Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

128 syf.
7/10 puan verdi
·
9 saatte okudu
Esaret Edebiyatı ve Cervantes'te Esaretin İzleri
Cervantes, bilindiği üzere, İnebahtı Deniz Savaşı sonrasında İspanya'ya dönerken, o sıralar Akdenizde sıradanlaşmış olan korsan saldırılarından biri sonucu Türklerle esir düştü. Cervantes'in sol elini kullanamıyor oluşu, onun fiziksel olarak daha hafif işlerde çalışmasını sağlıyordu; böylece diğer esirlere kıyasla daha rahat bir esaret hayatı geçirmiştir. Dolayısıyla beş yıl süren esaret hayatı boyunca Türkleri ve Osmanlıyı gözlemleme fırsatı bulmuştur. Bu kitap Cervantes'in sekiz komedyasından biri olmakla beraber, esaret hayatından izler taşıyan bir eser olması bakımından da önemlidir. Cervantes yaşadığı dönemde İspanya'da adeta yeni bir tür ortaya çıktı: esaret edebiyatı.* Bu türe ait eserler, her zaman gerçeği yansıtmıyordu, ancak Cervantes'in yazdığı bu oyun, büyük oranda kendi gözlemlerini içerdiğinden, gerçeklerden çok da uzak değildi. Bu oyun, III. Murat ile İspanyol bir cariye arasında peyda olan aşkı konu alıyor. Aslında, genel olarak kitaplarında katı ve merhametsiz bir Türk imajı çizen Cervantes, bu kitabında daha ılımlı, hoşgörülü ve bir bakıma da romantik bir Türk imajı çizer. Padişah, Katalina'yı ilk gördüğü andan beri ona methiyeler düzer, ona ne isterse yapacağını söyler ve hatta Katolik Hıristiyan olarak kalsa dahi onunla evleneceğini söyler. "KATALİNA: Ben her zaman Hıristiyan olarak kalacağım. PADİŞAH: Öyle olsun; şimdilik ruhum Tanrı'ya tapar gibi bedenini sevmekle yetinecek. Ruhuna sahip olmak için ne yapmalıyım bilmiyorum, ona söz geçirecek ilâhi bir güce sahip değilim. Dilediğin şekilde yaşa, yeter ki bensiz yaşama!" (s.69) Bunun yanı sıra Katalina'yı tedavi ettirmek için saraya Yahudi bir hekim çağrılmıştır. Tüm bunlar, Padişahta tezahür eden bir hoşgörü olarak adlandırılabilir; ve bu da Cervantes'in aşırı bir Türk düşmanlığı ve nefreti olmadığını gösterir diye düşünüyorum. Aynı zamanda dönemin İspanya'sındaki diğer inançlara karşı olan tutum hesaba katılınca, Cervantes'in tüm bunlarla bariz bir hoşgörüyü vurguladığını söylemek yanlış olmaz. III. Murat kitapta, zevk ve sefaya düşkün bir Padişahtır ve bunun yanı sıra bir de zaafı vardır: kadınlar. Hatta öyle ki, Doña Katalina'yı ilk gördüğünde ona bir tacını bir de tahtını vermediği kaldı. "Aşk, hükümdar ile cariyeyi eşit kılar. Sahip olduğum uçsuz bucaksız memleketlerin hepsi senin emrindedir. Beni adaletle ve hukuken büyük bir hükümdar yapan beyliklerim artık bana değil, sana aittir." (s. 69)Ve kitap boyunca Padişah, gerçekten de Katalina'nın her istediğini yerine getirir. Kitapta, birtakım "antisemitist" olarak nitelendirebileceğimiz ifadeler de yer alıyor. "Kahpenin dölü", "takkeli serseri" gibi. Cervantes döneminin İspanya'sında, tahmin edilebileceği gibi, Katolik Hıristiyanlar hariç herkes hor görülüyor ve sevilmiyordu. Hatta moriskoların** sürgün edilmesi ve şiddete maruz kalması dâhi halk tarafından sevinçle karşılanmıştı. Ancak yine de kitaptaki bu tür söylemler okura, Cervantes'in esasında böyle düşünmediğini; yalnızca dönemin hâkim tavrını göstermek için bu tür ifadelere yer verdiğini hissettiriyor. Bu bakımdan Cervantes'in rönesanstan payını aldığı söylenebilir. Şimdi, kitapta benim gerçekçi bulmadığım birkaç noktadan bahsedeceğim. Öncelikle şunu belirtmekte fayda görüyorum: tarih bilgim çok kötü olduğundan, kitapta aktarılan