Milattan önceki bin yıl, üç ayrı evrensel düzenin ortaya çıkışına sahne
oldu. Bu düzenlerin takipçileri, tarihte ilk defa tüm dünyanın ve tüm
insan ırkının tek bir sistemle yönetilen tek bir birim olduğunu hayal
edebiliyordu. Herkes, en azından potansiyel olarak “biz”di, artık “onlar”
yoktu. İlk evrensel düzen ekonomi üzerinden yükseldi: parasal düzen.
İkinci evrensel düzen siyasiydi: imparatorluklar düzeni. Üçüncü evrensel
düzense diniydi: Budizm, Hıristiyanlık ve İslam gibi dinlerin evrensel
düzeni.
Tüccarlar, fatihler ve peygamberler “biz ve onlar” ikiliğinin ötesine
geçebilen ve insanlığın potansiyel olarak birleşebileceğini öngören ilk insanlardı.
Tüccarlar için tüm dünya tek bir pazardı ve tüm insanlar potansiyel
müşteriydi. Bu yüzden de her yerde herkes için geçerli olabilecek
bir ekonomik düzen tesis etmeye çalıştılar. Fatihler için tüm dünya tek
bir imparatorluk ve tüm insanlar potansiyel tebaaydı, peygamberler içinse
tüm insanlar potansiyel inananlardı. Onlar da her yerde herkes için geçerli
olabilecek bir düzen tesis etmeye çalıştılar.
Geçtiğimiz üç bin yıl boyunca insanlar bu küresel vizyonu gerçekleştirmek
için birbirinden hırslı girişimlerde bulundular. Bundan sonraki
üç bölüm paranın, imparatorlukların ve evrensel dinlerin nasıl yayıldığını
ve günümüzün birleşik dünyasının temellerini nasıl attığını tartışıyor.
Hikaye tarihteki en büyük fatihle başlıyor, bu fatih olağanüstü hoşgörülü
ve uyumlu, dolayısıyla insanları ateşli taraftarlara çeviriyor; bu
fatihin adı para. Aynı tanrıya inanmayan veya aynı krala itaat etmeyen
insanlar seve seve aynı parayı kullanıyorlar. Amerikan kültüründen,
Amerikan dininden ve Amerikan siyasetinden nefret eden Usame Bin
Ladin, Amerikan dolarlarına bayılıyordu. Peki tanrıların ve kralların başaramadığını
para nasıl başardı?