Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

192 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
Yüzyılın Başlangıcı Kahramanlarından Biri, Bizim Yüzyılımızın Kahramanlarından Biri, Zamanımızın (Bir) Kahramanı. Tıpkı yazarının ve karakterinin ruh hali gibi adı oluşturulurken de defalarca arafta kalınmış bir roman. Rus edebiyatında ilk psikolojik romandır ve ilk realist eserler arasında da yerini almıştır. Lermontov’un şaheseri, ancak nasıl bir şaheserse aynı zamanda en ağır hakaretleri, eleştirileri yiyen eseridir de. -- Mihail Yuryeviç Lermontov, daha 23 yaşındayken Rus edebiyatının en büyük şairi Puşkin’in safında yer almasından ve çarlığa çok ağır bir rest çekmesinden ötürü halk tarafından Rus edebiyatının taht varisi olarak görülüyordu. Ta ki bu varis, rest çektiği o yüce, kutlu Çarlık tarafından yerden yere vurulana dek. Lermontov, “Şairin Ölümü” şiirini yazdıktan ertesi gün tutuklanır ve Kafkasya’ya sürülür, tabiricaizse ölüme gönderilir, zira Kafkas Savaşı en hareketli yıllarına girmiştir. Tesadüf ki Puşkin’in de ömründe katıldığı Nijegorod Alayına katılmıştır o da. Babaannesinin çabasıyla sürgünü kısa sürer, bir yıl sonra Petersburg’a dönmesine izin verilir. Edebiyatının zirvesini yaşamaktadır ancak Çarlık, Puşkin’den daha da muhalif bir yazarın kucaklarında yaşamasından gayet rahatsızdır. Lermontov yine sakin duramaz, karıştığı bir düello yüzünden tutuklanır, yöneticilerin de işine gelen bu bahaneyle Kafkasya’ya geri sürülür. Lermontov burada edebiyatına malzeme olan doğa ve Çeçenler ile savaşmak zorunda kalır. 100 kadar Slav Kazağı’ndan mütevellit olan, Çeçenlere karşı ateşli silah olmaksızın gece baskınları yapan bir çetenin başına geçirilir. Rus subayları ve komutanları genelde askerlere tepeden bakarlar, çok azı onlara saygı gösterir, Lermontov bunlardan biridir. Kazaklar, onların şartlarına adapte olan Lermontov’u çok sever, hangi birlikten oldukları sorulduğunda “Lermontov Bölüğü”ndeniz derler. Çok illet, cin ifrit edici bir tiptir Lermontov. Sürgünde zevk ü sefa yaşarken tabakları kafa darbesiyle kıran, herkesi aşağılayan, dalga geçmeyi seven, sevimsiz bir insandır. Bir gün Çerkes kıyafeti ve uzun hançeriyle dalga geçtiği Martinov ile düelloya girişmiştir ve 26 yaşında hayata gözlerini yummuştur (Düellonun detaylarını incelemenin sonlarına doğru vereceğim.). Bir rivayete göre bir türlü ateş etmeyen rakibine “Bu salakla mı uğraşacağım be!” dedikten sonra vurulmuştur. Lermontov Kafkasya’da Çeçenlerle savaşırken Rusya’da da halk 1.Nikolay’ın otokrat rejimi ve kölelikle savaşıyordu. Tabii Lermontov bir mermi yarasıyla bunların hepsinden uzaklaşabilecekken halkın böyle bir şansı yoktu, nesiller boyu sürecek bir hastalığın çıkmasına engel olamayacaklardı: “Gereksiz Adam” hissiyatı. -- Gereksiz Adam; zekâsı parlak, duyarlılığı ince, karamsar, bir işe yaramaz, topluma karşı olumsuz, bazen iyi niyetli ve ümitli olsa da eyleme geçemeyen, sonunda hep yenilgiye uğrayan insan tipidir. Herhangi bir şeye başlama ve olanı değiştirme gücü ve inancı kalmadığından kafalarında yaşamaya başlarlar. Hayatta ve sevgide ne aradığını bilmediğinden ne yaşamayı ne sevmeyi becerebilirler. Çok güzel konuşurlar, yazarlar ancak insanlara yabancıdırlar. Toplum kurallarını ve ahlakını