Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

179 syf.
·
Puan vermedi
·
196 günde okudu
Gülmekten yerlere düşerek okuduğum hikayeyi aşağıya bıraktım. Bir kaç hikayeyi saçlarım kafama batıyormuş gibi hissettirdiğinden yarım bıraksam da... Bu abimizle muhabbet etmek isterdim doğrusu tabi iyi bir zamanında sülüğü olmak hoş olurmuş :))) Mesela at yarışında tutturduğunda, hayata daha az sinirli bir anında :)) Bir de size nasıl hissettiriyor? Sanki entelektüel çevrelerle alay ediyormuş gibi hissediyorum. Şey dermiş gibi "dur şurayada şu isimleri sıkıştırayım ne kadar donanımlı olduğumuzu anlasın bu edebi kumkumalar, dermiş gibi :))) Çok eğleniyorum kitaplarını okurken. Hayata olan duyarsızlık, fazlaca yıpranmışlıktan sonra gelip insanın içine oturuveriyor ve bunun mizahını yapabiliyor olmasını çok seviyorum. SÜLÜK ÜZERİNE NOTLAR Sülük; denizde ya da tatlı suda yaşayan, kan emici, halkalı solucan, yapışkan, sırnaşık (kimse) sülük bir bakıma bizden çok üstün bir varlıktır; bizi nerede ve nasıl bulacağını bilir - genellikle banyoda ya da cinsel ilişkinin ortasında ya da uykuda, sizi büyük aptesinizin ortasında yakalamakta da pek ustadır, şayet kapıdaysa, "Bir dakika, allah kahretsin, bir dakika!" diye bağırabilirsiniz, ama ıstırap içinde bir insanın sesi onu yüreklendirir sadece - kapıyı daha sert, daha heyecanla yumruklamaya başlar, sülük genellikle hem kapıyı vurur hem de zili çalar, nasıl açmazsınız kapıyı? Gittiği zaman - nihayet - bir hafta boyunca kendinize gelemezsiniz, sülük ruhunuza işemekle kalmaz, sarı suyunu büyük bir maharetle tuvaletinizin oturağına da bırakır, fark edilmeyecek kadar; ancak üstüne oturunca fark edersiniz, ama artık çok geçtir. Sizden farklı olarak bol bol gevezelik edecek vakti vardır sülüğün, üstelik bütün fikirleri sizinkilere terstir, ama o bunu asla bilmez çünkü hiç susmaz, araya iki kelime sıkıştırıp ona katılmadığınızı söylemeye kalkışsanız bile sizi duymaz, sizin araya girişiniz onun için bir boşluk anıdır, konuşmasına kaldığı yerden devam eder. o konuşurken siz de onun pis sümüğünü ruhunuza silmeyi nasıl bu kadar iyi başardığını düşünürsünüz, sülük sizin uyku saatlerinizi de çok iyi bilir, siz derin uykudayken telefon eder ve ilk sorusu, "Seni uyandırdım mı?" olur. Ya da evinize gelir, perdelerin örtülü olduğunu gördüğü halde orgazmı çağrıştıran bir coşku ile kapıyı yumruklar, parmağını zile basıp tutar, cevap vermezseniz, "İçerde olduğunu biliyorum!" diye bağırır, "Arabanı gördüm." Bu yıkıcı insanlar düşünce mekanizmasının nasıl çalıştığından habersiz de olsalar onlardan hoşlanmadığınızı sezerler, ama bu onları kamçılar, ayrıca ne tür bir insan olduğunuzun da farkındadırlar - incitmekle incinmek arasında hep ikinciyi seçen birisiniz, sülük insanlığın iyi yanları ile beslenir; iyi insanın kokusunu alır. Sülüğün kendi keşfi sandığı bazı standart ve kabız fikirleri vardır, en çok sevdiklerinden bir iki örnek: "Hiçbir şey bütünüyle kötü olamaz, bütün polisler kötüdür diyorsun, ama