Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

45 syf.
10/10 puan verdi
·
23 saatte okudu
Mit ve Tarih Arasında...
... Bir klasiği okumaya başlamadan önce siz ne yaparsınız, kendinizi nasıl hazırlarsınız, yazar ve eser hakkında nasıl bir altyapı oluşturursunuz ya da kitabın içine balıklama mı dalarsınız bilemiyorum. Ama ben, hem yazar hem de kitabı hakkında bulabildiğim makalelere, yazılara, incelemelere göz atmayı tercih ediyorum. Bu benim satır aralarını daha kolay okumamı sağlıyor. Yunan Edebiyatı imgesi-simgesi çok olan bir edebiyat,
Antigone
Antigone
'de oldukça kısa lakin dolu dolu, aile içi ilişkilerinden başlayın da siyasi politikalara kadar bir çok konuyu içine almış bir klasik. Şimdi... Ben ne yapacağım biliyor musunuz? "
Antigone
Antigone
' nin Trajedisi"ni bütün yönleri ile gözler önüne serecek ve aynı zamanda da dünyadaki en romantik, en tatlı dilli feminist yazarı,
Luce Irigaray
Luce Irigaray
'i tanımanıza yardımcı olacak bir alıntıyı paylaşacağım sizinle. Bunu yaparken de tepkiler alacağımı biliyorum. Açıkçası bunu çok da önemsemiyorum ve bunun kitabın içeriği ile ilgili benim yazacağım üç-beş satırdan daha doyurucu olacağını biliyorum. Çiftekavrulmuş lokum ... Öyle olduğunu düşünün.:)) Keyifli okumalar. ― Antigone' nin Trajedisi... Antigone'nin yaşadığı trajedi, bir mit ile onun Tarihteki muhtemel somut örneği arasında yer alır. Antigone' nin iradesi ve davranışının anlamının ortaya çıkarılmasının güçlüğü ve Tarihimizin bunun gerçekleştirilmesine yönelik direnci, geleneğimizde neden böylesi kalıcı bir mit olmayı sürdürdüğünü açıklıyor. Burada Antigone'yi genellikle ilgi çekici bulan fakat bazen de rahatsız edici bir karakter olarak ele alan prestijli mucitlere değinmeyeceğim. Bu mucitlerin yorumları, Antigone karakterinin kültürümüzün içerisine girdiği çağa karşılık gelmesi bakımından çoğunlukla fazla psikolojik, egolojik, aslında narsisisttir. Eski Yunan zamanlarında, yansıtıcı ya da spekülatif düşünce henüz mevcut olmadığından, böylesi bir özne de ilgilerini çekmiyordu. Antigone karakterine yaklaşımın bilindik tavrı, Antigone'yi psikoloji ve sosyolojinin yorum yöntemleri olarak kullanıldığı ve durmaksızın emirler yağdırdığı, daha sonraki bir dönemde konuşlanmış dişil bir öznelliğe, bir tür sonsuz dişiliğe dönüştürür. Erkeklerin çoğunlukla değerlendirmek veya saygı duymak istemedikleri, kadının onlar için varlığını sürdürdüğü gizeme yansıtılması anlamına gelen az çok yeni bu son anlayışlar üzerine Antigone' nin yapacağı pek bir şey yoktur. Bu gizem, Batı geleneğimizin bastırdığı, aslında unuttuğu başka bir kimliğe, başka bir dünyaya ve kendininkinden başka bir kültüre ait olmanın işaretidir. Antigone karakterinin inatçılığı, henüz Tarihe geçmemiş olsa da ve bugün hala belli bir çağdan bu yana kendisinin gelişimini ilgilendiren Batı tarihi geleneğine kattığı soruyu temsil etmese de, Tarihimizle sıradan yorumların öne sürdüklerinden çok daha fazla ilişkilidir. ― Antigone' nin Trajik Kaderini Paylaşmak... Speculum adlı eserimden ve hatta daha öncesinden beri Antigone ile ilgileniyorum. Hakikatin örtüsünü, özellikle Antigone ile ilişkisini gözeterek kaldırmayı denediğim için dışlanmayı deneyimlerne şansım oldu ― tabii dayanması