Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hadi Eyvallah
"Kaybetme maceramız daha ana karnından çıktığımızda başlar. Hiç emek harcamadan hüküm sürdüğünüz, dünyanın en güvenli, en yumuşak korunağını, ana rahmini kaybederiz önce. Bizden intikam almak için bekleyen dünya, sanki niye çıktın oradan dercesine, gözlerimizi yakan ışıkları, kulaklarımızı tırmalayan gürültüsü, sıcağı, soğuğu, açlığı, kiri, hastalığıyla saldırır üzerimize. Ama biz de öyle kolay kolay pes etmeyiz. Kaybettiklerimizin yerine anında başka bir şey koyarız. Hem cennetimizi yitirsek de o kutsal yerin sahibi olan annemiz bizimledir, üstelik yanında bir de baba verilmiştir emrimize. Dışarıdaki dünyaya alışmaya başlayınca, kaybettiğimiz cenneti hemen unutuveririz. Ancak büyüdükçe annemiz de babamız da bizden uzaklaşmaya başlar, onları kardeşlerimizle paylaştığımızı anlarız. Kardeşimiz yoksa babayı anneyle, anneyi ise babayla paylaştığımızı fark ederiz. Bize gösterilen ilgi günden güne azalır. Azalan ilgi dünyanın bizden ibaret olmadığını gösteren bir uyarıdır aslında. Ama bu uyarıyı görmezden geliriz. Düşler kurar, hayaller uydurur, kaybettiklerimizin yerine yenilerini koyarak dünyayı kendimiz sanmayı, bu güzel yalana kanmayı sürdürürüz. Yeniyetmelik çağımızda anne, baba sevgisinin yerini arkadaşlara duyulan bağlılık alır. Arkadaşlarımızla hiç ayrılmayacağımıza düşünürüz. Keşke sonsuza kadar böyle aynı mahallede, aynı okulda yaşasak diye dilekler tutar, birbirimize sözle veririz, ama yıllar birer birer alır arkadaşlarımızı elimizden. Ancak yeryüzünde ne kadar kötülük varsa bizde de o kadar umut vardır. Ergenlikle birlikte aşk denilen o büyülü, o rezil, o soylu, o kahraman, korkak duygu utançtan kıpkırmızı olmuş bir yüzle çalar kapımızı. Aklımız, yüreğimiz birine takılır kalır. Bu kez yaşamın merkezine onu koyar, her davranışın, her duygunun, her düşüncenin anlamını onda ararız. Kendimizi onun gözlerinde izleyip, bir benzerimizi bulduğumuzu sanarak, dünyanın en güzel, en olmayacak, en aptal düşünü kurarız. Artık mutluluğu yakaladığımızı sanırız. Şansı yolunda gidenler belki de mutluluğu yakalar, ama kısa süreliğine. Çok geçmeden, koca bir kamyonun, küçük bir çocuğun bisikletini çiğneyip geçmesi gibi gerçek dünya, düşlerimizi parçalayıp verir elimize. Yaşam o kahrolası oyunlarından birini daha oynar bize. İlk sevgili ellerimizin arasından kayıp bilinmeyen sularda kaybolup gider. Bu serüvenden bize düşen ise, dokunduğumuzda içten içe sızlayan bir yara gibi onun anısını sonsuza kadar yüreğimizin en derin yerinde saklamaktır. İlk sevgiliyi yitiriş de bir uyarıdır aslında. Ömür tanrısı, gençliğin geçici olduğunu sezdirmek istemiştir ama bunun da farkına varmayız. Yeniden aşık oluruz, olduğumuzu zannederiz, severiz, sevdiğimizi zannederiz ve kaçınılmaz sonuç: Evleniriz. Biriyle birlikte yaşarsak, yazgılarımızın birleşeceğini, yazgılarımız birleşince de kaybetmekten kurtulacağımızı zannederiz. Derken, çocuklarımız olur. Yaşam bir yandan alırken bir yandan da vermektedir, diye düşünerek, kurnaz bir tüccar gibi kandırırız kendimizi. Oysa o gözüpek yol arkadaşı, o deli dolu gençlik, bedenimizdeki gücü, tazeliği, ruhlarımızdaki sert fırtınaları toparlayıp çoktan terk etmiştir. Derken annemiz, babamız en büyük ihaneti yapar; hangi yaşta olursak olalım, henüz yeterince büyümedigimiz bir anda tek başımıza bırakıp giderler. Ağlarız, yıkılırız, öfkeleniriz, kahrederiz, ama ne yapsak boşuna, ömür rendesi durmadan bir şeyler eksiltecektir yaşamımızdan. Taa ki artık taşımakta zorlandığımız yorgun bedenimizi, bıkkın ruhumuzu sonsuza dek teslim alana kadar. Ama tuhaftır kaybedeceğimizi bilsek de yine de yaşamayı sürdürürüz. Çünkü hiçbir yerde yazılı ol ayam o büyük yasa böyle demiştir. Çoğumuz kaybettiğimizin bile farkına varmayız; her gün biraz daha azala azala yanmakta olan mum gibi tükeniriz. Bazılarımızsa bu acı gerçeği fark eder. Fark edenlerden bir kısmı kaybetmeye dayanamaz, oyunda yenildiklerini anlayınca mızıkçılım yalan çocuklar gibi, hem kendisinin hem de çevresindekilerin günlerini cehenneme çevirip mutsuzluk denizinde ağır ağır boğulup gider. Diğerleri ise bir gün yok olacakları halde ne heyecanlarından ne umurlarında ne de sevinçlerinden vazgeçerler. Sonunda başlarına neler geleceğini bile bile, ölümle sınırlı bu maceranın her evresini , her anını merak eder, bir çocuk gibi çalarak ve hayretler içinde kalarak yaşarlar.... Onlar ki kaybetme sanatını öğrenmişlerdir, bu yüzden yaşama katlanabilme yeteneğini geliştirmişlerdir."
Sayfa 359 - Everest Yayınları, 19. baskıKitabı okudu
·
768 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.