Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

174 syf.
10/10 puan verdi
·
11 günde okudu
Devrimi devirecek devrim; İslam.
. Biyografi: Ilich Ramirez Sanchez, nam-ı diğer Çakal Karlos Venezuela’da Marksist-Leninist görüşlü bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Babası adını Ilich koymuş. Vladimir Ilıch Lenin’in Ilich’i. Kendisinden küçük olan iki kardeşinin adları da Vladimir ve Lenin. Böyle bir ortamda büyüyen Ilich daha lise çağında Komünist Partisi’ne üye oluyor. 75’te Filistin Halk Kurtuluş Cephesi saflarında işgalci Siyonist İsrail rejimine karşı savaşmaya başlar. Aynı yıl içinde tanıştığı Müslüman savaşçılar vesilesiyle İslam ile tanışır ve Müslüman olur. Salim Muhammed Nuri adını alır. Bu sırada tek başına, bir kişiyle, iki üç kişiyle veya çok kişiyle örgütlenmiş olarak pek çok faaliyette bulunur. Aklımıza hemen gelebilecek istihbarat teşkilatları tarafından aranan Karlos, 94 senesinde Sudan’da yakalandı. O gün bugündür Fransa’da tutuklu. Yazıları 2007 yılından bu yana Baran Dergisi’nde yayımlanmaktadır. Tavzih, tarif, tahlil: İşi yazmak olmayan, sadece yazmamış yazarların kitapları üzerine bir şeyler konuşmakta hep zorlanmışımdır. Kişinin doğumundan ölümüne kadar yaşadıkları, yazdıkları, sevdikleri, oldukları, öldükleri, hatta mesele Karlos olunca “öldürdükleri” parça parça hep bir şahsiyette toplanıyor ve bunlar kişiyi “o” yapan şeyler olarak bütünde bir pay sahibi oluyorlar. Ama bunların içinden bizim üzerinde söz söyleyeceğimiz alan sadece yazdıkları. Yazık ki kîlükâl şahsın altında ezilecek. Kitap belli bir metot izlenerek yazılmamış. Bazı odak noktaları var, İslam, şeriat, içtihat, siyaset, devrim, kadın, terör gibi. Esasen bütün kitap bu odaklar üzerine kurulu. Bunlarla ilgili başlıkların altında yazar fikirlerini serdediyor. Dolayısıyla ben de incelemeyi bu kavramlar üzerine kuracağım. Kitabın adı Devrimci İslam… Müellifin bu terkipten maksadı, “devrimci olmayan İslam”a alternatif olarak bir “devrimci İslam” icat etmek iddiası değil. Ona göre İslam din ve şeriatının Arap yarımadasından başlayarak yayılışı bir devrim ve belki de devrimciliğin doruk noktası ve benzeri bir daha yeryüzünde görülemeyecek olanıdır. Tabii bu durumda Hz. Peygamber (s) ve arkadaşları devrimcilerin öncüsü olarak bulunuyorlar. Müellif bu görüşü neye dayandırarak savunuyor? Devrimde de aydınlanmada da belirleyici olan şey “erk” yani “iktidar” sahibinin kim olacağı meselesidir. Siyasi iktidarı olmaması gereken yerden alıp olması gereken yere iade eden kişi veya kişiler Karlos’a göre devrim yapmış olur. Devrimin ocağı olan yere, Mekke örneğine gidelim. Mekke halkı bir aşkın tanrı inancına sahip olmakla beraber putlara tapıyordu. İsteyeceklerini onlardan istiyorlardı. Aynı zamanda bir kâhin, büyücü sınıfı da teşekkül etmişti. Karlos’ta “devrim” kavramını ilgilendirdiği için bu inancın Mekkelileri içine düşürdüğü bir vartadan bahsedeceğim: Bu inancın bir “Deus Otious” yani âtıl, iş görmez bir tanrı inancı meydana getirmesi. Muhatap sürekli putlar olursa “büyük tanrı”nın âtıl kalması doğaldır. Bu tanrı yeryüzünü imar, ıslah, teshir etmek için peygamber göndermez. İsteklerini peygamber aracılığıyla bildiren bir tanrı yoksa yeryüzü iktidar sahibi bir tanrıdan noksan olur. Kâinat boşluk kabul etmez, öyleyse iktidar başkaları tarafından bir nevi gasp edilmiş olur. Bu gasıplar Mekke hükümeti, kâhinler, büyücüler, bazı asiller gibi iktidar sahipleri idi. Peygamber Efendimiz (s) teşrif ettikten sonra doğru-yanlış, iyi-kötü, çirkin-güzel’in arasını Allah’ın ona bildirdiği gibi ayırınca bahsettiğim odakların iktidarları zaafa uğramaya başladı. İlk vahiyden Allah “din tamam oldu” buyuruncaya ve Hazret-i Peygamber Kâbe’deki son putu asasıyla devirinceye kadar geçen süreç “iktidarın iadesi” süreci ve öyleyse devrimdir. Devrim, o son putun devrilmesiyle ikmal edilmiştir. Devrimle alakalı