Çok zekice kurgulanmış harika bir kitaptın Bir Son Duygusu. Bende bıraktığın son duygu bu oldu haa bir de bunca zaman seni kitaplıkta bekletmenin pişmanlığı.
Julian Barnes'a 2011 yılında Man Booker Ödülünü kazandıran kitap benim yazardan okuduğum ikinci kitap oldu. İlk okuduğum Flaubert'in Papağanı'ndan daha çok sevdiğimi hemen söylemeliyim.
Kitap emekli bir tarihçi olan Tony Webster'ın küçük yaşlardan itibaren hayatından kesitleri okuduğumuz bir kurgu üzerine kurulmuş. Tony evlenip boşanmış, bir kızı olan artık hayatının ikinci baharında kendi halinde bir adam olarak yaşayıp giderken, bir gün bir avukattan gelen e-posta ile birden kırk yıl öncesine döner. Kırk yıl önceki kız arkadaşı Veronica'nın annesi vefat etmiştir ve vasiyetinde Tony'ye verilmek üzere bir günlük ve 500 sterlin bırakmıştır.
60'lı yaşlarınıza geldiğinizi ve kırk yıl önceki sevgilinizin annesinin vasiyetinde yer aldığınızı bir düşünsenize? Bu bile kitabı okumak için yeterli bir sebep bence.:))
Tony'yi geçmişe götüren bu vasiyet kırk yıl sonra onu eski sevgilisi Veronica ile de tekrar bir araya getirir. Tony'nin hayatı boyunca en çok duyduğu, bizimde kitap boyunca en çok okuduğumuz söz:
"Anlamıyorsun işte, öyle değil mi? Ama zaten hiçbir zaman anlamadın?" dır. Bu sözü daha çok Tony'ye hayatındaki kadınlar söyler. Tony gerçekten bazı şeyleri anlamıyor muydu yoksa işine mi öyle geliyordu bunu biraz da okuyucuya bırakıyor yazar.
Kitabın beni en çok etkileyen kısmı ise sonu oldu ne yalan söyleyeyim. Son sayfaları okurken kendimden gelen "Aaa, aaa, aaaa" sesleriyle bitirdim kitabı. Bu son için bile okunacak bir kitap Bir Son Duygusu.
"sonunda anımsadığınız şeyler tanık olduklarımızla aynı olmuyor " diyor yazar. Bence kitabın en can alıcı cümlesiydi bu.
Bir Son Duygusu düşündüren, zamanla bizi karşı karşıya getiren, belki biraz da insanı kendisi ile yüzleştiren bir roman. Ben çok severek okudum. Kesinlikle tavsiye ederim, özellikle İngiliz edebiyatı sevenlere.
Keyifle okunsun...