Sezai Karakoç'u çoğu insan şair kimliğiyle tanımaya başlamışken, ben üstadı' diriliş' düşüncesini temsil eden eserleri ile tanıdım. Düşünce dünyası hakkında belli başlı fikirlere sahip olduktan sonra ortaya koymuş olduğu şiirleri de ona ait dünyanın penceresi ile okumuş oluyorsunuz.
Karakoç'un dünyası da gerçekliklerle dolu, Müslümanların uyuduğunu dillendirecek kadar gerçeklikler...
Lakin benim için yazarın ayırıcı yönü bu değil. Bütün bu gerçekliklere rağmen bir çıkış yolu sunacak kadar umutvar olmasıdır asıl ayırıcı yönü. Zira etrafımız ne yazık ki durum tahlili yapan sözde eleştirmenler ile dolu iken Karakoç tam da bu noktada şunu söyler :
"Her sabah beklenen sensin...
Gün ışığıyla, yağmurla beklenen sensin.."
Umudu kendisi olarak gören, görmesi gereken insanların sevdiği mütefekkirdir Karakoç.
Bu eserine gelecek olursak, kitap 60'lı yıllarda bir gazete köşesine yazmış olduğu din, siyaset, umut, gelenek, kitap konulu yazıların mündemiç halini temsil ediyor.
Böyle söyleyince sanki tek bir dönemim sorunlarından bahsettiği zannedilebilir ama durum öyle değil. Zira tarihin nasıl tekerrür ettiğini Sütun eserindeki olayların hiçbirisine yabancı kalmadığımızda anladım...
Kitaptan çok yazar tavsiye ettiğim bir yazı oldu, biliyorum. Amacımı gerçekleştirmiş oldum.
Kitapla ve ilimle kalın dostlar