fırtına’daki, Miranda’ya aşık, çirkin, aptal ve nankör bir hizmetçi olan Caliban’ı da, Miranda’nın Fred’e yaptığı yakıştırma isimde buluyoruz. Fırtına kitabı Shakespeare’nin, İngiltere’nin Victoria Dönemini hicvettiği kitabı olduğu söylenir. Bu bağlamda koleksiyoncu kitabında da bazı metaforlarla Victoria Dönemi’ne de atıflar olduğunu yaptığım araştırmalarda okumuştum. Victoria Dönemi ile ilgili fikir sahibi olamadığım için fikir yürütemiyorum ama Koleksiyoncu’yu okumadan evvel Fırtına’yı okumuştum. Karakter isimlerinin ve onların taşıdığı misyonlar haricinde bir bağlantı kuramadım. Bunun sebebi dönem konusundaki bilgisizliğim olduğunu düşünüyorum. Kitabı okurken zaman zaman dışarı çıkıp kafanızı gökyüzüne çevirip temiz havayı içinize çekme ihtiyacı duymanız çok muhtemel. En azından ben her dışarı çıktığımda içime derin derin çektim havayı. İstanbul’un mazotlu, dumanlı, tozlu havasını solurken bile, kapalı bir yerde olmamanın şükrünü yaşadım. Yazar John Fowles kitabını bitirdikten sonra uzun süre yayınlayacak bir yayınevi bulamamış. Bütün kapılar bir bir yüzüne kapanmış. Burası gerçekten çok ilginç. İlgi çekici bir kitap olarak görülmemesi gerçekten düşündürücü. Bugün kurmaca bakımından psikolojik gerilim kitaplarında çok çok daha geren, ilikleri donduran kitaplar olsa da o tarihlerde bu türünün ilklerinden. Bugün olsa geri çevrilmesini anlarım. Yani empati yapabilirim diyelim. Zira benim bu türden okuduğum ilk kitaptı ve beni iliklerime kadar sarstı. Ancak bu türden kitap okuyan şimdiki dönem okuyucuları için pek ilgi çekici gelmiyor kitap. Ama şunu da söylemek isterim ki bunu salt gerilim romanı olarak okursanız yavan gelmesi normal. Ancak edebi açıdan da değerlendirirseniz okunası ve bu anlamda çok güçlü bir roman olduğu için benim en sevdiklerim arasına girmeyi başardı. Kitap yazarın yayınlanmış ilk romanı olması özelliğine sahip ayrıca. Taze bir romancı için gerçekten de üstün bir başarı örneği. 1963 yılında basılan kitabın, 65 yapımı bir filmi de mevcut. Tabi yine her uyarlama filmdeki gibi eksikleri olmasına rağmen bence güzel işlenmeyi başarmış. Odak noktası biraz farklı ele alınsa da izlenmeye değer bir film olmuş. Yazarın aslında Koleksiyoncu kitabından çok, Büyücü ve Fransız Teğmenin Kadını eserleri daha meşhurmuş ve Koleksiyoncu’yu okuduğumu duyan herkes bu iki kitabı da okumam için önerdi. Bir gün inşallah okuyacağım. Okunacaklar listeme eklendiler bile. Bir de derler ki yazar “Aristos”adlı kitabında, “Koleksiyoncu” da gizli iyilik-baskın kötülük çatışmasını da irdelemek istemiş. Bu da bilgi olarak kalsın. Fred’in, Miranda’yı önce bir kavanoza hapsetmesi sonra da bir çekmeceye saklamasıyla (burada biraz ironi yaptım ama kitabı bitince bana katılacağınızı düşünüyorum) son bulan kitabı bitirdikten sonra, dışarı çıkıp, gökyüzüne kafayı kaldırıp, derin bir nefes çekmemek ve şükretmemek imkansız. Keyifli okumalar dilerim
Koleksiyoncu
KoleksiyoncuJohn Fowles · Ayrıntı Yayınları · 20208,3bin okunma
·
286 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.