Romanda kıskançlık olgusu da ayrıntılı bir şekide anlatılmıyor. Sadece Zehra'nın kıskaçlığı belirtiliyor ve kurgu oluşturuluyor, daha sonra yeni kıskançlıklar oluşuyor. Nabizade Nâzım bu konuda da biraz sönük kalmış.
Şehvet konusunda Jale Parla'nın ve senin bu yorumları getirmene şaşırdım. Jale Parla bazı yorumlarında romanı öyle bir dolduruyor ki romana ''peluş oyuncak'' diyesimiz geliyor. Her ne kadar çok iyi eleştirileri olsa da bu noksanlığı yok değil. Cervantes şehvet ayrımını Suphi gibi gençlerden yola çıkarak, saçma bir kurgu oluşturmadan, gayet güzel yapar: ''Delikanlıların aşkı çoğu kez aşk olmayıp şehvet olduğundan, haz elde edildiği an biter. Ve aşk gibi görünen şey, mecburen söner, çünkü tabiatın koyduğu sınırı geçemez, oysa tabiat gerçek aşka bu sınırı koymamıştır.''
Nabizade Nâzım'ın romanda takındığı durum hoş değil. İncelememde de belittiğim gibi kadınları ''erkeklerin kucağına atılan, baştan çıkaran'' olarak nitelendiriyor ve erkekleri de avare gibi gösteriyor. Sırrıcemal'in ''âşıkane cilveleri'' ve Zehra'nın Suphi'nin kollarında ''güvende'' hissetmesi garip bir durum. Suphi'nin ''sanki göğsünü açmış, kendisini bekliyormuş'' gibi Zehra'yı görmesi zaten romanın ne kadar rahatsız edici bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Bir kadın olarak Jale Parla'nın bile yeteri kadar tepki vermemesi, hatta desteklemesi beni şaşırttı desem yeridir. Ki, bence bunun natüralizm ile alakası yok. Emilé Zola da natüralisttir (öncülerindendir) ve böyle saçma cinsel örnekler vermez. Diğer natüralistler de vermez (Sadece kısmen Maupassant verir). Yani Nabizade Nâzım'ın bu durumu kendi romancılığının noksanlığıdır. Şehevi aşk ile duygusal aşkı açıklaması da çok üstünkörü, ki, bunu açıklayıp Suphi'yi ''zavallı'' olarak gösteriyor. ''Kadın gönlü oyuncak değildir'' deyip bu durumlara başvuruyor. Ayrıca Suphi'nin aşkını şehevi bir aşk olarak da nitelendirmiyor. Ötekileştiriyor sadece.
Evet, Jale Parla'ya göre Suphi daha iyi çizilmiş bir karakter, ama ben buna katılmıyorum. Zaten, bazı örnekleri iyi ama, bazı örnekleri tatmin edici değil. Peki neden? Suphi Bey ''kendini zevkine kaptırmış'', hedonist bir adam. Düşünsel açıdan derinliği yok. Roman boyunca zevkinin peşinden gidiyor ve mahvoluyor. Zehra'ya ''kavuşuyor'', Sırrıcemal'e ''vuruluyor'' ve son olarak da Ürani'ye ''takılı kalıyor.'' Roman boyunca bir ''zavallı'' olarak gösterilen Suphi'nin devinimleri çok yok. Sadece ara sıra Zehra'yı düşünüyor, onlara üzülyor ama bu da pek inandırıcı değil; çünkü kendini o kadar çok kaptırıyor ki, bunun gerçeküstü bir şey olduğunu kabul etmemek ve bu kişiye ''eğitimli'' demek kadar ilginç bir şey olamaz herhalde.
Ali Bey ise bastırılmış duyguları olan bir karakter. Bu yüzden önce Mehpeyker'e kendini kaptırıyor, sonra aptallığından kahroluyor, ''işsiz güçsüz'' oluyor ve sonda da bir katile dönüşüyor. Hem karakter devinimi açısından, hem de düşünsel derinlik açısından Ali Bey çok daha kaliteli bir karakter. O, uyanışını tamamlamamış, zevkine kendini bilmeden teslim olan birinin yaşadığı durumları simgeliyor, işte bu yüzden özel bir karakter. ''Bilinç ve farkındalık'' denen şeyin, ''düşünce'' denen şeyin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor. Başkarakter değil de, yan karakterlerin ruhsal devinmleri açısındansa Zehra romanı daha iyi.
Zehra'nın sondaki tutumuna farklı bir bakış açısı getirmişsin, tabii ki düşüncene saygı duyarım. Kitapları iyi yapan şeylerden biri de okuyucunun yorumlarıdır. Ben de bunu yaparım, Jale Parla da, Terry Eagleton da, Mina Urgan da, Henri Troyat da, Park Honan da yapar. Örneğin Park Honan, Shakespeare'in Yanlışlıklar Komedyası'na farklı bir yorum getirmişti ve demişti ki: ''Komik olmakla birlikte, Yanlışlıklar Komedyası bazı yönleriyle, kendini tanımaya çalışan ehliyetli bir yazarın huzursuz edici bir eseri.'' Bu yorumdan sonra kitaba olan bakış açım değişti. Shakespeare bunu bilinçli mi yapmıştı dersin, bilinçsiz mi? Ama gerçekten de bu yorumdan sonra oyun daha da iyileşti. Bu gibi yorumlar kitaplara olan bakış açımızı değiştirebilir. Örneğin ben de Zehra'nın bu tutumunu, dini görüşüne bağlayıp Raskolnikov'la bile karşılaştırmayı düşünmüştüm. Raskolnikov da ''insanın tutarsızlığının'' vücut bulmuş haliydi; insan hiçbir zaman tutarlı bir varlık değildir ve Suç ve Ceza da bunun somut örneğidir. İnsan hiçbir zaman ''içi dışı bir'' olamaz. Ama, sana sorarım, sence Nabizade Nâzım bunu bilinçli bir şekilde mi yapmıştır? Dostoyevski'yse bunu bilinçli bir şekilde yapmıştır (taslaklarında ve günlüklerinde görülür) ve bu yüzden ekstra değerlidir. Artık bu durumun da özel olup olmaması sana kalmış.