değildir, iyi polislere de rastladım ben. İyi polis de var." Fırsat bulup ona bir insanın polis üniformasını üzerine geçirdiği andan itibaren mevcut düzenin maaşlı bekçisi olduğunu anlatamazsın, polisin işi değişimi engellemektir, gidişattan hosnutsanız bütün polisler iyidir, değilseniz kötüdür, bütünüyle kötü diye bir şey vardır, ama sülük bu kulaktan dolma ev üretimi felsefe ile doludur, bunlardan vazgeçmez, sülük insana düşünce özürlü biri olarak yapışır - acımasızca, kesin ve sonsuza dek. "Olup bitenlerden habersiziz, gerçek yanıtların bize ulaşması mümkün değil, liderlerimize güvenmekten başka çaremiz yok." Bu o denli aptalca ki yorum yapmayacağım, sülüğün saçmalıklarını sıralamaktan da vazgeçiyorum hatta, sinirlerim bozuluyor. Devam edelim, sülüğün isminizi ve adresinizi bilmesi de gerekli değildir, sülük her yerdedir, kokuşmuş, zehirli, ölümcül ışığını üstünüze yansıtmaya her an her yerde hazırdır, at yarışlarında şanslı olduğum bir dönem hatırlıyorum, altıma yeni bir araba çekmiş Del Mar civarında geziniyordum, her gece yarışlardan sonra farklı bir motel seçiyor, sonra sahilde yemek yiyebileceğim iyi bir yer arıyordum, yemekleri lezzetli ve tenha bir yer. Bu bir çelişki aslında, yani yemekleri lezzetli restoran kalabalık olur. Ama bütün genellemelerde olduğu gibi bunun da istisnaları vardır, insanlar bazen yemeklerin çöpten farksız olduğu yerlere rağbet ederler, neyse, her gece yemekleri lezzetli ve çıldırtan kalabalıktan uzak bir yer bulmak kutsal bir arayış olmuştu benim için. Böyle bir yer bulmak uzun zaman alabiliyordu, bir gece yerimi bulmak bir buçuk saatimi aldı. Arabayı park edip içeri girdim. New York usulü biftek, patates tava filan söyledim, yemeği beklerken kahve içiyordum, bomboştu mekan; harikulade bir geceydi. New York usulü bifteğim geldi ve o anda kapı açıldı, evet, sülük gelmişti, doğru tahmin ettiniz, tezgahta otuz iki tabure vardı, sülük yanımdaki tabureye oturmak zorunda hissetti kendini, çöreğini yerken bir yandan da garson kızla sohbete başladı, balık gibi dümdüz bir herifti, söyledikleri bağırsaklarıma bıçak gibi saplanıyordu, zırvalıyor, ruhunun pis kokusunu her yere bulaştırıyordu, ancak yemeğimi yiyebileceğim kadar bir dirsek payı bırakmıştı bana. Bu dirsek payını ayarlamakta da çok ustadır sülük. New York usulü bifteğimi çabucak mideme indirip kendimi dışarı attım, o gece öyle sarhoş oldum ki ertesi gün ilk üç koşuyu kaçırdım. Çalıştığınız, iş yaptığınız mekanlarda da mutlaka bir sülük vardır, ben sülük yemiyim, bir keresinde çalıştığım yerde on beş yıldan beri kimse ile konusmamış biri çalışıyordu, daha ikinci günümde benimle otuz beş dakika konuştu, kendinden geçmişti, daldan dala atlıyordu orospu çocuğu, onun da bir tadı olabilir ama söyledikleri mizahtan yoksun kokuşmuşluklardan ibaretti, onu iyi çalıştığı için tutuyorlardı orada, "İyi bir yövmiyenin hakkı emekle verilir." Her işte en az bir sülük vardır ve beni hemen bulur, çalıştığım her işte su cümleyi sık sık