fazlasıyla acılıydı. Her durumda Speculum'dan sonra yayınlanmış, bilhassa erkekler tarafından incelenmiş olan bu karaktere ilişkin sayısız deneme, ne benim ne de diğerlerinin yorumlarını genellikle değerlendirmediklerini gözler önüne seriyor; öyle ya da böyle hepsi aynı çizginin peşinden giderler. Örneğin, Clernence Rernnoux'nun erken Yunan kültürünün evrimine dair çalışmasını ya da kısmen, Jakob Bachofen'nin anaerkilliğe ilişkin çalışmasını görmezden gelirler ― Hegel'in kuzeni olan ve ona ilham verdiği söylenen Bachofen. Bu Antigone' nin aktardığı hakikatin tanınmasına yönelik direncin ve Tarihte böyle bir hakikate muhtemel bir girişin reddedilmesinin işaretidir. Bu nedenle, trajedinin devamlılığı, Yunanların söylediği şekliyle kaderin devamlılığı, böylesi bir hakikati sahiplenenlerin yaşamındadır. Ben Antigone'nin trajik yazgısını paylaştım: hakikatin bastırıldığına ilişkin toplumsal görüşüm veya en azından görüşümün onaylanmaması ve halihazır düzenimizi rahatsız etmesi nedeniyle sosyo-kültürel mekanlardan dışlandım. Neyse ki toplumdan ― üniversitelerden, psikanalitik kurumlardan, bilimsel çevrelerden ve hatta arkadaşlardan, bir kısım yayınevlerinden ve en son kendi evimden ― dışlansaydım da doğal dünyayla ilişkimden yoksun bırakılmış olmazdım. Toplumsal etkinliklerinden kovulmuş, kapalı ya da muğlak bir sessizliğin içinde, bazen bir mezarın opak duvarını hisseder gibi olduğum zamanlar oldu, ama havayla, güneşle, bitkiler ve hayvanlar dünyasıyla ilişkimden mahrum kalmadım. Polisten, şehirden, ait olduğum insan toplumundan kovuldum ve çağdaşlarımın artık takdir etmedikleri ve çok da değer vermedikleri doğal dünyaya geri döndüm. Bundan sonrasında mahrum olacağım şeyler benim için gereksizdi. Doğal dünyaya bu şekilde geri dönmek, hayatta kalmamı veya daha da iyisi hayatın kendisinin ne olduğunu yeniden keşfetmemi sağladı. Dahası, Antigone karakterinin görüldüğü Yunan dünyasını gün ışığına çıkarmama ve onun trajik kaderinin anlamını kavramama yardımcı oldu. Antigone'nin trajedisi üzerine birçok yorumcunun yanı sıra Hegel'in düşüncesinin ve büyük sayıdaki feministlerin aksine, tıpkı Antigone gibi ben de erkeklerle çatışmaya girmenin trajik kaderimi çözebileceğini düşünmedim ya da en azından böyle çatışmaların önemsiz olduğunu hemen anladım. Konu, Tarihin başka bir zamanına girmekle, Antigone'nin mesajına hayat vermekle ve onun somut örneklerini takip etmekle ilgiliydi, ki hala da öyledir. Fakat bu konu, öncelikle, Sophokles'in trajedisinde çatışmaya giren zamanın iki döneminin, birinin diğerini değiştirdiği iki söylemin, karşılıklı bir anlayış olmadan birbirlerini cevaplayan ve eşsiz bir dünyanın yüksek bir ünitesine yerleştirmeye niyetlenmeden birbirlerinin farklarına saygı duyan iki ayrı dünyaya ait olduğunu idrak etmemizi gerektirir. Bu, olumsuzun mevcut geleneğimizde olduğundan başka bir şekilde somutlaştırılmasını gerektirir. Dolayısıyla Hegel'in sisteminde olumsuz, ikideki birlik bakımından öznel ve nesnel ayrımı aşmaya yarar. Benim düşüncemde, olumsuz aşılamazdır; öznelerin ve dünyalarının ikiliğinin varlığını sürdürmesini sağlar. Aralarındaki sorun ise, şimdi ne birini ne de ötekini lağvetmeden, bir kültür inşa etme sorunudur. Bu birliğin