Ağaçlar ÇiçekteydiAhmet Say, kimilerimizin gayet yakından bilip, takip ettiği, birçoğumuzun ise henüz tanışmadığı, pek aşina olmadığımız bir isim ki ben ikinci kategoriye giriyorum. Ve bunun ayıbını tüm kalbimle kabulleniyorum.
"Ağaçlar Çiçekteydi", Ahmet Say'ın otobiyografik ve anı düzleminde kaleme aldığı ancak bunlara paralel olarak dönemin politik, sosyal ve kültürel tarihine de oldukça detaylı bir şekilde değindiği, 2010 yılında, 76 yaşında iken yazdığı eşsiz bir eser.
Ahmet Say, Enis Batur'un 1999 yılında yayımlanan ''Kurşunkalem Portreler" adlı eserinde kendisi için kullandığı cümleleri ön söz niyetine kullanmış kitabında:
"1979'da, Ahmet Say'la tanıştığımızda, biri çıkıp, 'Bir gün ondan sevgi ve saygıyla söz edeceksin' diyecek olsaydı, o lafa güler geçerdim sanırım. Yalnızca taban tabana zıt görüşlere sahip olduğumuz için mi? Hayır, bir de kişiliğine en ufak sempati duymadığım için. İtici, saldırgan, Ortodoks, küstah bir adam vardı karşımda, nesini sevecek sayacaktım?"
Derken aradan iki koca sene geçer ve Ahmet Say, başyazarlığını yaptığı Türkiye Yazıları dergisinde yayımlamayı öngördüğü bir söyleşi için Enis Batur'un kapısını çalar. Teklifi kabul eden Batur, bu söyleşinin tek kelimesinin bile değiştirilmeden yayımlandığını, üstüne üstlük mevzubahis söyleşinin Aziz Nesin'in yıllıklarına alındığını ve Nesin'in bunu yılın olayı saydığını belirtiyor. Ve ekliyor son tahlilde:
"Benim 'delikanlılığımı' sevmişti o, bense onun katı kabuğunun altında duran insanı yavaş yavaş okumaya başlamıştım. Yaklaşınca, göstermekten kaçındığı, neredeyse gizlediği asıl kişiliğini, kimi özelliklerini şaşkınlık içinde keşfeder olduydum...Bunca baba gördüm, tanıdım, böylesi bir adanmışlığa hiç tanık olmadım...Fazıl'a yaptığı yatırımı kendine yapsaydı, bugün hangi noktada olurdu acaba?... Herkesin hayatı roman ya, asıl Ahmet Say'ınki romandır. "
Ahmet Say, öğretmen bir anne ve babanın, 1935 yılında İstanbul'da dünyaya gelen çocuğu. Çalışan ebeveynleri sebebiyle ilk çocukluk yıllarını anneanne ve dedesinin yanında geçirmiş, onlardan dinlediği efsunlu masallar ile büyümüş.
İstanbul Erkek Lisesi'nin ardından başladığı konservatuvar hayatı, hasta olan kardeşinin tedavi giderlerini karşılamak için satılan ev eşyalarının arasında piyanosunun da olması nedeniyle yarım kaldı. Tüm müdahalelere rağmen kardeşi kurtarılamayınca bir süre ağır bir depresyon geçiren Ahmet Say, ''dövizli öğrenci" kontenjanından Almanya'ya giderek, basın yayın üzerine eğitim aldı. Türkiye'ye dönünce öğretmenlik yapmak amacıyla soluğu - dağlar ve karlar ülkesi- Bingöl'de aldı. Öğretmenlik yaptığı sürece, köyden şehir merkezine ayda sadece bir kez maaş alıp, alışveriş yapmak için gitti. Maaşından, kendi şahsına sadece ucuz kaçak tütün alıp, kalanını okulunun ve öğrencilerinin ihtiyaçlarına harcadı. Hayatının en güzel kesiti olan Bingöl'deki yıllarını, yüksek lisans yılları olarak kabul ediyor Say, görerek, yaşayarak, tanıyarak eğitim!
Bingöldeki öğretmenlik yıllarının ardından bir süre de Erzincan'da Halk Eğitim uzmanı olarak çalışan Say, daha sonra Ankara'ya yerleşir ve edebiyat alanında eşsiz çalışmalara imza atar. Birçoğumuz bihaberiz lakin, Türkiye'nin çalkantılı siyasi hayatının sillesinden geçerek, onun gibi kıymetli ve nitelikli işler meydana getirmek pek az insana nasip oluyor. Edebi yaşamına başlarken kendisine Orhan Kemal'i şiar edinen bir Ahmet Say var karşımızda. Bir arkadaşı aracılığıyla tanıştığı Orhan Kemal'e Bingöl izlenimlerini aktaran Say, '' Bunları muhakkak yazmalısın'' ültimatomu veren Kemal'e, yazmayı bilmediğini söyler. Düz adam Kemal'in cevabı da düz olur:
"Bana anlattığın gibi yaz. Düpedüz yaz. Sakın edebiyat yapmaya kalkışma! Süslemeler yapmak için kendini zorlama... Noktalama işaretlerini de ustalıkla kullan. Yeni bir yazar, hiçbir alanda açık vermemelidir..."