safsatadan ibaret görürler. Derinden hissettikleri yararsızlık ve değersizlik duygusu onlarda nefret ve kin duygusu oluşturur. Şu da var ki, gereksiz adam olunmaz, zorla oldurulur. Rusya’da devletin herkesi sansürlemesi ve denetlemesi, toprak sahiplerinin köleleri öldüresiye çalıştırması, aile yapısının iyice ataerkilleşmesi birkaç neden olarak sayılabilir. Türkiye içinse yakın bir tarihe, 1980 sonrasına benzetebiliriz (Politik bir amaç gütmemekteyim, zaten dostlarım apolitik hareketlerim olduğunu bilir.). Korku ve tetikte kalmak zorunda kalmışlıkla yaşayan insanlar, yine kendileri gibi çocuklar yetiştirmişler ve günümüzdeki nesilde de birçok insan böyledir. Baskı ve ilerlemeye isteksiz bir toplum yaratma çabası varsa oradaki insanlar kaçma ve içe kapanma eğilimi gösterecektir. Grigoriy Aleksandroviç Peçorin tam da böyle bir adamdı işte. Üstelik aşka aşık bir adam olduğundan gereksiz adam olmanın hissiyatını birileriyle uğraşarak unutmaya çabalıyor. Sonuca değil sürece önem vererek sürekli bir kafa meşguliyeti yaratıyor. Kovalamak meşguliyet veriyor, ancak sonrası zaten olanı korumak olduğundan boş vakti çok olacak ve tekrar o bataklığa geri dönecek. “Prenses Meri” hikayesinde Peçorin’in evlenmeyi reddedişinde yine gereksiz adam hissi yatıyor. Evlenmek, sonradan konmuş bir toplumsal kuraldır ve Peçorin de özgürlüğünü birinin merhametine bırakmak istemez. Ayrıca Peçorin’i ilkel insanlara benzetebiliriz: Medeniyet öncesi insanlıkta erkeğin doğasında soyunu ilerletme isteği yatarken kadının doğasında en iyisini bulmak vardır. Erkek, mümkün olduğu kadar çok kızla ilişkiye girerek soyunu ve ailesini genişletmeye çabalardı; kız, en iyi erkekten en verimli çocuğu almaya çalışırdı. Günümüzde monogam ilişki baskındır, bir erkek kendini bir kıza adamıştır, bir kız kendini bir erkeğe adamıştır, ancak bu ilişki tarzı (Ben kendim tek eşli ilişki zihniyetini benimsemişsem de) birçok erkeğe zor gelmektedir. Ciddi bir ilişki yapıp aldatmak yerine flörtleşip kaçmak Peçorin’e daha cazip gelmektedir. Yevgeni Onegin, ismini Onega Nehri’nden almıştır ve bu nehir etkisi kısa süren, durgun bir nehirdir. Peçorin ise bu isme nazire yapılması için ismini Peçora Nehri’nden almıştır ve bu nehir etkisi uzun süren, asi ve hırçın bir nehirdir. Yevgeni Onegin’i okumuş olanlar karakterlerin benzer ve farklı yönlerini bulabilir -- Ben de babam tarafından Peçorin’e benzetildim. Yani o hayatında hiç kitap okumadığından dolayı Peçorin karakterini bilmiyor elbette ancak bana “Gaddar, benden daha da gaddar bir çocuksun. 17 yaşında bir çocuk olarak konuşmuyorsun, zaten denesen de çocukça konuşmayı beceremiyorsun, sen adam olmuşsun… Bir insan nasıl alabildiğine depresif, nihilist, soğuk olabilir? Hayat ne demek bilmiyorsun, girişken değilsin ve canımı yakıyorsun Enis, 17 yıldır bir kez bile senin tarafından sevildiğimizi ne annen ne ben duyduk.” diye bir nutuk çekti. Silkindim, gülümsedim çünkü bunları defalarca duymak istiyorum -kendimle o kadar gurur duyuyorum ki, hahaha!