Gönderi

Hastane'de Ölüm
Yossarian'ın görebildiği kadarıyla, hastanenin içinde, hastanenin dışında olduğu kadar çok hasta insan olmuyordu, ve hastanenin içindeki, ciddi rahatsızlıklara sahip insan sayısı da azdı. Hastanenin içindeki ölüm oranı hastanenin dışındakinden daha düşüktü; üstelik çok daha sağlıklı bir ölüm oranıydı. Pek az insan boş yere ölüyordu. Hastanenin içindeki insanlar ölmek hakkında çok daha fazla bilgi sahibiydi, ve bu işi çok daha düzgün, çok daha düzenli yapıyorlardı. Hastanenin içinde Ölüm'e galebe çalamıyorlardı ama Ölüm'ün adabına göre davranmasını kesinlikle sağlıyorlardı. Ona görgü kurallarını öğretmişlerdi. Ölüm'ü dışarıda tutamıyorlardı, ama hastanede olduğu sürece, Ölüm tıpkı bir hanımefendi gibi davranıyordu. Hastanenin içindeyken insanlar ruhlarını belli bir zevk ve incelikle teslim ediyorlardı. Hastanenin dışında çok rastlanan o kaba, çirkin ölüm gösterileri olmuyordu. Kraft ve Yossarian'ın çadırındaki ölü adam gibi havada patlamıyorlar, uçağın arkasında içini Yossarian'a döktükten sonra Snowden'in yaptığı gibi, alev alev bir yaz günü donarak ölmüyorlardı. "Üşüyorum," diye sızlanmıştı Snowden. "Üşüyorum." "Hadi, hadi," diye teselli etmeye çalıştı Yossarian onu. "Hadi, hadi." Clevinger'ın yaptığı gibi tuhaf bir şekilde, bir bulutun içinde yoklara karışmıyorlardı. Kan ve lapa halinde patlamıyorlardı. Boğulmuyorlar, yıldırıma çarpılmıyorlar, makinelerce parçalanmıyorlar, toprak kaymalarında ezilmiyorlardı. Soygunlarda vurulmuyorlar, tecavüze uğrarken boğulmuyorlar, meyhanelerde bıçaklanmıyorlar, ebeveynleri ya da çocukları tarafından baltalanmıyorlar; yani, özetle, Tanrı'dan gelen bir başka eylem sonucu ölmüyorlardı. Kimsenin boğazına bir şey kaçmıyordu. İnsanlar ameliyat odasında centilmen gibi, kan kaybından ölüyorlar, ya da oksijen çadırında yorum yapmadan ruhlarını teslim ediyorlardı. Hastane dışında çok moda olan, bak-şimdi-buradayım-bak-şimdi-değilim oyunu yoktu; şimdi-varım-şimdi-yokum numarası da yoktu. Kıtlıklar ya da seller olmuyordu. Çocuklar beşiklerinde, buz kutularında nefessiz kalmıyorlar, kamyon altında kalmıyorlardı. Kimse dövülerek öldürülmüyordu. İnsanlar gazı açıp kafalarını fırının içine sokmuyor, metro trenlerinin önüne atlamıyor, otel pencerelerinden ölü ağırlıklar gibi kendilerini bırakıp vısss! sesi eşliğinde, saniyede dokuz nokta sekiz metre ivme ile hızlanmıyorlar, kaldırıma iğrenç bir plop! sesi ile düşmüyorlar, orada, herkesin ortasında, kıllı çilekli dondurma dolu koyun postundan çuval gibi iğrenç bir şekilde, kanlar içinde, ayak serçe parmakları yamularak ölmüyorlardı. Her şey düşünülünce, oranın da kendine has kusurları olmasına rağmen, hastaneyi tercih ediyordu Yossarian. Görevliler işgüzar, eğer kulak aşılıyorsa kurallar kısıtlayıcı idi ve idare her şeye burnunu sokuyordu. Hasta insanlar da olduğundan, canlı, genç bir kalabalıkla aynı koğuşta kalacağına güvenemiyordu, sunulan eğlence de her zaman iyi değildi. Savaş sürdükçe ve cepheye yaklaştıkça hastanelerin durumunun kötüye gittiğini itiraf etmek zorundaydı, muharebe alanının dahilinde konukların kalitesi gözle görülür bir biçimde düşüyordu, çünkü muharebe alanı dahilinde, savaş koşullarının etkileri hemen kendilerini belli ediyorlardı. Savaşın derinliklerine gittikçe insanlar daha da hasta oluyorlardı.
İthaki YayınlarıKitabı okuyacak
··
23 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.