İşte böyle başlıyor edebiyat serüveni Ahmet Say'ın. 2.Dünya Savaşının enkazı altındaki Almanya'da, sosyalist gruplar ve mülteciler arasında, yavaş yavaş oluşmaya başlayan düşün hayatı, Ankara'da dahil olduğu Hace Bektaş Kültür Derneği, Aşıklar Derneği ve edebi ortamlar neticesinde iyice şekillenmeye başlar. Türk Solu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapan Say, Cemal Süreya ile birlikte Türkiye Yazıları adlı aylık dergiyi de çıkarmaya başlar. 12 Mart darbesi dönemi "azılı komünist'' yaftasından hüküm giyer ve 17 ayını cezaevlerinde geçirir.
"Davalarda hüküm almadığım halde bir dava sarktığı için beni Ulucanlar Merkez Cezaevi’ne attılar. Gorki’nin bir kitabının adı, ‘Benim Üniversitelerim’dir. Cezaevi de gerçekten benim için üniversite oldu."
Mihri Belli, Halit Çelenk, Suphi Karaman, Aziz Nesin, Doğan Avcıoğlu, Mahzuni Şerif, Ruhi Su, Fikret Otyam, Demir Özlü, Nazım Hikmet, Metin Altıok, İlhan Erdost, Tahsin Saraç, Ahmet Erhan, Hikmet Kıvılcımlı, Cemal Süreya gibi isimlere yarenlik; Sinan'a, Cihan'a, Deniz' e, Yusuf'a, Hüseyin'e yoldaşlık yapar. Onların katledilmesine şahit olur ve bu şahitlikler ruhunda onulmaz yaralar açar.
27 Mayıs'tan 12 Mart'a, 12 Eylül'den Madımak Katliamına kadar ülkemizin son yüzyılda başından geçen tüm kara lekelere bizzat tanıklık etmiş Say. Ve bu tanıklık esnasındaki gözlemlerini de 76 yaşında kaleme aldığı bu eserine ilmek ilmek işlemiş. Öyle dolu, öyle görüp geçirilmiş, öyle kalender bir yaşam ki gıpta etmemek olanaksız.
Kitabının son bölümünde ise 2010 yılı itibariyle Türkiye gündemine, stabil devlet ve hükümet sorunlarına değinen Ahmet Say, devamında ise oğlu Fazıl Say'ın eğitim ve müzik hayatından kesitler sunuyor okura. Dikkat ederseniz bu detaydan hiç bahsetmedim yukarıda, çünkü ''Fazıl Say'ın babası'' olma etiketinden çok çok daha ötede bir karakter bence. Fazıl Say olsa olsa "Ahmet Say'ın oğlu'' etiketiyle benim satırlarımda yerini alabilir. Arada ne fark var, demeyin, dünyalar var dünyalar...
1992 Yılında Edebiyatçılar Derneği'ni kuran Ahmet Say, geçen seneye kadar da Evrensel gazetesinde düzenli köşe yazıları yayımlamaktaydı. İlerlemiş yaşı nedeniyle sağlık sorunları yaşıyor olsa da ben yine de kendisine uzun bir ömür diliyorum. Zira onun gibi aydınlara, onun gibi babalara, onun gibi adamlara gerçekten çok ihtiyacı var bu ülkenin!
Kitabın baskısı olmadığından dolayı temin etmeniz biraz zor ve külfetli olacak olsa da, okumanızı ısrarla öneriyorum. Cumhuriyete, ışığa, sanata adanmış bu ömrü lütfen es geçmeyiniz...
Ahmet Say'ın, satır aralarında yer yer bahsini geçirdiği Sevgili Oktay Rıfat'ı çok sevdiği aşikar... Kendisi kitap boyunca herhangi bir detay vermese de, bu biyografisinin ismini, Rıfat'ın vefat eden eşinin ardından yazdığı 'Anış' adlı şiirinin dizelerinden ilham alarak oluşturduğunu düşünmeden edemiyorum...
Her dakikasını ayrı hatırlarım
Erenköy'de geçen zamanımın
Rüyama girer bir arada
İstanbul, bahar ve Türkan'ım.
Bir odamız vardı etrafı sarmaşık
Bostanlara bakan penceremiz
O güller kadar taze
Ben ona deli gibi aşık.
Bir yastıkta dinlenir başlarımız
Saçlarım saçlarına karışırdı
O güzel bir kızdı ince alımlı
Ne giyse yaraşırdı.
Yeter ki gönüller şen olsun
Şarkılar söylerdik yolda
Hep karşıma otururdu ellerini tutardım
Akşam üstü eve dönerken paraşolda.
AĞAÇLAR ÇİÇEKTEYDİ
Türkan'ım sağ beraberimde
Kalbim sevda içindeydi
İstanbul bahar içinde...