- ve ardından içimden “Ama hep böyle değil miydi, neden 17 yaşımı bekledin, ne de olsa kenarda köşede kendi halinde okuyan, dört duvarla sohbet etmeye mahkum bir çocuktum? Böyle bir çocuk ne girişken, ne de sıcakkanlı olur, nutkun geçersiz.” diye geçirdim ve hiçbir şey denmemiş gibi hayatıma devam ettim. -- Şaheser hakkında ön bilgiler vermem gerekirse her bir kadın karakter, Peçorin ve “Gereksiz Adam” sendromunun özelliklerini ortaya çıkarır ve neyin ne olduğunu anlamamızı sağlar. Ki zaten bu roman Peçorin gibi insanlardan kurtulmak ve böylelerini tedavi etmek içindir. Kitabı dümdüz okumak icap eder, ancak kronolojik olarak sıralanışı “Taman, Prenses Meri, Bela, Kaderci, Maksim Maksimiç” şeklinde olacaktır. Dümdüz okuduğumuzda zaman akışlarıyla karşılaşmış oluyoruz. Meri; Lermontov’un eleştirdiği aristokrasiyi ve batıcılığı; Bela ise Lermontov’un savunduğu Kafkasya’yı, basitliği ve doğululuğu sembolize ediyor. Ayrıca minik bir detay daha, Meri soyluca, Fransızca betimlenirken Bela vahşice, basitçe betimleniyor. Lermontov’un bu kitaptan önceki edebiyatını da okuma şansım oldu ve bulgularıma göre kitapta kullandığı kadın ve bölge isimleri tesadüf değil. Bela(Бэла), Lermontov’un bir şiirinin adı; Prenses Ligovskaya (Княгиня Лиговская), Lermontov’un yarım kalmış bir romanının adı; Taman(Тамань) ise Lermontov'un 1840 yılında Kafkasya sürgününe giderken ziyaret ettiği ve kaçakçılarla uğraştığı yer. Yani kitap biraz da otobiyografik ögeler taşıyor. “Elveda Kirli Rusya” (Kafkasya sürgünü, sansürden kaçma), “Düşünce” (kuşağın gereksiz adam oluşu eleştirisi), “Hem Sıkıntı Hem Hüzün” (sevmenin ve hayatın manasızlığı) şiirlerinin birleşmesi gibi bir roman olmuş. Yani Lermontov’un bize yeni eklediği bir tema olmasa bile olanları mükemmel bir şekilde derlemiş. Romanın geçtiği vakitlerde 1763’te başlamış Çerkes Savaşı ve 1800’lerde başlamış Çeçen Savaşları da olsa bizler bu romanı okurken yalnızca bir tetikte kalma eylemi gerçekleştirmekle yetiniriz; örneğin “Bela” öyküsünde “Acaba birileri Bela’nın kaçırıldığını öğrendi mi, Kazbiç gelecek mi -gelecekse ne zaman gelecek- “ diye düşünüp dururuz. Ancak önemli olan zaten bizim düşünüp durmamızdır, ne hissettiğimizdir; neye karşı ne hissettiğimiz, neden bir şeyler düşünüp durduğumuz önemsizdir. Peçorin’in avantajı işte buradaydı. Bela ve Prenses Meri öykülerinde kızlar, “Peçorin beni sevmiyor, kendimi sevdirmeliyim!” diye düşünüp duruyordu. Neden sevmediğini, sevilmenin onlara bağlı olup olmadığını düşünmediler bile. Bu kadar uzun bir yazar ve karakter irdelemesi ve önbilgi cümbüşünden sonra eserde dikkatimi çeken şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunu okuyacak insanlar zaten kitabı okuduğundan ek bir özet yazmaya ihtiyaç duymuyorum, bu bana kalsa daha iyi. -- Daha ilk sayfada “talihim varmış”, “talihiniz varmış” tarzı kavramların kullanılıyor oluşu bizi “Kaderci” öyküsüne götürüyor. (Kronolojik sırada “Bela” hikayesinden sonra “Kaderci” hikayesinin olduğunu söylemiştim.) Kitabın politik ve askeri bir eksende gittiğinin bir örneği de Lermontov’un savaştığı milletlere karşı düşmanca sözler sarf etmesi. Puşkin zamanında da savaşlar oluyordu ancak Puşkin’in “her millete sempati” zihniyetinden dolayı, ayrıca aktif çatışma içinde bulunmamasından dolayı herhangi bir hakaret, aşağılama görmüyorduk. Lermontov ise sürgün esnasında aktif askeri hizmette bulunduğundan Osetyalılara üstükapalı olarak Şark kurnazı diyor; Çerkesleri, Çeçenleri, Kazakları ise haydut, işe yaramaz, barbar kavimler gibi