Kitap, Victor Goti imzalı müthiş bir “Ön Söz” ve Miguel de Unamuno imzalı -pek karşılaşmadığımız- “Son - Ön Söz”le başlıyor. Victor Goti’nin romanın kahramanlarından biri olduğu ön sözde sezildiği andan itibaren, postmodernist bir anlatıyla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Esere bütünsel olarak baktığımızda, tam anlamıyla postmodern roman özellikleri taşımasa da bu tarzın birçok özelliğini büyük bir ustalıkla veriyor yazar.
Romanın ilk sayfalarından itibaren anlayacağınız üzere başkahramanımız olan Augosto, yolda karşılaştığı Eugenia adında bir kıza vurulur ve onu elde etmek için çeşitli yollar dener. Bir anlamda kadınlara bakışı değişen Augosto’nun hayatına Rosario adında ütücü bir genç kız girer ve ona karşı da hisleri oluşmaya başlar. Aslında roman, bu çerçevede gelişen basit veya sıradan bir kurgu izlenimi verir ilk başlarda. Ancak hizmetçileri Ludivina ve Domingo, tesadüfen bulduğu köpeği Orfeo, arkadaşı Victor gibi önemli karakterlerle olağanüstü bir sorgulama ya da varoluş anlatısını yaratır.
Eserde numaralandırılmış otuz üç bölüm var ve bu bölümlerin birçoğu diyaloglardan oluşuyor. Bu durum esere tiyatral bir hava katıyor ve yazar, neredeyse her bölümü, bir tiyatro oyununun sahneleri gibi okura seyrettiriyor. Ayrıca, şiirsel dilin etkileyiciliği çeviri dahi olsa hissediliyor. Bu konuda çevirmenin de (Yıldız Ersoy Canpolat) hakkını teslim etmek gerekir.
Romanın son bölümlerinde bir kahraman olarak kendisini de gördüğümüz Unamuno; varoluş, aşk, kıskançlık, aile, babalık, intihar, kadın psikolojisi, sanat gibi pek çok kavram üzerine düşünmenizi sağlayacaktır. Bu muhteşem eseri, kendi deyimiyle “nivola”yı, “kafanızdaki ve yüreğinizdeki sisi dağıtmak için” okumalısınız. Bu sis dağılacak mı peki? Tabii ki hayır!