duymuşumdur: "Buradaki kaçıkların hepsi sana bayılıyor." Yüreklendirici değil böyle bir şey duymak. Ama hepimizin belki de farkında olmadan birilerine sülüklük yapmış olmamız olasılığını da gözardı etmemekte yarar var. Berbat bir düşünce ama büyük olasılıkla doğrudur, hem sülüğe karşı dayanıklılığımızı da artırabilir, yüzde yüz insan yoktur aslında, hepimizin, başkalarının farkında olup bizim farkında olmadığımız deli ve çirkin bir yanı vardır, yoksa bu çiftliğe nasıl katlanabilirdik? Yine de sülüğe karşı önlem alan insana saygı duymalı, sülük kesin tavır karşısında ürker, başkasına musallat olur. Hayat dolu, entelektüel bir şair tanıyorum, ön kapısına büyük harfler ve mükemmel bir elyazısı ile şöyle yazmıştı: İlgilenenlere: beni görmek istiyorsanız lütfen telefon edip randevu alın. Davetsiz gelenleri kabul edemeyeceğim, işimi yapabilmek için zamana ihtiyacım var. İşimi katletmenize izin veremem, beni hayatta tutan şeyleri yapabilirsem, rahat ve sıkıntısız bir ortamda karşılaştığımızda size karşı daha nazik olacağımı lütfen bilin. Bu yazıya hayranlık duyuyorum, züppelik ya da insanın kendini abartması olarak algılamıyorum, doğal haklarına sahip çıkan cesaret ve mizah dolu bir adam söz konusu, ilk kez tesadüfen gördüm bu yazıyı, bir süre bakıp adamın yazıdaki sesini duyduktan sonra arabama binip uzaklaştım, anlamaya başladığımız an her şeyin başladığı andır ve bazılarımız artık anlamaya başlasa çok iyi olacak. Love- in'lere, o toplu sevgi ayinlerine itirazım yok mesela, yeter ki beni katılmaya zorlamayın, sevgiye bile karşı değilim, ama biz sülüklerden söz ediyorduk, değil mi? Sülük için kolay lokma olmama rağmen bir keresinde ben de tavır koydum, o sıralar on iki saatlik gece vardıyasında çalışıyordum. Tanrı beni affetsin, ve tanrı tanrıyı afetsin, her neyse bu çok sülüğümsü sülük her sabah saat dokuzda bana telefon etmekten kendini alamıyordu, sabahları yedi buçukta eve gelip iki bira içtikten sonra ancak uyuyabiliyordum. Zamanlaması mükemmeldi, her seferinde o alışılagelmiş aptal oyununu oynardı, beni uyandırmış olmanın bilincinde sesimi duymak onu mest ederdi, öksürür, tiksirir, boğazını temizleyip kem kümlerdi, "Bak, " dedim sonunda, "ne bok yemeye beni saat dokuzda uyandırıyorsun? Sabaha kadar çalıştığımı biliyorsun, on iki saat çalışıyorum! Neden beni saat dokuzda arıyorsun allahın cezası?" "Belki at yarışlarına gidersin diye düşündüm, seni hipodroma gitmeden önce yakalamak istedim." "Dinle, " dedim, "ilk koşu 13:45'de, ayrıca gecede on iki saat çalışırken nasıl hipodroma gidebilirim? Bu kadar şeye nasıl zaman bulacağım? Uyumam, sıçmam, yıkanmam, beslenmem, düzüşmem, ayakkabılarıma bağcık filan satın almam gerekiyor, gerçek kavramın yok mu senin? İşten geldiğimde en son lanet damlama kadar tüketilmiş olduğumu anlayamıyor musun? Geriye bir şey kalmıyor, anlasana! Hipodroma gidemiyorum, kıçımı kaşıyacak gücüm yok. Neden beni sabahın lanet dokuzunda arıyorsun?" Fırçayı yiyince sesi kısılmıştı - "Hipodroma gitmeden