gösteriyor. Bela’nın Peçorin’e övgüleri tıpkı zamanımızın kızlarının davranışı gibi, en iyisini aramaya dayalı. Çeçenlerin kıyafetleri gümüşle işlenmiştir ancak Ruslarınki altınla işlenmiştir, daha yakışıklıdırlar, kavak gibi uzayıp onlara fark atarlar. Yine cesur bir teklif, yine bir kız. Tatyana’nın ilanı gibi Bela da ilan ediyor, ancak Peçorin, Yevgeni gibi davranmıyor. Bu aşk aslında “Yevgeni, Tatyana’yı kabul etseydi neler olurdu?” sorusuna bir cevap niteliğinde olabilir. Peçorin, ilkel dürtülerinin (id) etkisi altında yaşayan bir tip. Kazbiç biraz daha süperego tarzı bir karakter; ne yaparsa yapsın atının duygularını, hareketlerini düşünüyor. Yüzbaşı Maksim ise ego-süperego dengesini sağlayabilmiş bir adam, ancak realist bir portre olduğundan arada insanlık hali, Peçorin’in laflarına kanması ve onla beraber ilkel hareketlerde bulunması çok doğal. “Tabii kendi kurallarına göre tamamen haklıydı, dedi yüzbaşı.” Bu roman dahil olmak üzere Rus edebiyatında “kendince haklı olma” sendromu sık sık işleniyor. Evet, sendrom dedim zira kendince haklı olan karakterler “zamanımızda” gayet de hastalıklı tipler olarak kabul ediliyor. “Zamanımızın Bir Kahramanı”nda bu söz Kazbiç’in Azamet’in babasını hırsızlık emri vermekle suçlamasından dolayı öldürmesinden sonra kurulmuştur. Bir örnek de Peçorin’in kendini sorgulayıp durmasına rağmen yetişme tarzından dolayı kendini haklı sanması olabilir. Yine de bunların en ünlüsü, tefeci bir babuşkanın kafasına baltayı tak diye indiren Raskolnikov herifidir. Buradaki ana tema, kadere karşı çıkmak ve idealist davranışlar sergilemektir. Kitabın sonunda okuduğumuz (kronolojik olarak 4. olan) hikayede, “Kaderci”de, Peçorin aslında kadere inanmayan bir tiptir ve kızları ayartmak hedefine her seferinde gözü kapalı dalar. 43. sayfada geçen bir mevzu yine Lermontov ve Puşkin bağıntısını bana çağrıştırdı. Bela, “… kölesi değilim onun, bir prens kızıyım.” gibi bir cümle sarf ediyor. Puşkin’in Dubrovski eserindeki “… onun hakaretlerine katlanmak niyetinde olmadığım gibi seninkilere de katlanacak değilim. Soytarı değilim ben, eski bir soyluyum.” cümlelerini andırıyordu. 48.sayfada “Böyle konuşan insanların çok olduğunu söyledim.” cümlesi aslında çok işlevli olmuş. Hem kitabın adını temize çıkarıyor (Çünkü Lermontov’a “Ya birader amma yalan attın ha, Rus insanı böyle değil, sen kendini anlatmışsın adına kahraman falan demişsin.” tarzı atılan iftiralara cevap veriyor.), hem de böyle konuşan insanlar, Lermontov’dan sonra varlıklarını gösteriyor (bkz. Dostoyevski, Turgenyev, Gonçarov, Petraşevski Örgütü). Peçorin’e sık sık “umursamaz, kadirbilmez, şerefsiz” bir insan olarak bakılıyor ama ya hakikaten öyle değil ya da benim merhametliliğim tuttu, ben onun böyle davranmak zorunda hissettiğini düşünüyorum. Karakter oturtamamış bir tip olduğundan temeli sağlam düşüncelere sahip değil ve ilk hatasında, yediği darbede yıkılacağını düşünüyor olabilir, ne de olsa kadınları sevmemek için küçümseyen bir insan, severse sıkıntı olabileceğine inanıyor olabilir. Hatırlarsınız ki “Bela” öyküsünde kızın ölümünden sonra 3 ay çöküntü geçirdiğini öğreniyoruz. *Peçorin-Bela ilişkisine yorumum: Bela, her ne kadar basit ve dağdan gelme bir kız olsa da sevgi isteyen masumane bir kızdır. Onun