hizmetindeki karşıtların ikiliğine dayanan mantığımızdan vazgeçtiğimiz ve iki ayrı dünya ve özne arasındaki birlikte varoluşun ve diyaloğun mantığına girdiğimiz anlamına gelir. Bunun, birbirimizden farklı olarak birbirimizle ilişki kurabiliyor olmamız aracılığıyla başka bir dramatik oyun icat etmemizi gerektirdiğini ilave edebilirdim. Kendi deneyimimin, kendi kaderimin ― kendi psikanalistimin bile beni geri gönderdiği ― ve özellikle Antigone fiıgürünü yorumlayışımla öne süreceğim trajik bir yalnızlığın yardımıyla böyle olduğunu söyleyebilirim. Bu konuyla ilgili birtakım görüşlerimi bazı yazılarımda zaten belirttim, fakat şimdi özellikle kendi hayatım ve kendi işim münasebetiyle, ısrarla üstü kapalı kalan mitin devamlılığını ve Antigone'nin davranış biçimini anlayabilmek için gerekli görünen, henüz üzerinde çalışmadığım karakter özelliklerini geliştirmek adına Antigone'nin karakteri üzerine düşüncemi sürdüreceğim. Antigone tarafından sürdürülen görevimin mevcut yorumunda, kendimi, Speculum'daki Antigone'ye adanan "Toplumun Sonsuz İronisi" adlı bölümde yaptığımdan daha fazla Hegel'den uzaklaştıracağım. Çünkü doğal dünyada bir şekilde canlı canlı ateşe atıldım ve örtüsünü kaldırmaya çalıştığım hakikat; coşku ve büyüleyicilik uyandırdıktan sonra, uygarlığımızın keyfi ve körlüğü tarafından gizlendi ve yeniden üstü kapatıldı; çünkü halka ait mekanlardan, Hegel'in Sophokles trajedisi okumasında temellendirdiği aidiyetten kovuldum. Antigone'yi kuşatan esrar benim için daha fazla aşina olduğum, aslında yakın olduğum bir şey oldu. Ayrıca ataerkil geleneğin yorumunda derinleşmemin yanı sıra kadınların kendi öznelliklerinden ve dünyalarından, yollarından vazgeçmeden erkeklerle ilişkiye girmelerini sağlayan dişideki bir diyalektik ve mantık üzerinde çalışmak da yolumu aydınlattı. Şüphesiz yoga çalışmalarım ve Doğu geleneğine yakınlaşmam Antigone'nin rasyonalitesi ve bilgeliğini, Kreon'un irrasyonelliği ve deliliğinin aksine tasavvur etmeme ve değerlendirmeme yardımcı oldu. Sophokles'in trajedisi yaşamı, aşkı ve arzuyu vefalı bir düşünüş tutumundan yıkıma, nefrete ve ölüme götüren bir akıl yürütmeye geçişte yer alır. Sophokles'in trajedisinde böylesi bir geçişin fazlasıyla işareti vardır, örneğin tanrıların kinayelerinde ve niyetlerinde, koronun kelimelerinde veya kahinlerin cümlelerinde bu işaretleri görebiliyoruz. Ben, Antigone gibi, kişisel tutkular adına kurulu düzeni bozmakla eleştirildim. Açıkça belirtmek isterim ki, ben, geleneğimizde baskı altına alınmış, zihnimizdeki insanlığın oluşu ve tamamlanışıyla birlikte yeniden ele alınması gereken bir düzen adına konuştum ve bu düzen adına bu şekilde davrandım. Antigone'ye dönersek, o hiçbir şekilde sitenin düzenini değiştirmek istememişti, fakat Sophokles'in trajedisinde Kreon'un temsil ettiği karakterin yok etmeye niyetlendiği daha yüksek, yeni bir düzenin yazılı olmayan kurallarına itaat etmek zorundaydı. Antigone'nin hayatı pahasına koruduğu yasa veya görev birbiriyle ilişkili üç görüşü içerir: canlı evrenin ve canlı varlıkların düzenine saygı duymak, sadece soykütüğüne değil aynı zamanda kuşak düzenine saygı duymak ve cinsel oluşun farklılık düzenine saygı duymak. Burada "cinsel" değil de "cinsel oluş" kelimesine