Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

156 syf.
7/10 puan verdi
Mişima ile tanışma kitabım. Çağdaş Japon edebiyatının en önemli yazarlarından biri sayılan Mişima oldukça sıra dışı bir kişilik. Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş olmasının ve 44 yıllık hayatına çok fazla şey sığdırmış olmasının izi, kurduğu cümlelerin sağlamlığında, yaptığı betimlemelerin fazlasıyla ince detaylarında kendini gösteriyor. Bu 44 yıllık hayatına o kadar çok şey sığdırmış ki (yönetmen, oyun yazarı, fotomodel, oyuncu, müzisyen, komutan vs.) belki de yeryüzünde onu heyecanlandıracak, denemek istediği bir şey kalmamış olduğundan intihar etmiştir diye düşünmüştüm ilk okuduğumda. Ama bu kitapla anladım ki (bir kitapla ne kadar anlaşılır olduğu tartışılır olsa da ) aşırı doygunluğun verdiği ümitsizlik değil intihar sebebi. Muhtemelen çocukluk travmalarının yarattığı kişilik çatışması, zıtlıklarla dolu hayatının mükemmelliyetçi özelliğiyle çelişmesi veya belki de bir genetik hastalık..? Bu anlamda biyografik özellikler içeren bu roman son kısmı ile kanımı dondurdu diyebilirim. ¾’ü sakin, sade ve duru bir romantizm ile gayet soft bir şekilde ilerlerken, kedi olayı ile ilk sinyallerini verip son ¼ lik kısmı ile de sarsıcı bir şekilde sona erdiğinde, insan donmuş bir şekilde bir süre gerçek dünyaya dönmekte, hatta yutkunmakta, olayları sindirmekte zorlanıyor. Ve Mişima bunu öylesine fark ettirmeden, öylesine usul usul yapıyor ki. Okuyucunun hayal gücünü zorlamasına gerek kalmıyor, fazlasıyla detaylı betimlemeleri sayesinde okurken hiç fark etmeden çizdiği atmosferin içine dahil oluyorsunuz, hatta onlarla birlikte yağmurda ıslanıyor, rüzgarın sesini yanı başınızdaymış gibi duyuyor, yedikleri yemekteki sessizliği soluyor, çatal sesini bile algılayabiliyorsunuz. Bu da yazarın kaleminin gücünün en büyük ispatı olsa gerek. 🌼🌼🌼 Kişisel not (spoiler içerebilir): Romanın bende bıraktığı his: Ilık bir sonbahar sabahında doğal güzelliklerle dolu bir dağı tırmanıp tam zirvede soluklanıp manzarayı seyredecekken, arkadaki değil yanındaki kişinin uçurumdan aşağı yuvarlaması gibi.. Ve bıraktığı tat (ilginçtir son sayfalardan tamamen bağımsız ortalarından beri ) şeftalili icetea gibi.. Kokusu güzel ama tadı buruk.. “Ürkek kuş yavrusunu tabağın içine oturtmuşlar, ona acı vermeden nasıl edip de yüreğini koparsalar, yeseler diye kolluyor gibiydiler.” Bu cümleler Noburu’ya ait. Bakış açısının çarpıklığına hayret ettiğim cümle. Odasının duvarındaki bir gizli geçitten annesinin yatak odasını gözetlerken yakalandığı anda annesinin ve yeni babasının ona sevgiyle hatta gereğinden fazla anlayışla yaklaşmalarını bu şekilde değerlendiriyor 13 yaşındaki Noburu. Annesini en mahrem zamanda gözetlemesinden hiçbir rahatsızlık duymaması da kişiliğindeki başka bir çarpıklık. Bu kısım Mişima’nın çocukluğuyla alakalı olabilir. Annesi ile ilişkisinde bir paralellik var gibi? Olayın sorumlusu, baş aktör, elebaşı, şef. Çok zeki, 13 yaşında kütüphanedeki tüm kitapları okuyacak kadar bilgili, kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahip, konuşması ile çocukları büyüleyen, geleceğin Hitler’inin, Mussolini’nin Stalin’inin prototipi. Mişima bu karakter üzerinden konuşuyor gibi geldi bana. Baba figürü ile ve doğal olarak otorite ile ciddi sorunları olan bir ergen. “Babalar bu dünyanın karasinekleridir. Fırsat kollayarak tepemizde dolanıp dururlar ve çürümüş yozlaşmış bir şey gördüler mi hemen orada yuvalanırlar. Bütün dünyaya anamızı bellediklerini yayan pis iğrenç karasinekler. Bizim özgürlüğümüzü, bizim yeteneklerimizi kısıtlamak için yapmayacakları yoktur. Kendilerine kurdukları o pis şehirleri korumak için yapmayacakları yoktur.” diyen Şef’in “Dövülmekten daha beteri de vardır” sözü de, muhtemelen travmalarla dolu bir çocukluk geçirdiğinin bir kanıtı. 13 yaşındaki bir çocuğun, ceza kanunundaki boşluğu hesap ederek tüm detaylarıyla vahşi bir cinayeti planlaması, ergen çocukların eğitiminde ebeveynlere ne kadar çok görev düştüğünü de gösteriyor aslında. Ve genetik. Ben kitabı okurken sürekli Şef’in kontrolündeki o çocuk çetesinin tüm üyelerinin farklı seviyelerde de olsa gelişimsel anomalilerinin olduğunu düşündüm. Psikopatların bir kısmının genetik yatkınlığı söz konusu olsa da (MAO-A geni) büyük çoğunluğu, duygusal iletişim bozukluğu yaşayan , empati yapamayan ve pişmanlık duyma dürtüsü olmayan kişilerden oluşuyor çünkü. En temel dürtüleri sıra dışı ve güçlü olmak. Tıpkı Şef ve arkadaşları gibi ve tıpkı gruptaki konuşmalarının odak noktasında olduğu gibi. Ve çevre.. Çevre ve arkadaş faktörünün, özellikle ergenlikte ve özellikle erkek çocuklarda ne hayati öneme sahip olduğunu (Mao-A geni resesif bir gen çünkü, anne ile taşınıyor, sadece erkek çocuklarda açığa çıkıyor ve ergenlikteki hormonal değişim bunu tetikleyebiliyor.), epigenetiğin önemini bir kez daha anladım. İlgili, sevecen bir annenin, oldukça uyumlu, başarılı, sorunsuz görünen çocuğunun, gözünü kırpmadan vahşi bir cinayet işleyecek karakterini nasıl gizleyebildiğini; daha da önemlisi adım adım bu karakteri nasıl oluşturduğunu, bir psikopatın seri katile dönüşmesinin zamanlama ve çevre meselesi olduğunu o kadar güzel anlatmış ki kitap, okullarda, ilgili bölümlerde referans olarak bile gösterilebilir. Özetle tahminimden daha derin bir romanla karşılaştım, sevmedim ama beğendim.
Denizi Yitiren Denizci
Denizi Yitiren DenizciYukio Mişima · Can Yayınları · 20172,585 okunma
··
279 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.