dileği, “erkeklik taslamakla” kafayı bozmamış, hanımının mutluluğuyla mutlu olabilen aile erkeğidir. Yapabileceğinin en iyisi sevgilisine feda olsundur, hür bırakır, huyuna gider ama tek isteği sevdiğinin aklında, kalbinde bir yere sahip olmaktır. Ancak Peçorin’e baktığımızda ne sevdiğini mutlu etme isteği, ne aile kurmak, ne birini düşünmek vardır. Onun için kovalamak vardır yalnızca. Ciddi bir kız ve hoppa bir erkeğin kaderine terk edilmiş bir ilişkisi oldu anlaşılan. Yine de Bela, Stockholm Sendromu misali ona acı çektirmiş Peçorin’i sayıklayarak ölür. Zamanımızın kızları neden istedikleri gibi nazik insanlar yerine Peçorin gibilerini tercih ediyor bilmiyorum; yalanlarla ve manipülasyonlarla yaşamak, dürüstçe ve aşkla yaşamaktan daha mı çekici geliyor ki ne? Bu hikayede Bela, Peçorin’in “elde etme hırsı, avcı olma isteği, ihmalcilik” özelliklerini ortaya çıkarıyor. Peçorin’in günlüğünün önsözünü okurken gözüme çarptı, anlatıcının da Kafkasya’ya sürüldüğü iddiasına kesinlikle katılıyorum. “Elimde Peçorin’in tüm hayatına ilişkin bilgiler var ancak sadece Kafkasya anılarını paylaşıyorum, diğerlerini paylaşmaya yemiyor.” tarzı bir önsöz yazması şüphe uyandırıyor. b) Peçorin-Su Perisi ilişkisine yorumum: Su perisi, mitolojide ihaneti sembolize eder. Bu kız da Peçorin’in ne kadar kovalamaya meraklı olsa da en basit zaaflara karşı yenik düşebileceğini, kandırıldığını geç anlayabilen biri olduğunu gösterir. (Dipnot: Taman, kronolojik olarak ilk hikaye olduğundan Peçorin’in ihtiyatsız davranışları anlaşılabiliyor.) Peçorin, burada Napolyon’un bir sözüne uygun davranmış: “Bir düşmanla gereğinden çok çarpışırsan ona tüm savaş sanatını ifşalamış olursun.” Karakterler, Shakespeare’in “Dünya bir sahne; kadın, erkek herkes ise oyuncu.” alıntısına benzer bir yaşam sürüyor. Herkes kendi rolünü anlamaya çalışıyor: Yüzbaşı Maksim’in “Onun gözünde neyim ki?”, Peçorin’in “Yolculuk eden bir askerden, resmi mercilere belge gösteren bir insan başka neyim ki?”, Gruşnitski’nin “Ben neyim senin için?” diye sorması da bir nevi varoluşu sorgulamanın, kim olduğunu anlayamayışın, toplumda yer bulamamışlığın, rüzgar gibi savrulup gitmenin bir örneği aslında. Lermontov, “Hayır, Byron Değil Başka Biriyim Ben” şiirinde “erken başlayıp erken bitireceğim” diye bir cümle kuruyor. Yani geleceğe dair kehanetleri tutan bir insan olduğunu görüyoruz. Peçorin de “Günün birinde dar bir geçitte karşılacağız gibi gelir bana, o zaman mutlaka ikimizden biri kaybedecek.” derken Gruşnitski ile olacak düellosunu önceden tahmin ediyor. Peçorin’in böylesine cesur, istediği gibi hareket edebilen biri olmasının bir sebebi de ekonomik özgürlüğü. Ekonomik olarak onu sınırlayan bir engel olmadığından uşaklarıyla, paralarıyla keyif çatabiliyor ve kimseye muhtaç olmadığından birisi olmuş olmamış fark etmiyor. Ailesine muhtaç biri ailesine böyle davransa cezadan cezaya çarptırılır, arkadaşlarına muhtaç birisi yalnız bırakılır, dışlanır ancak Peçorin böyle bir insan değil. c) Gruşnitski-Meri-Peçorin Aşk Üçgenine yorumum: Meri, zamanımızın bir kızının örneği. Yani o dönemde iğne atsan yere düşmez denecek kadar soylu var. Soylu olmak içinse nesillerce baba parası yiyor olmanız ya da “Ya şekerim benim dedemin dedesinin babasının damadı bilmem ne