vurgu yapılması önemlidir çünkü Antigone'nin görevi cinselliğin bu şekliyle, Hegel'in düşüncesinde olduğu gibi sınırlılığıyla ilgili değildir. Eğer konu bu olsaydı, erkek kardeşinin değil, nişanlısı Hemon'nun kendisi için ayrıcalıklı olması gerekirdi. Antigone erkek kardeşinin gömülmesinin sorumluluğunu üstlenir çünkü erkek kardeşi "annesinin evladı olarak" saygı duyulması gereken, tekil, somut bir cinsel oluş kimliğini temsil eder. Antigone için insan kimliği henüz, Kreon'un yapmaya niyetlendiği gibi bir olmuş, yansızlaştırılmış, evrenselleşmiş değildir. Antigone'ye göre insanlık hala ikidir; erkek ve kadındır ve cinsel çekim veya arzunun tatmininden önce doğal düzende zaten mevcut olan bu ikiliğe saygı duyulmalıdır. Antigone'nin sürdürdüğü şey, Hemon'la düğününden önce, erkek kardeşine, erkek kardeşi olarak saygı duyulması zorunluluğudur. Bunu, kendisini erkek kardeşinin farklı cinsel oluş kimliğiyle ilişkili olarak konumlandırmadan başka bir erkekle evlenemeyeceğiyle ve kendisi için biricik olan erkek kardeşin yerine hiç kimseyi koyamadığından başka bir erkekle evlenebileceğiyle açıklar. Bu nedenle erkek kardeşinin ölü bedenini hor görülmekten ve yenilip çürümekten, av kuşları veya başka etobur hayvanlar tarafından yok edilerek hayvanlığa gerilemekten, gömülmekten yoksun bir hayalet olarak sonu olmayan bir başıboşluktan korumak zorundadır. Bunu sadece anonim ve yansızlaşmış bedensel bir mesele olduğu için değil, erkek kardeşi için geçerli bir cinsel oluş kimliğinin anısını korumak zorunda olduğu için yapmalıdır. ― Hayat ve Kozmik Düzen İçin Saygı... Dolayısıyla Antigone'nin itaat ettiği yasa, kozmik düzene saygı duymakla ilgilidir. Yunanlar için kozmosu anlamak önemlidir, bu, doğayı ve canlı varlıkları, Tanrıları ve insanları içeren kapsayıcı bir düzen olduğu anlamına gelir. O halde bu, önceden var olan kozmik düzeni yok etmesinin ardından Batı kültürünün düşündüğü gibi farklılaştırılmamış bir doğal dünya sorunu değildir. Sophokles'in trajedisi kozmik bir düzenin uyumundan, artık canlı doğa, tanrılar ve insanlar arasındaki yerleşik uyumu dikkate almayan, yapay insan dünyasına geçişi anlatır. Antigone'nin başarmaya çalıştığı görev, özellikle Zeus ve Hades, ışık tanrısı ve daha sonra cennetlerin ve yer altının tanrısı olarak seslenilecek olan karanlıklar veya gölge tanrısı arasındaki zorlu ilişkiyi gözeterek kozmik düzenin dengesini korumaktır. Polyneikes'i toprağa vermek, iki tanrı, iki dünya arasındaki hassas bir dengeyi sürdürmeye çalışmak anlamına gelir. Antigone karakterine ilişkin olarak sıklıkla söylendiği gibi ― ki ilk olarak bizzat Kreon tarafından söylenmiştir ― bunu Yeraltı tanrısını desteklemek adına veya sadece erkek kardeşi için gerekli olmasından ötürü değil, fakat iki dünya arasındaki mümkün bir geçişi durdurmamak, daha genel olarak bütün kozmosun uyumu adına çabaladığı için yapar. Antigone'nin bu jesti, Zeus'a olduğu kadar Hades' e de hürmet etmeyi ve iki tanrı ve ortak alanları arasındaki hassas uyumu devam ettirmeyi amaçlar. Sadece Polyneikes'i dünyevi ikametten ölümcül ikamete geçiş törenine göre defnetme teşebbüsünün başarısızlığından ötürü, Antigone'nin Persephone'yle aynı kaderi paylaştığından bahsedilir. Persephone