Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

520 syf.
9/10 puan verdi
Jack London'ın yazdığı, 1909'da yayımlanan eser. - - - spoiler - - - İşçi sınıfından gelen Martin'in kendisini sınıfsız hissederek yalnızlaşmasına ve amaçsızlaşmasına giden süreci anlatmış Jack London. Amaçsızlaşma kısmına kadar Jack London'ın hikayesine de benziyormuş bu olaylar (Levent Cinemre'nin çevirdiği İş Bankası çevirisi, dipnotlarıyla bu yönden tatmin ediciydi). Martin'in ünlü bir yazar olup mutlu sona ulaşmasını beklerken ünlü bir yazar olup hissizleşmesine tanık oluyoruz. Hasbelkader burjuva sınıfından bir ailenin akşam yemeğine konuk olan Martin, evin ve ortamın büyüsünden etkilenir. Hele ilk görüşte aşık olduğu Ruth'un, annesiyle olan yakınlığı ve birbirlerine olan sevginin rahatça dışavurumu onu büyüler. Henüz çok kitap okumamış olsa da orada gördüğü atmosferi ancak kitaplarda görmüştür ve ilk defa kanlı canlı tanık olmuştur böyle bir ortama. Hayatı boyunca ulaşılamaz gördüğü o yüce insanların evine girip onlara temas etme şansına sahip olmuştu ve bu dünya o kadar hoşuna gitti ki yeniden gitmeyi dört gözle bekliyordu. Aslında en büyük derdi, kendisinden 3 yaş büyük olan Ruth ile yakın olabilmekti. Evden çıktığı ilk akşam "yeniden gelmeni isteriz" sözünü hafızasına kazıdı. Ama bu kibar insanların yanına yakışmayacak kadar adab-ı muaşeretten yoksundu. Martin, kendisini oraya kabul ettirebilmek için kütüphaneye gidip görgü kurallarıyla ilgili kitaplar alır. Ama görgü, okumayla değil görmeyle olacak gibidir. Bir an önce Ruth'u yeniden görme isteği de ağır basmaktadır. Ama yeniden gelmek demek kaç gün sonra gitmek demek bilmiyor. Kütüphanedeki görevliden, eve gitmeden önce telefon etmesi yönünde tavsiye alacak kadar basiretsiz kalmıştır burjuvazi karşısında. Bu fikir sayesinde eve gider ve Ruth ile bitmek tükenmek bilmeyen bir yakınlaşmanın kapısını aralar. Adab-ı muaşereti Ruth'tan öğrenir. İç Anadolu ağzıyla konuştuğu için önce Ruth'tan dil bilgisi öğrenir. Bu arada kütüphaneye mesken edinip edebiyat, felsefe, biyoloji, fizik, matematik kitapları alır. O kadar iradeli ve azimli biri aslında kısa sürede ruth'tan daha bilgili hale gelir. Bu arada martin lise bile okumamışken Ruth da İngiliz dili ve edebiyatını bitirmek üzeredir. Kendi dünyasında yere bakan yürek yakan cevval Martin, Ruth'a olan aşkını kendince gizleme çabasındaydı. Ama "bu bakışlar beni ne zaman güldürecek sevgilim" bakışları Ruth'tan kaçmaz. Ruth, Martin'e aşık olmadığını düşünürken kendisini onun yanında yarı tanrı bir konumda görüyordu. Martin, kendisini şekillendirmesi için Ruth'a tam yetki vermişti. Ama insan, tanrıya bile boyun eğmezken martin ne kadar Ruth'un kalıplarına sığabilirdi ki? Martin, hoyrat geçmişiyle harmanlanmış bir entelektüel olmuştu artık. Herbert Spencer'ın bireyci ve Nietzsche'nin muhalif görüşlerini kendine düstur edinecek kadar radikalleşmişti artık. Kendini öyle bir aristokrasiye konumlandırdı ki birkaç dakika konuştuğu insanları hep hakir görür oldu. Halbuki bu insanların