'Yarım bırakılmışlık' Atay'ın bu ikinci romanının en önemli motiflerinden birini oluşturur. Hikmet fakülteyi bitirmemiştir, üç dersten takıntılıdır; yazdığı oyunları da yarım bırakıyordur; ölümü bile yarım kalmıştır, ölüp ölmediği belli değildir; onun yaşamında rüyalar da yarım bırakılmışlıktan payını almaktadır: " {b]elki de hiçbir şeyin sonuna katlanamadığım gibi bu rüyanın da sonuna katlanamadım ve seyretmedim sonunu," (T0.264) diyordur Hikmet. Yarım kalmışlık giderek, 'yarım' bir futbol karşılaşmasının betimlendiği bölüm de ete kemiğe bürünür; soyut kavram somut dünyada cisim kazanır: "Yarım kalmış hayaller gibi, yarım kalmış insanlar, tekerlekli kutularının içinde sahaya çıkıyorlardı. Bellerinden aşağısı olmayan bu işkence insanları, tahta sandıklarının küçük demir tekerleklerini elleriyle çevirerek yeşil çimenlerin üstünde geziniyorlardı. (. . .) Tekerlekli iskemleler üstünde onlar gibi yarım idareciler, yardımcılar, gazeteciler ve fotoğrafçılar da sahayı doldurmuştu. Yarım futbolcular yarım kalelerin önünde çalışıyordu. (...) Bir gol yarım gol sayılıyordu. Sonuçlar hep kesirli çıkıyordu." (T0.159)
Yarım kalmışlık Atay'ın tüm metinlerinin dokusuna sinmiştir. Jale Parla "Tutunamayanlar kasten yarım bırakılmış bir metindir," dedikten sonra, romanın kendisinin içindeki eksik kalmış metinleri de satırlar boyunca art arda sıralar. Gerçekten de "Tutunamayanlar" yarım bırakılmış metinler cümbüşüdür. Turgut da içinde bulunduğu metnin genel eğiliminin bir parçasıdır. İç dünya yolculuğuna çıkmadan önce, " {h]ayatımda ilk defa, bir işi sonuna kadar götürmeliyim, " (T.523) diyordur, yaşamı boyunca her işi yarım bırakmıştır. Turgut'un yarım bıraktığı yaşantı çeşitleri yazarınınkilerle koşutluk içerir: "Meyhane arkadaşlarını da meyhanelerde bıraktım, ülkü arkadaşlarını da ülküleriyle başbaşa. Bir yerde durmasını bilemedim." (T.611)
Atay'ın ruh dostu Dostoyevski'nin yeraltı adamı ise yarım kalmışlık olgusuna Schopenhauer tonlaması içeren bir açıklama getirir: "Evet, insan ömrünü iki kere ikinin peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, yaşamını harcar, ama aradığını eline geçirmekten inanın ki korkar. Çünkü onu bulur bulmaz, artık arayacak başka bir şeyinin kalmayacağını bilir. " Bu da ölüm benzeri bir sondur. Atay ise bir işi bitirmenin ölümle eş değerli olduğu düşüncesini "Korkuyu Beklerken" öyküsünün sayfalarında da sürdürüyordur: "Belki de ölmemek için, hiçbir işin sonuna kadar gidemiyordun. Böyle küçük çalışmalarının üst üste eklenmesiyle doluyordu zaman." (KB.59) Metinleri içinde ayrıksı bir konumu olan "Bir Bilim Adamının Romanı"nda, kişiliğinin yarım bırakma edimiyle pek bağdaşmadığını düşündüğümüz Prof. Mustafa İnan'ın makaleleştirilmemiş kimi notları için bile, "yarım kalmışlığın güzelliğini taşıyor, " (BR. 162) demekten hoşlanır Atay.
Yarım bırakmak, varoluşsal bir içeriğe de sahiptir. Heiddegger'in varoluş felsefesinde insanın varoluşu, kişinin yaşamındaki olasılıkların gerçekleşmesiyle oluşur. Olasılıkların bitmesi ise ölüm demektir. İnsan, içerdiği olasılıklardan yalnızca birinin yaşama geçirilmesiyle kimliğine kavuşmaz. Varoluş, kişinin bünyesinde gizli durumda barınan olasılıklar çoğulluğunun yaşama dönüşmesiyle pekişir. Bu açıdan ele alındığında; kimlik parçacıklarıyla oyunlar kurgulayan Hikmet, her şeyi yarım bırakıp içindeki bir olasılıktan diğerine atlayan "Tutunamayanlar"ın roman kişileri bir yandan ölümden kaçarak yaşama tutunmaya çalışırlarken, öte yandan içlerindeki çoğul çelişkiler dünyasıyla yüzleşip kendilerini tanıma yoluna girerler.