önce seni yakalamak istedim." Yararı yoktu, telefonu kapattım, gidip karton bir kutu aldım, telefonu içine sokup üstünü paçavra ile doldurdum, her sabah işten geldiğimde bunu yapıyor, kalktığımda telefonu kutudan çıkarıyordum, sülük ölmüştü, bir gün dayanamayıp beni görmeye geldi. "Neden artık telefonlarıma cevap vermiyorsun?" "Telefonu bir kutuya koyup üstüne paçavra dolduruyorum." "Sembolik olarak beni de o kutuya koyduğunun farkında değil misin?" Ona bakıp sakin ve yumuşak bir sesle, "Bak bu doğru," dedim. Bir daha eskisi gibi olmadık, benden yaşlı, hayat dolu ve sanatçı olmayan (şükür) bir arkadaşımla konuşuyordum, "McClintock beni günde üç kez arıyor, seni aramıyor mu?" diye sordu. "Artık aramıyor." McClintock'lar herkesin alay konusudur ama onlar bunun asla farkında olmazlar, bir McClintock hemen fark edilir, her McClintock yanında küçük bir telefon defteri taşır, telefonunuz varsa şayet çok dikkatli olun. Sülük size şehir içi arayacağını söyleyip (yalan) telefonunuzdan bitmek bilmeyen zehirli hikayelerinden birini bezgin dinleyicisinin kulağına dökecektir mutlakta, bu McClintock tipi sülük telefonda saatlerce konusabilir, dinlememeye çalışsanız da elinizde olmadan kulak misafiri olur, hattın öbür ıstırap ucundaki kişiye güler, biraz da acırsınız. Belki bir gün dünya düzeni öyle değişir ki, iyi ve dürüst bir yaşantının sonucunda sülük sülüklükten çıkar, sülüklüğün olmaması gereken şeyler yüzünden oluştuğuna dair bir varsayım var. Kötü hükümet, kötü hava, berbat seks, bir kolu tahta anne, parlak yastıklara gömülüp oturan baba, vesaire, ütopik toplum gerçekleşir mi gerçekleşmez mi, bilemiyoruz. Ama hâlâ insanlığın bozuk tarafları ile ugraşmamız gerekiyor - açlar, siyah beyaz ve kızıl, uyuyan bombalar, love-in'ler, hipiler, yeterince hipi olmayanlar, Johnson, Albequerque'nin hamam böcekleri, kötü bira, bel soğukluğu, ödlek editörler, bunlar şunlar bunlar şunlar, ve sülük, sülük hâlâ yaşıyor, ben bugün varım, yarın değil, benim ütopyam bugün daha az sülük diyor, sizin hikayenizi de dinlemeyi çok isterdim, eminim herkesin katlanmak zorunda kaldığı bir-iki McClinlock tipi sülüğü vardır, sizin McClintock hikayeniz de beni güldürürdü herhalde. Tanrım, şimdi aklıma geldi!!!!! Bir McClintock'un güldüğünü hiç görmedim! Şu işe bak. Tanıdığınız sülüklerden birini düşünün ve kendinize onu gülerken görüp görmediğinizi sorun, hiç gördünüz mü güldüklerini? Tanrım, aslına bakarsanız tek başıma olduğum zamanlar dışında ben de pek gülmem, kendimi mi yazıyorum yoksa? Sülüklerin sülüklediği bir sülük, düşünün bir, kıvrılıp kaynasan, 69 durumlarında bir sülük kolonisi. 69 mu? Hadi bir Chesterfield yakıp her şeyi unutalım, sabaha görüşürüz, paçavra dolu bir kutuya tıkılmış ve kobra memeleri okşarken. "Selam, seni uyandırmadım, değil mi?" "Hay Allah, düşünemedim."
Sıradan Delilik Öyküleri
Sıradan Delilik ÖyküleriCharles Bukowski · Parantez Yayınları · 20181,333 okunma
··
1.906 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.