adı, Kore'ye annesi, büyük Tanrıça Demeter'in yanından alınmasının ardından, yeraltı tanrısı tarafından verilir. Bakire kızına yapılan bu kurbanlık tecavüz, bilhassa kardeşi Hades'le olan bağı nedeniyle, muhtemel bir kozmik düzeni yeniden sağlamak için bizzat Zeus tarafından kabul edilmiştir. Öyle görünüyor ki Kreon'un Antigone'nin adına ilan ettiği ölüm cümlesi, bir şekilde bir bakirenin dünyevi annelikle ilgili ikametinden kurbanlık yok edilişini tekrarlar ve kadına ne dünyada ne yeraltında, ne canlı varlıklarla ne de ölülerle yaşayacak bir yer bırakmaz. Fakat Amigone'nin da öne sürdüğü gibi, kadının dünyevi ikametten veya yaşamdan alınmasından sorumlu olan artık Zeus değildir; bu kez sorumlu kişi, Zeus'u kozmik düzeni bozmakla yargılayan Kreon'un bizzat kendisidir. Her şeye gücü yeten Zeus'a yöneltilen bu yargı, Zeus'un tanrılar, insanlar ve bütün canlı varlıklar arasındaki toplu uyumu değerlendirişine zarar vererek bütün Batı kültürünü yönetmeye başlar ve bu kültürü muhtemel bir kaosa ve yıkıma götürür. Koro bunu, kozmik uyumu tehlikeye atan ve bazen çok kötü bir durumla veya hiçbir şeyle, bazen de cesur işlerin başarılmasıyla sonuçlanabilen, bir adamın hükmetme arzusuyla ilan eder. Koro bu erkeğin denizlere hakim olma, vahşi hayvanları evcilleştirme, atlara ve boğalara tecavüze susamışlığından, her şeyi kelimelerle anlama isteğinden, kötü havadan evler inşa edebilme ve şehirleri yönetebilme becerisiyle kaçabilmesinden, tanrıları hiçe sayan ve onların öfkesini kışkırtan kibrinden söz eder. Erkeğin nasıl da yeryüzüne tanrıların en kibirlisini getirmeye ve kadını tükenene değin boyun eğmeye, çalıştırmaya niyetlendiğinden, deneyimden yoksun akıllı bir imalatçı olduğundan ve tanrıların gücü de dahil her şeyin efendisi olmaya çalıştığından, fakat ölümden kaçamadığından bahseder. Sadece hükmetmesinden ve dünyadaki yerine orada yaşayamadan sadece tepeden bakmasından ötürü, orada ikamet etme imkanını kaybettiğini anlatır. Ve insanları temsil ettiği varsayılan koro, şu kelimeleri aktarır: "kalbime ve zihnime asla yakın olamayan böyle bir adam, bu şekilde davranan birinin inancını asla paylaşmasın". Bazı yorumcular bu sözcüklerin Kreon'u ya da Antigone'yi kastettiği konusunda kaygılıdırlar. Bana kalırsa, bu cümle bir tek Kreon'u ve erkeğin açılışını yaptığı eril bir kültürü ima ediyor. Kreon'un aksine Antigone, erkek kardeşini gömerek, doğanın, özellikle hava ve güneşin vereceği zararları önlemek adına değil, kozmik uyumu sağlamak adına mücadele eder. Mesele sadece Polyneikes için yeryüzünden yeraltı dünyasına kişisel bir geçiş temin etmek değil, daha çok tanrısallıkların koruyucusu olduğu kozmik unsurlar arasındaki dengeyi ciddiye almakla ilgilidir. Kozmik düzene saygı duyan tek kişi Antigone değildir, kahin de koroyla benzer şekilde konuşur. Daha önceden bilinmeyen kuşların nasıl barbarca bağırdıklarını duyduğunu ve birbirlerini öldürdüklerini gördüğünü, dahası, hiçbir kurban etmenin barışı ve uyumu yeniden getiremeyeceğini çünkü alevlerin kaynağının onun sunduklarından kaynaklanmadığını anlatır. Bütün bunlar, Polyneikes'in ölüsü için uygun bir tören yapılmayıp, etobur kuşlara ve vahşi köpeklere bırakılmasından ötürü cennetin ve yer altının kirletildiği