düküymüş” diye böbürlenmeniz, milletle alay etmeniz yeterlidir. Meri de kendini bir halt zanneden, herkesi ayağına bekleyen bir genç kız. Gruşnitski, tam böyle sosyal medyada “Beta Erkek” diye adlandırılan tip; Peçorin ise “Sigma Erkek” modeli (Bir kitap incelemesinde sosyal medya tabirleri kullanmak uygunsuz kaçsa da bundan iyi bir örnek bulamadım.). Gruşnitski, bir kızı tanrıça gibi görüp peşinde köpek çeken, en ufak şeyde umutlanan, aptal aşık bir tipken Peçorin ise kızların aklına girmeyi beceren, manipülatif, topluluğa da yalnızlığa da ayak uydurabilen bir tiptir. Gruşnitski kızın peşinden ayrılmadığından kız bıkacak hale gelmiştir; Peçorin ise vur-kaç taktikleriyle kızı kışkırtmış, kafasında kötü şöhretli de olsa bir yer edinmeyi başarmıştır. Ayrıca Peçorin, Meri’nin ayağına gelseydi üstünlüğünü kabul etmiş olacaktı, ancak baloda spontane yaklaşıp özür dileyerek reddedilme şansı da bırakmamış oldu. Özetle, Gruşnitski fazla köpek, Peçorin fazla tasmacıydı; ortası bence ideal. Yine de takıntılı bir aşk yerine gizemin tercih edileceği bir gerçek. Peçorin’in hiçbir şeye güveni kalmadığından ele geçirmeye bakıyor. Ona göre bir kadın (ne kadar aşağılık bir tabir olsa da) “En güzel duygularını sabahın ilk saatlerinde yayan bir çiçek”tir. Meali ise Peçorin kızların en saf ve güzel duygularından onlar gençken faydalanacak, sonrasında onlar tabiricaizse pörsüyecekler, belki başka erkekler o pörsümüş kızları ayağa kaldırır da aşık olur. Günümüzde hala devam ediyor bu durum, ne üzücü. Aşk vaadiyle nice masum insanlar kandırılıyor; erkeklerin duygularıyla, kızların bekaretleriyle oynayıp atıyorlar ve diğer insanlar, bir avuç haysiyetsizin yarattığı enkazlarla karşılaşıyor. Peçorin çiçekten çiçeğe konan bir arı gibi takılacak ya, onun derdi değilmiş bu (!) Kitabın bana en büyük yararı, kalıplaşmış bir düşünceden kurtulmaktı. İyi kızların kötü erkeklerle ilişki kurmasına anlam veremiyor, kızların bu erkeklerin kötülüklerini, davranışlarını neden göremediklerine dem vuruyordum. Fark ettim ki aslında Peçorin hiç de “Yar ben belalıyım, şöyle kötüyüm böyle aşağılığım” diye yaklaşmıyor, gayet iyi yaklaşıyor. Bir an kendimi ele aldım, güzel konuşmasını severim, ya biri de beni Peçorin gibi düşünürse diye aklımdan geçirdim, hiçbir şey yapamam ki. Kitapta düello sahnesinden önceki en heyecanlandığım an 4 Haziran günüydü. Peçorin’in eski sevgilisi Vera, onun Prenses Meri’yle olan ilişkimsi şeyinin farkına varmış ve Prenses Meri’nin uğrayacağı hezimeti öngörmüştür ancak yine de bir şey yapmamaktadır. İçimden “Eğer Peçorin, kendini bundan da çekip çıkarabilirse içinde şeytan var demektir.” diye geçirdim. Namussuz bir de hakikaten beceriyor. Prenses Meri’yle sohbet ederken takma adlarla Vera’yı övüyor ve iki kızın da gönlünü almayı beceriyor, bu nedir ya? -- Kitabın en akılda kalıcı sahnesi kesinlikle düello sahnesidir. Düello öncesi stratejiler, insanın ölmeyi değil hayatında bir şeyleri değiştirmeyi istediğini fark etmesi, varolduğu süre zarfında neleri değiştirmiş olduğunu ve ne fark yaratabildiğini düşünmesi, ölüme cesurca gitme çabası, silahlar karşılıklı parlıyorken bile vazgeçmenin eşiğinde olabilmek… Hele ki bu düello sahnesini öncülü Yevgeni Onegin’le ve Lermontov’un kendi hayatıyla kıyaslama şansına