Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İbrahim Bin Ethem'in hikayesine benziyor.
"Bir zamanlar Bağdat'ta kendi halinde yaşayan bir adam varmış. Sağlığı yerinde, varsıl, mutlu bir evlilik süren bir adam. Tek dileği bir evladının olmasıymış. Ama bir türlü çocuğu olmuyormuş. Doktorlara gitmiş, büyücülere taşınmış, adaklar adamış, yok, zavallı adamcağızın hanımı bir türlü hamile kalamıyormuş. Tam umudunu kestiği sırada gezgin bir dervişle karşılaşmış Bağdat'ın bedestenlerinden birinde." ... " Yoksul giysiler içindeki gezgin derviş, adama yaklaşmış, 'Ey Allah'ın cömertliğine nail olmuş kişi, bu fakirin karnını doyurur musun?' diye sormuş. Gönlü yüce olan adam hiç tereddüt etme den kabul etmiş bu isteği: 'Elbette, söyle bana canın ne yemek ister?' Derviş sevgiyle bakmış adama. 'Yağsız bir paça çorbasıyla, bir parça kuru ekmek, gerçek bir ziyafettir bana.' "Birlikte oturmuşlar çorbacıya. Derviş kuru ekmekten bir ısırık, çorbadan iki kaşık aldıktan sonra tabağı önünden itmiş, kendisine yemek ısmarlayan cömert adama bakmaya başlamış. Adamın yüzündeki mutsuz çizgileri, gözlerindeki kederi görünce sormuş: 'Çocuğun olmasını neden bu kadar çok istiyorsun? Dervişin derdini bilmesine adam çok şaşırmış. Samimi bir tavırla açıklamış. Ham dolsun malım mülküm var, sağlığım yerinde, sevdiğim bir de eşim var, ama mutlu değilim. Hayatım, yıldızsız bir gökyüzü gibi boş, güneş siz geçen bahar mevsimi gibi yavan, çiçeksiz bahçe gibi acınacak halde. Belki diyorum bu eksikliğin nedeni çocuktur. Çünkü her şeyim var, çocuğum yok sadece.' Gezgin derviş derinden bakmış adamın gözlerine. 'Sen çocuk değil, mânâ peşindesin,' diye açıklamış. "Allah sana çocuk verirse mutlu olacağından emin misin?" İkisi arasındaki farkı nereden bilsin adamcağız. 'Eminim, bir çocuğum olsa eksikliğim gi der, mutlu olurum,' demiş. 'Peki o zaman,' diye fısıldamış derviş. 'Sana derdinin ilacını söyleyeceğim.' Adamcağızın gözleri parıldamış, pürdikkat dervişin ağzından çıkacak sözleri dinlemeye başlamış. 'Yarın uyandığında tertemiz yıkanarak çık sokağa. Ne kimseye yalan söyle, ne de kötü bir söz sarf et. Kurnazlık yapma, haram yeme, kötülüğü kalbinden uzak tut, yoksulları sevindir ama böbürlenme. Akşam eve dönünce, bütün saflığınla, bütün kalbinle, bütün inancınla secdeye eğil. Allah'a yakarmaya başla. Ona de ki: Ey göğü ve yeri yaratan. Ey rahman ve rahim olan. Ey cömertliklerini saymakta dilimin aciz kaldığı sultan. Bana hakikat kapısının yolunu aç. Ama bilirsin ki, her kulun hakikate ulaşma yolu farklıdır. Seni bulmam için çocuk özlemi mi gidermem gerek. Bana bir çocuk ver. Bu lütfu benden esirgeme.' Sabah namazı vaktine dek yakarmanı sürdür, tekrar tekrar isteğini dile getir. Sabah namazını kıldıktan sonra hanımının yanına var, onu yatağına al. Dokuz ay, on gün sonra bir oğlun olacak.' Adamcağız, dervişin ayaklarına kapanmış. 'Eğer bu söylediklerin gerçek olursa, dile benden ne dilersen.' Derviş, adamı ellerinden tutup kaldırmış. 'Bizim iyiliğimiz de, kötülüğümüz de karşılıksızdır,' demiş mağrur bir ifadeyle. 'Yaptıklarımızın ödülünü de, cezasını da kendimiz veririz kendimize.' "Adamcağız hiçbir şey anlamamış dervişin sözlerinden ama çocuk sahibi olmak için her umudun peşinden koştuğundan, ertesi gün harfi harfine yerine getirmiş dervişin söylediklerini. Yunmuş, arınmış tertemiz çıkmış sokağa, ne bir kalp kırmış, ne kul hakkı yemiş, ne yalan söylemiş, ne kimsenin canını yakmış. Evine dönünce de secdeye varıp sabaha kadar tövbe istiğfar eyleyerek, Yaradan'a dileğini söylemiş. Sabah namazını kıldıktan sonra da varmış hanımının yanına. Ve dervişin dedikleri gerçek olmuş. Hanımı hamile kalmış. Adamcağız çok mutlu olmuş, ödüllendirmek için her yerde gezgin dervişi aramış, ama bulamamış. Dokuz ay on gün sonra, karısı adama nur topu gibi bir erkek çocuk doğurmuş. Adam, oğlunu kucağına almış, öpmüş, koklamış, karısına değerli