Mustafa Kutlu’nun okuduğum altıncı kitabıydı #uzunhikaye
Mustafa Kutlu’nun kalemini tam olarak kaçıncı kitabında anladım ya da tam anlamıyla anladım mı, bilmiyorum. İlk okumada anlaşılmayan bi üslubu var ama kesinlikle insanı da içine çekiyor. Hiç bilmeyen birine, şunun gibi diye benzetme yapamayacağım kadar eşsiz bi kaleme sahip benim nazarımda. Onunla hiç tanışmadıysanız mutlaka tanışın ve ilk okuyacağınız eseri de #uzunhikaye olsun derim.
Uzun Hikaye, bir baba-oğul hikayesi...
Bütün yaşamı ordan oraya savrulmakla geçen sosyalist lakaplı Ali Bey, ilk sevdası Münireyle birleşen hayatı ve bu evlilikten doğan -hikayeyi onun anlatımıyla okuduğumuz-yol arkadaşı oğlu...
Hayat baba oğlu ordan oraya sürüklerken karşılarına çıkan ve bi şekilde hayatlarına dokunan insanların da hikayesini anlatıyor gayet samimi bi üslupla.
Aslında hikaye sıradan ama yazarın dili öyle yalın, akıcı ve içten ki okurken bambaşka bi haz bırakıyor. Şöyle bi başlasan bitirmeden bırakılmayacak kadar farklı bi sürükleyiciliği vardı kitabın.
Hani bazen çevremizde muhabbeti güzel biri için derler ya “sen bu olayı bi de onun ağzından dinle” diye. Aynı olayı başkasından dinlesen çok sıradan gelirken o güzel ağızdan dinlemek bambaşkadır ya, İşte Mustafa Kutlu’nun kalemi de öyle sanırım. Bu uzun hikayeyi şimdi özetlesem benim anlatışım da yavan olacaktır ya da birinden duysam çok da ilgimi çekip okumayacaktım belki..
Ha bu arada kapağından da anlaşıldığı üzere filmi de var kitabın ama izlemedim ben. Kitabı olan filmleri izlemeyi sevmiyorum. Okurken kafamda canlandırdığım mekanlar da kişiler de en iyi senaristin yazdığı, en iyi oyuncuların oynadığı filmlerden çok daha güzel, çok daha haz verici bence. Sizce de öyle değil mi?