Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

FENOMENOLOJİK BİR İNCELEME...
- " (...) Husserl: Kendime baktığım zaman, birtakım bilgiler görüyorum, sezgilerim var ve bunun yanında şüpheler, kuşkular... Bilgilerimle ve hayâllerimin gerektirdiği davranışlarla yaşıyorum; bir bakıma, bütün bunların ortasında kendimi yitirmişim. Bilgilerimin, hayâllerimin ve davranışlarımın dışında acaba ben neyim? Özümün saf bilgisine, mutlak hakikate varabilmek için bütün bilgilerimi, hayâllerimi, davranışlarımı unutmam gerek; kendimi araştırırken, bende ve çevremde ne varsa, bir çantaya koyup ortadan kaldıracağım, bütün verilmişlerden soyunacağım. Böylece, hiç kuşkuya kapılmaksızın mutlak olarak var diyebileceğim biricik varlığı, "ben"imi inceleyip tasvir edebileceğim. Bu psikolojik bir araştırma değildir, çünkü psikoloji beni bilgilerim-hayâllerim-davranışlarımla birlikte ele alır; oysa ben, bütün bunlardan soyunuyor ve sadece bir fenomen olarak kalıyorum. O hâlde yapacağım bu inceleme, fenomenolojik bir inceleme; kendimi bir fenomen-görünen olarak inceleyeceğim ve tasvir edeceğim. Kendimdeki ve çevremdeki her şeyi paranteze alınca (ortadan kaldırınca), ortada mutlak ben kalıyorum. Kendimden başka hiçbir şeyin şuuruna varamam ve kâinatı kavramak istiyorsam önce kendimi anlamalıyım; kaldı ki kendimden başka hiçbir şeyi kavrayacak durumda da değilim. (Husserl'e göre, buradaki öncelik bir zaman önceliği değil, bir düşünce düzeni önceliğidir; çünkü zaman da paranteze alınmıştır.) Kendimi kavramam için bir şuur faaliyeti gerçekleştirmeliyim. Ben'im için kendimi belli eden tek şey vücudumdur; vücudum bütün nesneler içinde "ben" e en yakın biricik nesnedir. Peki vücudum ne türlü bir nesnedir? Dıştan bakıyorum, gördüğüm bir cisimdir; içten bakıyorum gördüğüm bir organdır, cisimden bambaşka bir şey olan canlı bir organizmadır. Demek ki, vücudum, hem cansız bir cisim, hem de canlı bir organizmadır; başka bir ifâdeyle, canlı organizmam cansız bir cisimli bir şeydir. Bu bir ikilik değil, tekliktir. Organizmalılık ile cisimlilik, vücutta birlikte vardır: Ben vücutlu-ruhlu bir bütünüm, vücudumu ruhumdan ve ruhumu vücudumdan atamam, her ikisini de birliktelik içinde taşımak zorundayım, çünkü ben ancak böylelikle ben'im. Ben, müşahhas psiko-fizik bir bütünüm; bir cisim (madde) olan vücudumun aynı zamanda idrak-algı organı olması, vücudumun kendi kendine verilişini de açıklamaktadır. Ben, başkalarını idrak ettiğim gibi, kendi kendimi de idrak etmekteyim: Sol elim fail olur ve sağ el nesnemi algılar. Vücudum sadece bir algı organı değil, aynı zamanda hür olarak kullandığım bir irade organıdır... "Ben"i, vücudumda emreden bir varlık olarak yaşarım, her şeyi vücudumla denerim ve kâinata vücudumla açılırım; ruhu ve maddesiyle vücudum, ölçümdür ve çevreye dair her şey-bilgiler-hayâller ve davranışlar onunla mânâ kazanırlar... Uzak ona göre, yakın ona göre, sağ ona göre, sol ona göre, ötesi ona göre, berisi ona göre. Bana verilen her şey vücudumla verilir, daha doğrusu her şeyle birlikte bana vücudum da verilir. Başkayı bilebilmek için, "ben"i bilmek zorundayım. (Husserl, böylece bütün nesneleri ve küllî oluşları insan şuuruna bağlamakta, ferdi insan şuuruyla özdeşleştirmektedir) Kendi "ben"imden başkasının "ben"ine nasıl geçebilirim? Başka "ben", bana direnebilen "ben"dir. Başkasının vücudunun, ancak kendi vücudumla mânâ kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum ve başkasını ancak kendi vücuduma dayanarak idrak edebilirim. (Husserl buna, "mânâ aktarması" diyor; ona göre bilgi, nesneye yönelen failin şuurudur.) Ama başkasının vücudunu, kendi vücudum olarak değil, başkasını vücudu olarak idrak edebilirim: İkisi arasındaki benzerlik'ten ötürü, kendi vücudumdan aldığım vücut anlamını, başkasının vücuduna aktarırım. Başka vücudun benim için başkasının vücudu olarak varolabilmesi, kendi vücudumun örnek