olayların gerçek olup olmadığı konusuna girmeyeceğim. Ama yine de mantıksız bulduğum birkaç şeye değineceğim. Bunlar, Andres isimli casusun sarayda elini kolunu sallayarak dolaşıp esirlerin kaçmasına yardımcı olmasına rağmen hiçbir zaman yakalanmıyor oluşu; haremde erkek sinek dahi uçmazken Padişahın, Katalina Sultan'ın ölçülerini almak için erkek terzi çağırması; Kadı'nın kuşlarla konuşup hayvanlara dil öğretebildiğini söyleyen adamın idam kararından vazgeçmesi şeklinde sıralanabilir. Bu gibi inanmakta güçlük çektiğim olaylara rağmen, tarihsel gerçeklikler de yer alıyor kitapta. Örneğin, Acem Şahı'nın elçisinin 1601 yılında Kral III. Felipe'nin sarayına giderek Osmanlı'ya karşı ittifak teklifinde bulunduğundan bahsediliyor. "I.VEZİR: (...)Onun (İran Şahı'nın) ikiyüzlülüğünü ve dilenciliğini bildiğimizden barış yapılmamasından yana olmadığımızı arz etmek isterim, çünkü İspanya kralının sarayına birçok Acemin adım attığından haberimiz var. (s.62) Cervantes yalnızca bu kadarıyla da kalmıyor; dönemin paraları hakkında bir noktayı dâhi aydınlatıyor: Cervantes sayesinde o dönem Osmanlı'daki 100 kuruşun iki İspanyol altınına eşdeğer olduğunu öğreniyoruz. "MADRİGAL: Bu yaptığm büyük düzenbazlık sayesinde bana günde yüz kuruş harçlık veriyorlar! ANDRES:Vay canına! İki altın ha! Yamansın doğrusu." (s.77) Kitabı okurken, Cervantes'in dönemin gündemine de hakim olduğunu görüyoruz. Hatta öyle ki Osmanlı ile İspanya arasında karşılaştırma bile yapıyor. Bu noktada Cervantes'in iyi bir gözlemci olduğu söylenebilir; Osmanlı topraklarında yaşadığı beş yıl boyunca çevresini oldukça iyi gözlemlemiş olmalı ki, sonrasında siyasi durumlarını dâhi karşılaştıracak bilgi seviyesine ulaşmış. "II.VEZİR: (...) Durumumuz İspanya'nınkine benziyor, Acemler bize nasıl zarar veriyorsa, Flemenk kâfiri de İspanyol kâfirine o denli zarar veriyor. " (s.64) Cervantes, İspanyol tiyatrosunun altın çağını yaşadığı bir dönemde eserler veriyordu. Ancak yazdığı tiyatrolar, Tülin Sağlam'ın önsözde belirttiği gibi, "Don Quijote'nin gözleri kamaştıran parlaklığının gölgesinde" kalmıştır. Zaten kurallara sıkı sıkıya bağlı kalınmayan bir edebiyat çevresinde, Cervantes gibi kuralcı bir oyun yazarının ün kazanması pek mümkün değildi. Hatta tam olarak bu kuralcı tutumundan dolayı -pek tabii Don Quijote'yle gelen büyük şöhretin kıskançlığının da etkisiyle- Lope de Vega isimli, dönemin en meşhur ve en beğenilen oyun yazarı ile Cervantes arasında gergin çekişmeler meydana geldi. Bu tartışmaların, iki yazardan beklenilenin aksine, oldukça seviyesiz gerçekleştiği söylenebilir. Örneğin Lope de Vega, Cervantes için, "Hiçbir yazar Cervantes kadar kötü, hiçbiri de Don Kişot'u övecek kadar dangalak değildir." demişti. Gerçi Cervantes daha sonraları kurallar konusunda daha ılımlı bir tavır sergilemeye başladıysa da, bu konudaki genel tavrı edebiyat çevrelerinde yükselmesine mani olmuştur diyebiliriz. Son olarak bu kitabı, manzum bir şekilde okumak isterseniz, benim okuduğum Ertuğrul Önalp çevirisi yerine Yapı Kredi Yayınları'nın çıkardığı Yıldız Ersoy Canpolat çevirisinden de okuyabilirsiniz. (*): Önsöz, s.5 (**): Sonradan Hıristiyan olan kimse
Oviedolu Katalina Sultan
Oviedolu Katalina SultanMiguel de Cervantes · Mevsimsiz Yayınevi · 2007256 okunma
··
1.080 görüntüleme
palermo okurunun profil resmi
Morisco kelimesi sadece Müslüman olmuş yerel İspanyolları kapsıyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.