anlamını doğurur. Polyneikes'in defninin eksikliği, yeryüzü ve gökyüzü, hava ve güneş arasındaki ilişkilerin düzeninin bozarak bütün canlı varlıklar açısından yaşamın kendisine zarar verir. O halde, defnin yapılması ilk önce yeryüzündeki uyum ve ona bağlı olan atmosfere saygı duymakla ilgilidir. Polyneikes'in gömülmesine özen göstermek, şüphesiz Antigone açısından din ile ilgili bir harekettir, fakat din burada bizim şimdi ona yüklediğimizden daha farklı bir anlama sahiptir. Bu, kendisiyle cennette buluşmak zorunda olduğumuz eşsiz bir Tanrının yasasına boyun eğmekle değil, aksine bizi çevreleyen dünyaya özen göstererek, kozmik düzeni sağlamakla ilgilidir. Ne yazık ki biz Batılılar, genellikle kozmik düzeni dinle ilişkili olarak ele almayı unuturuz. Hatta dünyaya bombalarla, aslında atom bombalarıyla zarar veririz: eğer Tanrımız adına ve Tanrımıza hizmet içinse, bu dini bir harekettir. Bu tavır, Antigone'nin bakış açısında dinsizliktir, fakat ebedi bir gerçekliğe olan inançlarını savunmak adına canlı varlıklar olarak insanlar da dahil olmak üzere canlı dünyayı yok etmenin makul olduğunu düşünen tektanrıcılar için durum böyle değildir. O halde irrasyonel olan Antigone midir yoksa tektanrıcı insanlar mı? Delilik ne tarafta ve bilgelik ne taraftadır? Ve acaba böylesi bir Tanrı, erkek her şeyi sadece ve önce kendisi adına istediği için onun tarafından yaratılmış olabilir mi? Sadece kendi Tanrısına itimadı olan bir erkekle ne paylaşılabilir? Tanrının kendisi mi? Fakat bu Tanrı dünyanın bütünündeki tüm insanlarla paylaşılabilir değildir: Herkes için mutlak olduğu varsayılır. Belki kültürümüzdeki erkekler için mutlak olmuştur. Daha tektanrıcılığın Tanrının, kendisine saygısı olan bu kültürden kadın için mutlak olup olmadığı bile kesin değildir. Muhtemelen kadının mutlak olanı Antigone'nin mutlaklığına yakındır. En azından, bu mutlaklık Antigone'nin savunduğu yazılı olmayan yasalara saygıyı gerektirir. Dişideki bir tanrısal mutlak, yaşamın kendisini gözeten görevlerimize duyduğumuz saygının önünde yer alabilir miydi? Yasasını yaşamın üzerine ya da hayatın kendisi yerine koyabilir miydi? Dişil olanın içerisinde yer alan tanrısallık, sadece yaşamaktan daha fazlasıdır: Yaşamın yerini alan, aslında yaşama karşı olan şeyle bir ilgisi yoktur, böylesi bir tanrısallık daha çok yaşamın üstesinden gelmek ve çiçeklenmesini sağlamak anlamına gelir; tıpkı Tanrının bizim geleneğimizde sıklıkla anlaşıldığı gibi. Kozmik düzen, kuşaksal düzen ve cinsel oluş düzeni bakımından yaşamı gözeten yasaya saygı duyulmadığı için Antigone tanrısal tatminin bu aşamasına ulaşamaz. O kendi yaşamının, sevgisinin tanrısal çiçeklenmesini bekliyordu. Fakat bu ancak onun yaşamını çevreleyenlerin bir gelişimiyle ve bunlara saygı duymanın, içinde bulunduğu dünyaya getirenlere şükranlarını sunmasının, erkek kardeşi için geçerli bir hatıranın güvencesini sağlamasının ardından gerçekleşebilir. Varoluşumuzun bu boyutlarına ilişkin yazılı olmayan yasaları dikkate almadan, ilahi oluşun başka bir seviyesini elde edemez. Antigone bunu bilir ve Polyneikes'in gömülmesini sağlamadan, nişanlısı Hernon için duyduğu arzuyu gerçekleştiremez. Bunda kör veya ergence bir tutku değil, aksine yaşama ilişkin yazılı