olmasıyla mümkündür. Kendi vücuduma bakarak başka vücudun ne olduğunu bilebilirim; aktarma ve tedâîyle... Bu tedâî, nesnelerden birinin kayarak öbürünün mânâsıyla birleşmesidir. Bilgilerimin, hayâllerimin, davranışlarımın tümün kaldırıp paranteze alıp ortadan kaldırmışım ve "görünen-fenomen" den başka hiçbir bilgim, bilgim olmayınca da hatırlamam yoktur. Dünyalı olarak hiçbir aracıdan yararlanmıyorum ve fenomenolojik tasavvurlarımı fikrî bir tecritle elde ediyorum. (Husserl'e göre düşünme, psikolojik bir akt-hareket değil, fikrin zaman ve mekândan tecrit edilmiş muhtevasıdır.) Yaşadığım dünyayı daha iyi kavramak ve yeniden kurmak için, fenomenolojik metodla çalıştığım sürece, yaşadığım dünyadan isteğimle vazgeçmişim; demek ki çalışmam, dünya dışı bir çalışmadır. Elde ettiğim tasavvurları da bu açıdan değerlendirmek zorundayım; yâni, onlara hiçbir bilgi, hayâl ve davranış katamam. Elde ettiğim fenomenler -meselâ, vücut derken sözünü ettiğim fizyolojik bir vücut değil- sadece cisimli ve ruhlu mutlak bir bütündür. Kendi vücudumdan aldığım bir mânâ aktarmasıyla başkasının vücudundan başkasının "ben"ine geçmektir. Başka "ben"i, önce, vücudumun idrakine dayanarak bir cisim olarak buluyorum. Onu deneyebilirim. Denemelerim sırasında bu cisme âit olan bir "ben" görüyorum ve sadece bir kanadını gördüğüm kapının görmediğim kanadını nasıl idrak edebilirsem, vücudunu gördüğüm başkasının "ben" ini de öylece idrak edebiliyorum. Bu, bir faraziye, bir tahmin, bir sezgi değildir; doğrudan doğruya bir idraktir. Vücut, ruhlu bir cisimdir; ruh vücutta kendini verir. Bu verilişi, kendi vücudumda nasıl yaşamışsam, başkasının vücudunda da kıyasen öylece yaşarım. Başkasının benini algılayışım, elbette orijinal bir idrak değildir; başkasının benini dolaylı olarak, onun vücudu dolayısıyla idrak etmekteyim ve bu onunla yakınlık kurma tecrübesiyle gerçekleştirilmiştir.. Böylece onun benin, kendi benim gibi yaşamaya başlıyorum; ve kendi benimi hiçbir kuşkuya kapılmadan nasıl biliyorsam, başkasının benini de öylece bilmekteyim. Bu bilgi bana, tek başıma yaşamadığımı öğretecektir; ben, "ego"sunun içinde kapanmış tek "ben" değilim ve fenomenolojik ego'nun uçsuz bucaksız sahasında başka benlerle birlikteyim. Artık fenomenolojik mânâda başkası benim için öylesine temel bir varlık olmuştur ki, onu kendimden ayıramam. Şimdi biliyorum ki, kendi benimin içinde bir yabancı yaşamaktadır, içimde başkaları var. Demek ki ben, onlarla birlikte, çevremle birlikte benim; dışta kendimi bulmak, dışa bakarak içi ayarlamak gibi bir usûlle, kendimi daha bir aydınlık görüyorum. Kendimden başkasına gittim, başkasından da kendime döndüm; besbelli ki "ben-insan", ancak başka insanlarla vardır, varlığımı başkasına borçluyum. Kendimi aydınlık olarak kavrayabilmek için, başkalarıyla birlikte olmam gerekiyormuş; o hâlde kâinat, benim için değil, bizim içindir. (Böylece, fertten yola çıkılmakta ve topluma varılmaktadır.) Bu netice beni alemşümûl bir birliktelik içinde bulunan "insan-kültür-toplum-tarih" dünyasını idrake götürüyor; "geist-dünyası"na... Ben, işte böyle bir dünyada yaşamaktayım. İnsanın çevresi, tek başına yaşayabileceği bir çevre değildir ve çevre tabiî olarak başkalarıdır. Bu çevre, ferdin başkalarıyla paylaştığı, ama kendi payını aldığı bir çevredir; böyle bir ortamda yer almışım ve zorunlu olarak bulunduğum nokta, tarihîliktir, tarihî bir zorunluluktur. Öyle ya; konuştuğum dil, bağlı bulunduğum gelenek onlarındır ve varlığım bu sayısız başkalar içinde kımıldamaktadır. Kendimi denemem bana başkasını, başkasını denemem bana dünyayı, dünyayı denemem bana kâinatı, kâinatı denemem bana çok daha aydınlık olarak kendimi vermiştir. Kâinat, dünya, başkaları ve ben, birbirimizi denemekle aydınlanabiliriz."
Sayfa 496 - 497 498 499 500 Husserl fenomenolojisi İBDA YayınlarıKitabı okudu
··
443 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.