Biinçli yapmışsa bile düşünsel bir sorun var ortada: Benim bunu eleştirmemin sebebiyse, Zehra'yı bir ''vahşi'' olarak nitelendirip daha sonra ''dini duygularla yoğrulan'' bir kadın olarak göstermesiydi. Yoksa tabii ki de insanlar bu devirde her türlü pisliği yapıyorlar. Romanın yapısı, işleyişi iyi olsaydı ve tutarlı olsaydı, kesinlikle Zehra'nın bu görüşü çok kaliteli olurdu. Ama bu tutarsızlıklar ve işleyişteki bozukluklar hem yapıyı, hem de karakterleri bozuyor. Ayrıca Zehra'nın kişiliğini Nabizade'nin ilginç bir şekilde yansıtmasına sebep oluyor. ''Çırpınıyor, tepiniyor ve çıldırıyor.'' Bu da ''günahı'' düşünmesini absürtleştiriyor.
Bu ''dönem'' konusu çok önemli bir konu ve kendi düşüncelerimi tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum. Ben Namık Kemal'in kadınlara bakış açısını beğenmezken neden İntibah'ı çok beğendim? Ya da Ahmet Mithat'ın kadınlara bakış açısını kısmen beğenmezken bazı romanlarını çok beğendim? Çünkü o romanlarının sadece bir bölümü ve belli bir kısmı kadınları hedef alıyor ve eleştiriyordu. Romanın hepsinde kara bir leke yoktu (Ama Dolaptan Temaşa'da ve Şeytankaya Tılsımı'nda bu ''kara leke'' vardır). İntibah romanı iyiydi, çünkü insanın uyanışının ve farkındalığının ne kadar önemli olduğunu inceliyor, ''işsiz güçsüz'' insanları irdeliyordu. ''İşsiz güçsüz'' insanlar ile Peçorin'e ve Stavrogin'e yapılan atıflar bile değerliydi. Bu açıdan muhteşem olan romanın kadınlara bakış açısı tabii ki kötüydü ve Mehpeyker'e kulak vermiyordu. Henüz 17 Yaşında'da ahlaki konuları ele alan Ahmet Mithat, kadınları ''kurtaran'' erkeği gösteriyordu. Ama yine de Kalyopi'ye kulak veriyor, Diriliş'teki Maslova karakterine selam çakıyordu. En azından bu insanların da bir vicdanı olduğunu, onlar istediği için oraya gitmediğini gösteriyordu. Her ne kadar ''kurtarıcı'' olarak erkeği gösterse de bu açıdan Ahmet Mithat'ın takdir edilesi bir duruşu vardı.
Ayrıca Felâtun Bey İle Râkım Efendi'de de çalışkanlığın ve azmin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor, alafrangaları kıvrak zekâsıyla yeriyordu. Her ne kadar burada da kadınları ''kurtaran'' erkek olsa da belirttiğim açılardan bu roman gayet iyiydi. Zehra romanındaysa ana konu kadın-erkek ilişkileri ve kadınları aşağılama, cinsel yönleri öne sürme olduğundan, romanın başka hiçbir konuya değinisi olmadığından kötü bir romandı. Sırrıcemal ''cilve yapıyordu'', Ürani bir ''fahişe''ydi ve Zehra da Suphi'ye ihtiyaç duyuyordu. İncelemede de belirttiğim gibi, Zehra'yı bir ''vahşi'' olarak gösteren Nabizade Nâzım, Suphi'nin kadınlar üzerinde baskısını abartılı biçimde ele alıyordu. Onun yüzünden iki kadın da intihar ediyordu (Zehra'nınki ''kısmen'' intihar). Bu konuda Zehra romanının neden kötü olduğunu ve ''dönem''le tabii ki ilgisi olduğunu fakat diğerlerinden ayrıldığı noktayı umarım anlatabilmişimdir?
Son olarak söylemek isterim ki, elbette bir romancı bir şeyler anlatmaya çalışacak, ''roman'' denilen şeyin de romancının okura düşünce ve görüş aktarımı yapması değil midir? Bir şey anlatmaya çalışmazsa romanın ne önemi kalır? Bu yorumun biraz ilginç kaçtı sanki? :) Jale Parla'nın benzetmesini çok hoş bulmuştum, her ne kadar romanı sevmesem de. ''Üç Kalp'' şarkısı için de teşekkür ederim. Öneri vereyim bu konu hakkında: İlk önerim, üçlü bir ilişkinin kaliteli karakterlerle donatıldığı Dostoyevski'nin ''Ezilenler'' romanı. Ezilenler romanının bir üst basamağı da, Dostoyevski'nin olgunluk dönemi eserlerinden olan ve sana da anlattığım ''Budala'' adlı eseri. Bunları okursak eminim Zehra romanından çok çok daha verimli olacaktır. Zehra romanının düşünsel yapısı düşünmeden okuyan okurlara zarar verebilir, incelememde de belirttiğim gibi, bu açıdan dikkatli olmalıyız bence.
Ben incelememin roman hakkındaki düşüncelerimin algılanmasında yeterli olacağını düşünmüştüm, yanılmışım. Teşekkür ederim değerli yorumun için. :)