Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

En genel anlamda Kur'ân, Bilginin sadece Allah'a ait olduğunu vurgular ve böylece birkaç ayette “Allah bilir, siz bilmezsiniz” (2/Bakara, 216, 232; 3/Âl-i İmrân, 66; 24/Nur, 19) diyerek Allah'ın mutlak bilgisi karşısında bizim bilgimizin göreceliğini ifade eder. Zira Allah, gizli, açık her şeyi bilir; göklerde ve yerlerde olan her şeyden haberdardır; O, hem gaybı, hem de şehadeti bilir (2/Bakara, 77, 235,255; A/Nisa, 63; 5/Mâide, 97, 99; 6/En'am, 59, 60; 9/Tevbe, 78; 10/Yunus, 18; 11/Hüd, 6; 16/Nahl, 19; 27/Neml, 65; 33/Ahzab,51;47/Muhammed, 19; 49/Hucurât, 16; vs). İnsana bilmediğini (vahiyle) öğreten de O'dur. (96/Alak, 9). Ayrıca Allah bilgisiyle her şeyi kuşatmıştır. (6/En'âm, 80; 7/Arâf, 19; 40/Mü'min, 7; 65/Talak, 12). Gerçek bilgi ise, Allah'a aittir “inneme'l-ilmu indallah“ (67/Mülk, 26). “Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır” (12/Yusuf, 76). Bilenlerin en üstünü ise, Mutlak Bilgin, “alim” olan Allah'tır. Bütün bu bilgi belirlemeleri, Aydın Bilgi dediğimiz vahiyle aydınlanmış bilginin nitelikleridir. Bunlardan somut ahlâki ilkelere geçişler de Kur'ân'da zikredilmiştir: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme” (17/isrâ, 36); diğer bir deyişle “hakkında bilgin olmayan şeyleri yol gösterici olarak seçme.” Yine Hz. Nüuh'a hitâben şöyle denmektedir: “Bik mediğin bir şeyi benden isteme” (11/Hud, 46).
·
115 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.