Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Afganlar bağımsız insanlardı. Afgan halkı gelenekleri sayar ama kurallardan iğrenir. Aynı şey uçurtma savaşında da geçerliydi. Tek bir kural vardı, o da kuralsızlık. Uçurtmanı uçur. Rakibinin ipini kes. Hadi, şansın açık olsun! Ama hepsi bu kadar değildi, elbette. Gerçek eğlence, bir uçurtmanın ipi kesildiğinde başlardı. İşte o zaman, uçurtma kovalayıcılar -ya da uçurtma avcıları- devreye girerdi: Rüzgâra kapılıp oradan oraya sürüklenen, sonunda da döne döne yere inen, bir tarlaya, birinin bahçesine, bir ağaca ya da bir çatıya konan uçurtmayı kovalayan çocuklar. Av hayli ateşli geçerdi; çocuklar sürüler halinde sokaklara dağılır, itişip kakışarak koşarlardı: İspanya'da bir festivalde şu boğalardan kaçan insanların yaptığı gibi. Bir yıl, mahallenin çocuklarından biri, dallara takılan uçurtma için bir çam ağacına tırmanmıştı. Ağırlığına dayanamayan dal koptu ve oğlan on metre yükseklikten yere çakıldı Belkemiği kırıldığı için bir daha hiç yürüyemedi. Ama düştüğünde uçurtma hâlâ elindeydi. Bir uçurtma avcısı bir uçurtmayı eline geçirdi mi, kimse onu elinden alamazdı. Bu bir kural değildi. Bir gelenekti. Avcılar için en değerli ödül, kış turnuvasında yere en son düşen uçurtmaydı. O bir şeref madalyasıydı; bir rafta sergilenen, konuklara gösterilen bir ödül. Gökyüzü uçurtmalardan temizlendiği, geriye yalmzca son iki uçurtma kaldığı zaman, uçurtma avcıları dikkat kesilir, avını yakalamaya hazırlanırdı. Kendine en iyi çıkışı yapabileceği, elverişli bir nokta seçerdi. Gerilen kaslar firlamaya hazırlanırdı. Boyunlar uzanır. Gözler kısılır. Kavga çıkar. Ve son uçurtmanın da ipi kesilince, delice bir yarış başlardı.
·
75 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.