Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

352 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
13 günde okudu
AYDINLIĞA KARANLIĞIN FARKINDA OLARAK ULAŞILIR
1984... Her kitap farklı bir dünyayı temsil eder." sözünün kısaca tanımı gibiydi benim için. Kitabın kapağını son kez kapattığım an bambaşka bir dünyaya gitmiş ve geri gelmiş kadar yorgun hissettim kendimi. Normalde daha erken bitirip bir an önce inceleme yapmak istiyordum ama kitabın konusu o kadar ağır ve korkunçtu ki kendime ara sıra izin verme ihtiyacı hissettim. (İncelemenin sonunda bunun neden olduğunu daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.) Okuduktan bir süre sonra yazıyor olma nedenim de bu oldu, hissettiklerimi daha düzgün ifade edebilmek. (Kitapta anlatılmış olan olay örgüsünden çok konuların üzerinde duracağım. Bu nedenle alt başlıklara bölerek ve kitaptan alıntılar kullanarak incelememi yapacağım. Kitapta altını çizdiğim ve paylaşamadığım o kadar çok cümle vardı ki tek çare bunları incelememde kullanmaktı.) YÖNETİM Yönetim Parti adı verilen bir oluşum tarafından gerçekleşiyor. Parti'nin özelliklerini aşağıda yer alan alıntılarla daha iyi anlayabileceğinizi düşünüyorum. "Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar." "Tüm tarih, gerektikçe sık sık kazınan ve yeniden yazılan bir palimpseste dönmüştü. Bu işlem uygulandıktan sonra, herhangi bir çarpıtmanın yapıldığını kanıtlama olanağı ortadan kalkıyordu." "Tarih durdu. Parti'nin her zaman haklı olduğu sonsuz bir şimdiden başka bir şey yok." Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere Parti sistematik bir şekilde Parti'nin sürekli haklı olacağı şekilde 'şimdi'yi düzenliyordu. Parti'nin çıkarlarına uymayan her şey anında yok ediliyor ve Parti'ye uygun olarak yeniden düzenleniyordu. Aynı zamanda tele-ekran denilen bir ekran hemen hemen her yerde bulunuyordu ve bu sayede insanların yaptığı her davranış, söylediği her söz, hatta yüz hareketleri bile inceleniyordu. YENİSÖYLEM Winston'un yaşadığı Okyanusya'da, zamanda olduğu gibi dilde de sürekli olarak değişmeler gözleniyordu. Kelimeler olabildiğince kısaltılıyor, birçok kelime kullanımdan kaldırılıyor ve dil olabildiğince sade bırakılmaya çalışılıyordu. "Yenisöylem, düşünce ufkunu genişletecek biçimde değil, daraltacak biçimde düzenlenmişti; kaldı ki, sözcük seçiminin en aza indirilmesi de dolaylı olarak bu amaca hizmet ediyordu." "Birçok suç ve hatayı işlemeye olanak bulamayacaktı, çünkü o suç ve hataların bir adı olmadığından onları düşünmek bile mümkün olmayacaktı." "Listelerin hepsinde birden yer alan sözcüklerin sayısı pek azdı; bilimi belirli dalları şöyle dursun, zihinsel bir çalışma ya da düşünme yöntemi olarak bilimin işlevini dile getiren bir sözdağarcığı bile yoktu." Okyanusya'da en büyük suç yenisöylemdeki adıyla 'suçdüşün'dü ve en çok korkulan polis de düşünce polisiydi. İşte Parti, bunun da önlemini almış ve düşünce suçunun ortadan kaldırılması amacıyla Yenisöylem denilen dili geliştirmiştir. Bu konu hakkındaki en güzel cümleyi Mustafa Kemal Atatürk söylemiştir. "Bir ulusun dili, bütün bilim kavramlarını oluşturacak şekilde gelişmemişse, o ulusun bilim ve kültür alanında bir varlık göstermesi beklenemez." SAVAŞ Kitapta üç büyük devletten bahsedilir: Okyanusya, Doğuasya ve Avrasya. Bu üç devlet sürekli olarak savaş halindedir. (Bu noktada yazarın savaş hakkındaki düşüncelerinin kitapta en çok dikkatimi çeken şey olduğunu belirtmek isterim.) "Çünkü boş vakit ve güvenlik herkese paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı. Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi." "Sorun, dünyanın gerçek zenginliğini artırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceğiydi. Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli kılınmasıydı." Bu üç büyük devlet sürekli savaş halinde olsa da hiçbiri, ağır bir bozguna uğramaz. Bu durum kitapta şu şekilde ifade edilmiş: "Tam tersine, birbirleriyle çatışmayı sürdürdükleri sürece, birbirine yaslanmış üç ekin demeti gibi birbirlerini ayakta tutarlar." HİYERARŞİK TOPLUM Toplum üç kesimden oluşuyordu: En tepede İç Parti üyeleri, sonrasında Dış Parti üyeleri ve dibe vurmuş kitleler olan Proleterler. Her ne kadar biz tepede olanların çalışmayarak, altta kalanları ezerek yüksekte kalabileceğini düşünecek olsak da Okyanusya'da işler böyle yürümüyordu. "Ayrıcalıklı kesimlere bile sıkıntı çektirmek, bilinçli bir tutumun sonucudur; çünkü genel bir yoksunluğun hüküm sürmesi küçük ayrıcalıkların önemini artırır ve böylece bir kesim ile öbürü arasındaki farkı büyütür." Peki bu düzen nasıl hiç değişmeden korunabiliyordu diye sorarsanız bunun da cevabı savaştaydı. "Savaş, tüketim malları fazlasını eritmekle kalmaz, aynı zamanda hiyerarşik bir toplumun istediği zihinsel ortamın korunmasına destek olur." "Savaş her egemen kesim tarafından kendi uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının değişmeden sürmesini sağlamaktır." Parti'nin 'dünyaya görünmek için büründüğü suret' olarak tanımlanan Büyük Birader'den bahsetmesem olmaz. Kitap boyunca öyle biri olup olmadığını sorgulayıp durdum. Tüm bu gücü, sistemi tek başına bir kişi mi yoksa bir grup mu oluşturmuş ve sürdürmüştü? Ancak tıpkı Winston gibi bu sorunun cevabını öğrenemedim. Dibe vurmuş kitleler olan Proleterleri kendimize benzetebiliriz. Zaten Winston da tek çarenin onlar olabileceğine inanmaya başlamıştı. Tüm bu robotlaşmış sistemde insanlığı anımsatan tek tür varlıklardı sanki. Onların neden bir türlü ayaklanmadığını sorgularken karşıma şu cümle çıkmıştı: "Açıkçası, kıyaslama olanağından yoksun bırakıldıkları sürece, ezildiklerinin farkına bile varmazlar." YÜKSEK, ORTA VE AŞAĞI KESİM (Dikkat, dikkat! Bu bölüm gerçeklerin acı bir şekilde yüze çarpıtıldığı bir bölümdür!) Yazarımız bu kısımda üç tür insanın olduğundan bahsetmiştir: Yüksek, Orta ve Aşağı. Bu yapının hiç değişmiyor oluşunu şu cümlelerle ifade etmiş: "Olağanüstü ayaklanmalar ve kesin görünen değişimlerden sonra bile, tıpkı ne kadar hızlı döndürülürse döndürülsün dönme ekseni doğrultusu hep aynı kalan bir jiroskop gibi, aynı düzen hep kendini yeniden dayatmıştır." Gerçekten öyle değil midir? Hangi zamanda hangi toplumu incelersek inceleyelim hiçbir zaman tüm insanların eşit koşullarda yaşadığı bir toplum bulmak neredeyse imkansızdır. Yazar Orta kesimin Aşağı kesimi yanına alarak Yüksek kesime ulaştığını, hedefine ulaştıktan sonrasındaysa Aşağı kesimi yalnız bıraktığını söyler. Orta kesimin iktidarı ele geçirmek için Aşağı kesime verdiği ve tutmadığı sözlerin varlığından, tüm bunlara inanmanın o dönemin şartlarına uyduğundan bahseder. "Bu üç kesimden, hedeflerine geçici de olsa hiçbir zaman ulaşamayan, yalnızca Aşağı kesimdir." "Aşağı kesim açısından, hiçbir tarihsel değişiklik, efendilerinin adının değişmesinden başka bir anlam taşımamıştır." Şimdi kitabının konusunun ağır ve korkunç olduğu sözlerimi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum. Ne yazık ki böyle bir düzenin imkansız olmayacağını düşünmek endişelerimi artıyor. Gerçekten uyarı niteliğinde bir kitap olduğunu düşünüyorum ve herkesin okumasını şiddetle tavsiye ederim.
1984
1984George Orwell · Can Yayınları · 2019165,7bin okunma
·
156 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.