Bu adamın kitaplarını okurken içimi hep bir karamsarlık kaplıyor. Çünkü bahsettiği Afganistan'ı ve o dönüşümü bugün sanki biz de yaşıyoruz ve elimizden durdurmak için gelen çok bir şey yok gibi hissediyorum. Önceleri olumlu, ılımlı, nispeten modern bir ülke iken sonraları gerici grupların elinde cehenneme dönen bir toprak parçası.
Kitabı okurken istemsiz bir şekilde Uçurtma Avcısı'yla kıyasladım diyebilirim. O hikayeye daha ilk sayfalardan girebilmiştim ama bu kitapta tam anlamıyla o bağı kurmam biraz daha uzun sürdü. Sonunda iki kadının yolları kesiştiğinde ise hikayenin giriş kısmının bitip ana kısmının başladığına emin oldum. İki kadının acı bir ortak noktada birleşen hayatları, ikisinin de farklı şekillerde geçmişlerine duydukları özlemleri ve bu özleme bugünün verdiği sert cevaplar. Şöyle bir düşününce insan üzülmeden, zaman zaman da gözünden birkaç damla yaş akmadan devam edemiyor.
Kitap boyu dikkatimi çeken bir nokta ise bazı kelimelerin kasıtlı olarak çevrilmemesiydi. Kitabın anlamına ve gerçeğine uygun kalınması için bunun yapılmasını çoğunlukla doğru buluyorum, fakat bu kitapta o kelimelerin ne anlama geldiğiyle ilgili bir açıklama olmadığı için bazı yerlerde neden bahsedildiğini anlamadım, ufak açıklamalar iyi olurdu bence. Bunun haricinde ise kitapla alakalı olumsuz gösterebileceğim bir nokta yok, herkese öneriyorum.