sahip olmak ayrı bir güzellik! Yevgeni Onegin’i okuyanlar zaten ezberden söyleyeceklerdir, okumayanlar için kısa bir özet yapmam gerekir: Lenski ve Yevgeni, Tatyana’nın ad gününe davet edilmişlerdir. Yevgeni gitmeye razı değildir ancak Lenski’nin ısrarı sonrasında giderler. Minik bir ad günü partisi bekleyen Yevgeni, bıkmış usanmış olduğu sosyetik baloların biriyle tekrar karşılaşmasından dolayı Lenski’yi yalancılıkla suçlar, intikamını almak için sevgilisi Olga’ya haddini aşıp tabiricaizse yürümeye başlar ve onla dans eder. Sevdiğini Yevgeni’nin pis ellerinde görmeyi kendine hakaret sayan Lenski, Yevgeni’yi düelloya davet eder. Yevgeni, düello olacağı için üzgün ve varoluşunu sorgular bir halde olsa da gider ve arkadaşını göğsünden vurarak öldürür. Ardından Moskova’ya doğru kaçmaya başlar. “Zamanımızın Bir Kahramanı”nda ise Gruşnitski, Peçorin’e balo olacağını bildirmiş ve onu üstükapalı davet etmiştir. Gruşnitski, subay olunca adam olduğunu zannederek Prenses Meri’yi etkileyeceğini düşünerek subay üniformasıyla gelir. Prenses, askeriye alameti olan bu üniformadan hiç hoşlanmaz, Peçorin de onu ezikler. Daha sonrasında Peçorin, Prenses Meri ile dans eder, ancak burada bir kışkırtma amacı yok ki zaten önceden planlanmıştı. Ancak daha sonrasında Peçorin’in Vera ile gizli kapaklı görüşmesi, Prensesi dikizlemek ve Gruşnitskilerin Peçorin’i yakalayıp ellerinden kaçırdıktan sonra bu olayı herkese anlatmaları (tabii Prenses Ligovskayalarla evlenme dedikodusu dahil) gerilimi iyice zirveye çıkarır. Birbirlerine düello teklifi ederler ve günü geldiğinde Gruşnitski ve tayfası, Peçorin’e boş silah vererek ölümünü garantilemek ister. Ancak işler öyle olmaz. Peçorin bir alavere dalavere çevirir ve bir tepenin üstünde düelloyu yapmak ister ki biri vurulduğu anda direkt düşsün ve düello olduğu anlaşılmadan her şey bitsin. Düelloyu Peçorin kazanacaktır ve Kislovodsk’a doğru kaçar. Tabii burada önemli olan şey, bu düellonun Lermontov’un bir sonraki sene gireceği düelloya ne kadar benzediğidir. Peçorin’in düelloyu bir tepede yapma isteği ve kalan tüm detaylar Lermontov’un düellosunda da tıpkı böyle olacaktır. Gruşnitski’nin ateş açmama isteği de Lermontov’un Martinov’a “Bu dangalağa ateş mateş açmam.” deyip havaya ateş açmasıyla bağdaştırılabilir. -- d) Peçorin-Vera ilişkisine yorumum: Aşk üçgenindeki “Erkekler çok iyi yaklaşıyorlar ve kızlar bunu anlamıyorlar, sonrasında başlıyor işkence” tarzı yaptığım söylevi burada devredışı bırakıyorum. Vera, Peçorin’in eski sevgilisi ve bir kere bu merete bulaştığı için ikincisini denemekten de çekinmez. Bela ve Meri’nin aksine masumane bir kız değildir, ayrıldığı erkekle daha sevgilin falan var mı demeden öpüşen, flörtleştiği kızdan kıskanan takıntılı bir manyaktır. Vera’nın Peçorin’in özelliklerini öğrenmemizde kilit bir rol oynadığını düşünmüyorum, yine de Peçorin’in hiçbir kapıyı kapamayan, hep bir aralık bulunduran bir tip olduğu anlaşılabilir. -- İncelemede noktalama hataları olabilir, geceleyin yazdığımdan tam muhakeme edemedim.
ceren güneş
ceren güneş
@Vega2 @semanurr_ela
Zamanımızın Bir Kahramanı
Zamanımızın Bir KahramanıMihail Yuryeviç Lermontov · Can Yayınları · 20204,420 okunma
·1 alıntı·
2.627 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.