aşağı yukarı söylemem gereken şeyler bunlar. Şimdi Karlos’un devrim kadar üzerinde durmasa da onunla alakalı olarak işlediği “aydınlanma”ya değineceğim. Ona göre devrim, asr-ı saadette peygamber ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Bu dönem aynı zamanda aydınlanma kapılarının Müslümanlara açılmasına vesile olmuştur. Karlos’a göre aydınlanmanın Kant’la, Descartes’le, Locke ile alakası yoktur. Aydınlanmanın temeli Hira Mağarası’nda atılmıştır. Ondan sonra saadet asrını ve fütuhat çağını içine alan dönem aydınlanma dönemidir. Bu dönemde Müslümanlar yeni insanlar, yeni dinler, yeni felsefeler tanımaya başlıyorlar ve kendilerine Peygamber Efendimiz tarafından verilen “öz”lerden yola çıkarak mezhepler, felsefeler, önce ameli sonra nazari olmak üzere tasavvuflar teşkil etmiş oluyorlar. Müslümanlık Karlos’ta merkez alanı işgal ettiği için “aydınlanma” böyle bir vetireyi içine alan bir kavramdır. Bağlantıyı koparmamaya dikkat ederek ilgili bir kavramın izahıyla devam ediyorum: İçtihat. Sözlüklerin “kuvvetini tamamen kullanarak çalışmak, gayret etmek” manasını verdiği bu kelime esasında bir fıkıh ıstılahıdır. Istılah manası, belli ilimlerle mücehhez âlimlerin naslardan doğrudan anlaşılamayacak bazı hükümleri çıkarmalarıdır, kabaca. Maksadımı aşmış olacağım için “içtihat kapıları neden kapalıdır” sorusuna kadar gitmeden, Karlos’un “içtihat kapılarını ağzına kadar açmalıyız” dediğini naklederek devam edeyim. Ona göre içtihat muasır hocalara terk edilecek kadar tali ve hayatımızda olmasa da olur bir detay değildir. Karlos içtihadı bütün bir hayata yayarak yeniden canlandırma taraftarıdır. İçtihat ona göre bir entelektüel faaliyettir. Yani ictihad sadece falanca madde necis midir, filanca şey orucu bozar mı sorularıyla mukayyet bir çabanın ürünü değil, modern çağın karşımıza çıkardığı bütün sorunlarla beraber dünya meselelerinin tamamına karşı kuşanılması gereken zırhtır. Buna göre mesela bugün işletebileceğim bir iktisadi sistemim yoksa bunu teorisi ve pratiğiyle inşa ederken içtihattan başka bir şey yapmış olmayacağım. İçtihat bugünün dünyası için entelektüel bir faaliyet sayılabilir dedik. Öyleyse bunu yapması gerekenler dini de dünyayı da bir bütünlük içerisinde kavramış Müslüman entelektüeller olması lazım. Pekala medrese ilimlerini tahsil etmiş kişiler buna ehil değildir diye bir iddiası yok. Fakat medreselerle üniversiteler günümüzde ilmin iki farklı merkezde yer kapladığını gösteriyor. Biriyle alakalı olanların diğeriyle uzlaşamadığı, onu hep “diğer”i olarak gördüğü bir dünyada dünya meseleleri hakkında mollaların ne kadar vukufiyet sağladığı tartışılabilir bir problemdir. Tabii, madalyonun diğer yüzü; bir akademisyen dini bütün derinlikleriyle ne kadar bilebilir ve bilirse bildiği hangi dindir? Bu meseleyi de “ilim bir noktadır”a sevk ederek cümle âlemi techil ettikten sonra sıradaki konuya geçebiliriz. Devrim miladi 7. yüzyılın Mekke’siyle kayıtlı kalırsa ne din ne de devrim maksadına ulaşabilir. Kitapta şeriatın kendini zamanla yenilediği çok vurgulanan bir husus. Bunu sağlayan ictihad müessesesidir. “Neden devrim?” sorusu etrafında düşünürsek, kan emici kapitalist-emperyalist çağdaş medeniyete karşı savaş vermek diye bir derdimiz varsa sırtımızı asr-ı saadetteki devrimin ölçülerine dayayarak özünü bu dinin teşkil ettiği bir mücadelenin içinde bulunmak gerekiyor. Mazlum halkları birleştirecek yegâne güç Karlos’a göre İslamiyet’tir. Ama bu demek değildir ki, Müslüman olmayanlar bu mücadelede pasif rol oynar. Müslüman ve gayrimüslim çağdaş medeniyete maruz kalan halkların tamamının üstlenmesi gereken bir ihtilal misyonu vardır. Bunun gayrimüslimlerdeki tezahürü olarak Vietnam örneğini gösterebiliriz. Hiç kimse bu misyondan feragat edemez. Feragat edenler Karlos’a göre bir ihanetin içerisindedir. Bunlara örnek de Avrupa milletleridir. Ona göre Avrupalılar sosyalizmin başarısızlığa