Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

348 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Cumhuriyet Türkiye'sinin Baharında Bir Köy İmamı
Bir hâtırât kitabı için inceleme nasıl yazılır, ne kadar mümkün olur bilmiyorum. Fakat bir kişiye dahi vesile olmak arzusu beni bir şeyler yazmaya mecbur ediyor. Kutuz Hoca yani Mehmet Kara 1918 yılında tarihimizin insan nazarında belki en talihsiz döneminde Rize'de dünyaya geliyor. Oğlu Mustafa Kara'nın bir şiirindeki tabiriyle, "Hastalıklı bir beden sapasağlam bir gönül", güçsüz bedeni vefatına kadar onu bırakmıyor. Gerek iki yorganla uyuması, soğuk suyla abdest dahi alamıyor oluşu durumu izah etmek için yeterlidir diye düşünüyorum. Evvela Kutuz Hoca'nın babası rahmetli dedemin babası Mustafa'ya benzettiğim Hüseyin Kara'dan bahsedelim. Balkan savaşları ve 1. Dünya Savaş'ına katılmış. Ve on binlerce Müslüman gaziden bir tanesi. Yakınına düşen bir top mermisiyle işitme gücünü önemli ölçüde kaybetmiş. Bir çok meslekte hüneri olan Hüseyin Kara; molla, kalaycı, hızarcı, inşaat işçisi, fahri imam, arıcı, besici ve bir toprak insanı. Yorulmak nedir bilmeyen bir baba. Talihsiz bir kaza sonucunda evlatlarını yetim bırakıyor. Mehmet Kara (Kutuz Hoca) babası gibi güçlü olmasa da çocuk yaşlarda hem hafızlık yapmış hem demirci çıraklığı, hemde sıvacılık yaparak ailesine destek olmaya gayret etmiş bir evlat. Seferberlik döneminde askere çağrılmış 41 ay askerlik yapmış orada hem sıhhiyecilik eğitimi almış hem de İslâmi eğitimlerine vakit buldukça gayret etmiş bir gönül insanı. Tifo hastalığının ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde yaya olarak dağ-bayır, sonbahar-kış komşu köylere hem aşı yapmaya koşan, hem gittiği yerlerde Kur'anlar okuyup namazlar kıldırıp, sohbetler veren bir mümin. Sanırım sürekli sıhhiyeci olması mümkün iken (80 lira maaş alıyordu yollukla beraber kadrolu değilken) İslâm aşkı buna mani oluyor. Sonrasında köyün camisine ilk kez kadrolu imam tayin edilince (60 lira maaşla) köylü onu lâyık görüyordu. Bedeni onu zorlasada köyünde hem imamlık yapıyor, hem hafız yetiştiriyor( üç oğlunu da hafız yapmış) hem de sıhhiyecilik yapıyor. Cemaat tarafından kendine, "Hocam imamet görevini zor yapıyorsun bari hafızlık yaptırdığın çocukları bırak." denildiğinde kendisi "Ben bu hafızlarla ilgilenmezsem İstanbul'da okuyan oğlum Mustafa ile de onun hocaları ilgilenmez." dermiş. Devlet askerlik hizmetini emekliliğe dahil etme hakkı getirdiğinde bunu kabul etmiyor. O şerefli vazifenin ecrini öbür dünyada almayı umarak ret ediyor. Nihayet emekli olduğunda verilen 120 bin liralık tazminatı da istemiyor. Üstelik büyük oğlu Prof. Mustafa Kara akademisyen olma yolunda paraya ihtiyacı var, diğer oğulları da yüksek öğretimde olduğu halde o parayı eve sokmayıp hayır kurumlarına dağıtıyor(kitapta ayrıntılı listesi var). Hatta gücüm yetse de emekli maaşını da almasam diyen Mehmet Kara, bedeni elverdiği sürece fahri imamlık görevini sürdürüyor. Hem İslâm aşkı hem sorumluluk hem de o emekli maaşına bir karşılık olsun diye belki daha fazlası için. Kendine yapılan iyilikleri sürekli hatırlaması ve anlatması Efendimiz Rasuli Ekrem’i hatırlattı bana. Zira efendimiz de öyle yapardı. Babası Hüseyin Kara'nın yayladaki arazisini ağabeyinin isteğiyle - sanırım adı Ahmet idi-satma kararı alıyorlar. Oradan hakkına düşen parayı da çeşitli yerlere bağışlıyor. Kim bilir ne niyetle yaptı bunu? (evlatları da işini eline almıştı). Beyatlı'nın, "Biz ölülerimizle yaşarız" cümlesine mazhardır belki bu bağış. Ve Rahmetli olunca çok sevdiği babaannesinin koyununda sır oluyor(Allah rahmet eylesin). Zevcesi Fatma Kara, Babası Hüseyin Kara, annesi, hocaları başta tüm sevdiklerine de Allah rahmetiyle muamele etsin. *** Dücane Cündioğlu'ndan duyduğum 'kültür tarihçiliği' için paha biçilemez bir eser. Hatıra türünde hem gecikmiş bir milletiz hem de genel olarak üst kademelerde yer almış kişilerin at oynattığı bir sahada bir köy imamının hâtırâtı olması benzersiz bir olay. Yoldaki bir taşın kaldırılması için bile bir sebepler zinciri yaratıyor Allah. Bu hâtırâtın bizlere ulaşması için de onlarca sebepler zinciri var. Özelikle hükümet politikalarını aklamak için, hocaları kötüleyen romanlar, sinemalar yanında, medreseleri yerin dibine sokmaya gayret eden medyanın tonları karşısında Mehmet Kara'nın hâtırâtı tatlı ama kırılmayacak bir kılıç gibi duruyor. Onun hâtırâtı kimseyi kötülemiyor, kimseyi nefrete sürükleniyor emin bir duruş örneği. Onları yok etmeye, çirkin göstermeye çalışanlara diliyle değil kalbiyle yaklaşıyor. İsmail Kara'nın, babasından, "Bilgiden öte tavır, üslup ve ahlak tahsili" aldığını söylemesi konuyu özetler. Yazının sonuna Dücane Cündioğlu'nun şu sözlerini eklemekte fayda var: Hoca'nın Hâtıraları, hâfızasını kaybetmiş bir ülkenin çocuklarına unutmuş oldukları bazı şeyleri hatırlatabilir; mütevazi hayatlar içerisinde ne büyük zenginliklerin bulunduğunu gösterebilir, hepsinden önemlisi bizlere; istatistiklere girme şansı olmayan derinliklerin hâlihazırda kanayan yaralarımızı sarmada ne denli şifayâb bir kaynak olduğunu öğretebilir. Evet ama hâtırât için hâtır gerektir. (2000) İyi okumalar...
Kutuz Hoca'nın Hatıraları
Kutuz Hoca'nın Hatıralarıİsmail Kara · Dergah Yayınları · 201529 okunma
··
1.445 görüntüleme
Fâtih okurunun profil resmi
Dergimizin bir sonraki sayısı için pahabiçilemez bir kitabın tanıtımı olmuş, güzel olmuş, yüreğine sağlık abi.
Oldi okurunun profil resmi
Eyvallah Fâtih'im
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.