Kitap, ilk okunduğunda bir tasavvuf hikâyesi gibi görünse de aslında alttan alta bir tasavvuf eleştirisi yapılmakta. Tasavvuf eleştirilmeyecek ya da eleştiri kabul etmeyecek bir kurum elbette değildir. Lâkin bu eleştiriyi yaparken insaf süzgecinden sağlıklı bir şekilde geçirmek gerekmektedir. Kitabın başlangıcında taşradaki dergâh hizmetleri övülürken, şehir hayatına taşındıktan sonra yapılanlar yerin dibine sokulmakta ve sonunda da bir dağ başına, mağaraya çekilme ile bitirilmektedir. Şehir hayatındaki savrulmalara ve bu savrukluğa -haklı olarak- yapılan eleştirilere bir sözüm yok. Lâkin bu eleştiriler insanımıza bir şey katmıyor aksine umutsuzluğa sürüklüyor. Modern hayatın getirdiği zorluklarla birlikte şehir hayatında derviş kalamayacağımızı, artık bunu ancak bir dağ başında, mağaraya çekilerek yapabileceğimizin mesajı veriliyor âdeta. Oysa artık köylerimize dönmemiz, dağ başına çekilmemiz neredeyse imkânsız. Bu kalabalıklar içerisinde kaybolmadan, helâlinden kazandığımız gibi harcamalarımızda da israfa kaçmadan, kapitalizmin dişlileri arasında öğütülmeden ayakta durmaya çalışmalıyız.