uğramasından sonra sarılacak tek ip olarak İslamiyet’i bulmalı ve bununla birleşip kapitalist medeniyetin barbarlıklarına göğüs germeliydi. Ama onlar bu medeniyetin içerisinde erimeyi ve ona gark olmayı tercih ederek bir ihanette bulundular. Çağdaş medeniyete direniş zaman zaman devletler, örgütler çapında tezahür edebilir. Örgüt çapında yürütülen mücadelelerin önüne daima meşruluk sorunu ihdas eden bir “terör” ithamı çıkacaktır. Bu itham, insanların tasavvurundaki terör kelimesinin mevcut anlamına aldırmadan bir anlam iyileştirmesiyle alt edilmelidir. Bu nasıl yapılır? Karlos terör kelimesinin sözlük anlamını saf haliyle alır, bunun üzerine bir terör tanımı ortaya koyar. Buna göre terör, düşmanı ne türlü olursa olsun korkutmak ve yıldırmaktan ibaret eylemlerin karakteri olarak karşımıza çıkar. Karlos bunu mazlum taraf için mecburi görür. Çünkü düşmanın politik ve mali gücü, zayıf tarafı daima tedhişe zorlar. Fakir silahıdır bu. Zihin bombası. Hani insan mesela bir uzvu yandığında acının etkisiyle refleks olarak o uzvunu geri çekmeye çalışır. Bu onun kendinde olarak yaptığı bir iş değildir. Ama bunu yapmaya mecburdur, çünkü yanığın acısı başka hiçbir şeyi dikkate almayacak kadar dayanılmaz haldedir. Bunun gibi, Karlos terör eylemlerinde hedefin acıyı gidermek, yani düşman odakların, siyasi ve mali gücü elinde bulunduran emperyalist çetelerin hedef alınması gerektiğini söyler. Ona göre terör mazlum üreten bir endüstri değildir; zalimleri kahreden bir usuldür. Nerede mazlum üreten bir terör eylemi varsa bunlar olması gerekeni yapıyor değildirler. Karlos emperyalist-kapitalist “politik erk”i değil masum halkı hedef alanları (IŞİD, DHKP-C, PKK vb.) “geri zekâlı ve şuursuz hayvanlar” olarak nitelendiriyor. Bunlardan teberri ettiğini açıkça ifade ediyor. Bu açıklama İsmet Özel’in terör hakkında görüşlerine aşina olanların dikkatini çekmiş olması lazım. Karlos’un teorik anlamda terörden anladığı şey İsmet Özel ile neredeyse aynı. Fakat Karlos’un tanımının pratikte bulduğu karşılık, onu Özel’den ayrı kılıyor. İkisi de “Müslüman teröristtir.” savını savunurken, insanlar Karlos’u terörist olarak anıyor, ama İsmet Özel sadece şair olarak bilinmeye devam ediyor. Korku vermek esasına dayalı bir terör tanımını kabul ettiğimizde, Karlos’un düşmanlarının Karlos’tan muhakkak korktuğunu, hatta korkması gerektiğini söyleyebiliriz; Özel’in düşmanları korkuyor mudur, bilmiyorum. Burada da fikirden sonra eylemin belirleyiciliği ayan oluyor. Karlos’a göre emperyalist karşıtı mücadele yürütenlerin yolundaki engellerden belki en büyüğü medyadır. Medya, işini bitirmek istediği bir liderin, din adamının, mütefekkirin, yazarın ayağını kaydırmak için onu halka iğrenç gösterir. Böylece halk nezdinde itibarını kaybeden farazi şahsa yakın duran kişiler ayrılmaya başlar, çünkü insanlar benzer bir operasyonla karşılaşmaktan korkarlar. Böylece bu kişi yalnız bırakılmış olur. Sonra işi kolayca bitirilebilir. Bu neredeyse medyanın zaferidir. Medya organlarını elinde bulunduran erk sahiplerinin bu süreçte ihtiyaç duydukları tek şey medya organlarının söylediği her söze Allah kelamına inanır gibi inanan kitlelerdir. Bu olmazsa medya vasıfsızdır, daha muhatap kitlesi yoktur ki vasfı ne olsun. Şimdi alın buraya örnek olarak Kaddafi’yi, Saddam’ı koyun. Cuk oturur. Ee işte öyle. Eminim İsmet Özel okuyanlar tekrar şaşırdı. Evet benziyor. Bu bahsi de onun sözüyle kapatalım madem: “Medyanın gücü yoktur, gücün medyası vardır.”
Devrimci İslam
Devrimci İslamİlich Ramirez Sanchez Carlos · Elips Kitap · 200435 okunma
··
2.628 görüntüleme
zülfikar okurunun profil resmi
Aslında bir mesele olmayan kadın meselemsisi hakkında görüşlerinin bir kısmını yazmış. Konuların irtibatını gözetmek kaygısıyla incelemeye dahil etmemiştim. Bu yazısı yeni: barandergisi.net/m/gorus/gorus-i...
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.