taşlar, altınlar hediye etmiş. Oğlunu görmek için her gün erkenden eve geliyormuş, bebeğini seviyor, henüz dünyadan haberi olmayan bu minik canla oynuyormuş. Mutluymuş mutlu olmasına ya, ama bir yandan da derviş bu mucizeyi nasıl gerçekleştirdi diye düşünüp duruyormuş. Doktorların, büyücülerin, feraset sahibi koca karıların yapamadığını o giysileri yırtık pırtık, saçı sakalı birbirine karışmış derviş nasıl yapabildi acaba diye merak ediyormuş. Aklında günden güne büyümüş bu soru. İşin içinden çıkamayınca ulemalara taşınmış, bilginlere danışmış, deri kaplı elyazması kitaplar okumuş ama bir cevap bulamamış. Cevap bulamadıkça sorular çoğalmış, karışık bir hal alarak büyük bir sırra dönüşmüş; işte o sır, adamın hayatının manası oluvermiş. Artık eli işe güce varmıyor, ne güzel karısıyla, ne taparcasına sevdiği oğluyla vakit geçiriyormuş. Mecnun gibi dolaşıp duruyormuş şehrin sokaklarında.. "Bir gece uykusunda dervişin sesini duymuş. Aradığın benim sırrım değil, Allah'ın aşkıdır. Allah'ın aşkına ulaşmak için dünya sevgisinden vazgeçmelisin,' diyormuş. Odada biri mi var diye kalkmış yatağından ama kimseyi görememiş. Bütün gece dervişin sözlerini düșünmüş, gün ışırken kararını vermiş. Hanımını kaldırmış, başına gelenleri tek tek anlatmış. ""Benim, o dervişi bulmam gerek,' demiş kararlı bir tavırla. 'Olup biteni bir tek o derviş anlatabilir bana.' Zavallı kadının yalvarıp yakarmasına, saçını başını yolup ağlamasına aldırmadan, 'Bu benim kaderim, bunu yaşamam lazım,' diyerek malını, mülkünü hanımına bırakmış. 'Ben dönmezsem, sana da, oğluma da yetecek kadar paramız var, bunları harcarsın, diyerek düşmüş yollara. Gidiş o gidiş. "Kadın oğlunu yalnız başına büyütmüş. Gün gelmiş o küçük bebek eli işe, aklı dünyaya eren güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuş. Ve annesinin huzuruna varıp, 'Babama ne oldu?" diye sormuş. 'Öldüyse mezarını bileyim, sağsa gidip onu getireyim.' "Annesi anlatmak istememiş ama oğlu ısrarcıymış, kadıncağız sonunda olanı biteni açıklamak zorunda kalmış. İşittiklerinden bir mânâ çıkaramayan delikanlı, 'Yok,' diye söylenmiş, 'bu işin içinde başka bir iş var. Ben gidip babamı bulacağım.' Kadın tıpkı kocasına yaptığı gibi oğluna da yalvarmış. 'Hayatta senden başka kimsem yok. Sen de gidersen ben ne yaparım,' diye ağlamış, söylenmiş. "Ama çocuk Nuh diyor peygamber demiyormuş. Bir hafta sonra da yollara düşmüş. Babasını sora sora, şehirler, kervansaraylar, mescitler, dergâhlar dolaşmış. Öğrendikleri onu sonunda Mekke'ye kadar sürüklemiş. Mekke'de bir mescide inmiş, ilk iş olarak babasını sormuş. Mescitteki hoca hemen tanımış babasını. 'Onu Kâbe'de bulursun,' demiş saygılı bir tavırla. Dünya nasıl güneşin etrafından dönerse, baban da bütün gün ve gece dolaşır Kâbe'nin çevresinde.' "Delikanlı hemen koşmuş Kâbe'ye. Orada Müslümanlara babasının adını söylemiş. ki Derhal göstermişler yaşlı adamı. Bakmış saçı sakalı birbirine karışmış, yırtık pırtık giysiler içinde bir adam; elleri gökyüzüne açılmış, dudaklarında mırıl mırıl bir dua, küçük adımlarla dönüyor Kâbe'nin etrafında. Heyecanla yaklaşmış babasına. Dokunmaya çekindiğinden, Baba,' diye seslenmiş ürkek bir sesle. Duymamış ihtiyar, delikanlı sesini biraz yükseltmiş. Baba... Ama ihtiyar öyle bir âlemde ki yine duymamış oğlunun sesini. İyice bağırmış delikanlı. "Baba!' "Adam durmuş, gözlerini kısarak bakmış gölgesiyle güneşini engelleyen delikanlıya. Tanıyınca oğlunu, sanki zemheri rüzgârı esmiş gibi titremiş yaz sıcağında. Gözlerinden yaşlar boşanmış. Hemen bakışlarını gökyüzüne kal dirarak, 'Ey Allah'ım,' demiş yalvaran sesiyle. Senin aşkını kimseyle paylaşamam, ya benim canımı al, ya onunkini.' Neler olduğunu anlayamayan delikanlı şaşkın bakarken, ansızın nefesinin kesildiğini hissetmiş, gözleri karararak, yere yığılıp ölmüş."
Sayfa 409Kitabı okudu
·
541 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.