en azından ikisiyle birkaç saatten fazla zaman geçirince aslında ne kadar donanımlı ve aklı başında insanlar olduklarına kani oluyordu. Kendi eliyle kendisini toplumdan yabancılaştırdığının farkında bile değildi. Hayatı boyunca hayran olduğu burjuvazi bile onun için artık bir karikatürden ibaretti. Okuduğu yüzlerce kitabın tesiriyle kendisi de yazar olmak isteyen Martin, yıllarca editörlerden ret yedi. Artık eski çalıştığı işlere dönmek; aylarca gemide çalışmak ya da günde 15-20 saat çamaşır yıkamak istemiyordu. Yazarlık daha çok para getiren ve uzaklara gitmesini gerektirmeyen bir işti. Günde 4 saat uyuyarak, aç biilaç okumaya ve yazmaya verdi kendini. Her şey Ruth içindi. Kendisi için çok para kazanmak, şan şöhret sahibi olmak istemiyordu. Ruth ile evlenebilmek istiyordu bunları. İşte bu son 3 cümle, Martin'in kendisini bile ikna ettiği büyük bir yalan (hayatına mal olmuş bir yalan). Çünkü öyle olsaydı posta idaresinde ya Ruth'un babasının yanında çalışarak Ruth ile evlenebilirdi. Martin asla baş koyduğu yoldan dönmek istemiyordu. Fakat bütün bu eylemlerine bir anlam verebilmek için Ruth ile evlenme hedefinin arkasına sığındı. Radikal ve konformizmden uzak fikirlerini Ruth'un ailesinin ve misafirlerinin yanında bile söyleyecek kadar umursamaz olmuştu onu. Ruth ise müesses nizamın burjuva değerlerine göre küçük düştüğünü sanıyor ve Martin'den uzaklaşıyordu. Sonunda başarmıştı, ünlü ve çok para kazanan bir yazar olmuştu. Hedeflerine de beklemediği bir anda ulaşmıştı. Ruth ile ayrılmış ve tek dostu da veremden çektiği acılardan dolayı intihar etmişti. Hepsi bir araya gelince amaçsız kaldı ve boşluğa düştü. Ufak tefek hedefleri vardı. Kardeşine ve ev sahibine söz verdiği iyilikleri yerine getirdi. Artık tamamen amaçsız bir haldeydi. En nihayetinde bir denizciye yakışır şekilde ölümünü getirdi. Bir kolektivist olarak London, Martin'in ölümünü bireyciliğine ve hayatını adadığı gerçek bir amentüsünün olmamasına bağlıyor. Kendisiyle martin arasındaki çizginin de bu olduğunu söylüyor. Halbuki martin artık hedefsiz kalmıştı, yaşam gayesi bulamıyordu. İnsanlara tahammülü kalmamıştı. London'ın istediği gibi bir dava adamı olsaydı yine de "gerekirse baldıran zehri içerim" diyecek kadar yabancılık çekerdi. Sonda söyleyeceğimi sonda söyleyeyim (çünkü sonda söylenecek şeyler sonda söylenir), Martin - aslında bahane arıyordu ama yine de - bir kitap okudu ve hayatı değişti. Bu arada unutmadan Martin'e bir eleştiri daha getireyim. Bu genç arkadaş ünlü olduktan sonra kendisini yemeğe davet eden editörlere içten içe sitem ediyor. "Neden ben açken yemeğe davet etmediniz, şimdi zaten param var, yine aynı yazıları yazmıştım o zaman da" diyecek kadar şaşkınlığa düşüyor. Yüzlerce kitap okuyup bunun sebebini sorgulayacak kadar dünyadan kopmuş bir insanın intihar etmesi pek şaşılacak bir iş değil. - - -spoiler - - -
Martin Eden
Martin EdenJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202390,9bin okunma
··
420 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.