olmayan yasalara dair geniş bir tefekkür vardır. Asıl, yaşama dair görevini ifa etmeden nişanlısıyla evlenmesi kör bir tutku olurdu. Böylesi yasalara olan saygısı özerk ve dişil dünyasını korur ve en azından Kreon'un temsil ettiği, ataerkil dünya içerisinde dayatılan düzenin sadece bir işlevi ya da rolü olmasını engeller. Antigone, yaşamı ve değerlerini savunduğu için Kreon'un kendi gücünde bulduğu keyfi kuralları kabul etmez ― bu esasen nihilist düzene doğru ilerler. Ölüm dürtüsüne tabi olmaktansa, daha önce de söylendiği gibi, canlı varlıkları ve meskenlerini korumak için çabalar. Yaşamak yerine hayatta kalmayı kabul etmez. Yaşamı, canlı varlıkları ve canlı dünyayı sever. Jean Anouilh bile, kendisinden çok anlamasa da, Antigone'nin, seher vaktinden önceki bahçe sevgisinden, daha önce başka kimse bakmadığı için ölümünün ardından köpeğine olacaklarla ilgili endişesinden, canlı varlıklara ışık ve sıcaklık veren güneşe olan sevgisinden, kral Kreon tarafından ölümle cezalandırılacağını bilmesine rağmen erkek kardeşini gömmek zorunda hissetmesinden söz eder. Güneş, hava gibi, yeryüzündeki canlı varlıkların meskeninin bir parçası olur ve Antigone onları korumak zorundadır. Özellikle hava ve güneş, kralın onu mahrum bırakacağı, yaşamaya en çok ihtiyaç duyduğu canlı dünyadır. Erkek, Antigone'nin yaşamasını sağlayan çevreleyenlerinden onu mahrum bırakmadan, onu tam olarak öldürmeden ve bedeninin gömülmesine karşı koymadan, yasa tarafından engellenmiş bir eylemden kaçınmaya çalışarak, alenen olmayacak bir şekilde onu öldürmeye çalışır. Bir bakıma bütün Batı ataerkil sistemimiz şuna karşılık gelir: Alenen cinayete yeltenmeden öldürmek, yani, yaşamamıza izin veren, bizi çevreleyen şeylerden bizi yavaş yavaş mahrum bırakarak, kirleterek, çevrenin, hayvanların ve insanların dengesini ve en son insanlığın kendisini yok ederek. Ve insanlar, sessizce sağ kalmalarını sürdürmesine izin vermeyen planetimizin bütün bir dengesizliği için beklemek yerine, kendi yaşamlarına katlanmayı tercih edebilirler. Biliyorsunuz ki bu olabilir, gerçekten olur da. Böylece insanlar, bize çoğunlukla yaşamın kendisini değil sadece sağ kalmayı sağlayan ataerkil düzen tarafından planlanmış bir ölümü umarlar. Sadece sağ kalınan böylesi bir duruma Antigone "hayır" der. Bu halde yaşam sevgisinden ya da ölmeyi arzulamaktan bahsedebilir miyiz? Gerçekten yaşamaktansa, her ne pahasına olursa olsun sağ kalmayı istemek ölmeyi istemek değil midir? Bu seçim Antigone' ye uygun değildir. Onun için en yüce değer yaşamdır. Hiçbir soyut ideal, hakikat ya da mutlak; başka hiçbir değer yaşamanın yerini tutamaz. Antigone dünyevi ikametinin ötesinde, başka bir dünyadaki başka bir yaşamı da beklemez. Yaşamı arzuladığı ve paylaştığı yer, daha sonrası veya mevcut meskeninin ötesinde değil, burası ve şimdidir. Sık sık iddia edildiği gibi, Antigone'nin ölü erkek kardeşine önem vermesinin nedeni bu ölümden belirli bir yarar sağlaması değildir. O, yaşamı muhafaza etmek ister. Antigone şunu ya da bunu değil, sadece yaşamayı, var olmayı ister. Antigone'nin mutlaklık arzusu olarak resmedilen, daha doğrusu kınanan şey, aksine, var olmak, yaşamak için duyduğu arzunun dışardan görünüşüdür. O, kendisi dışındaki bir mutlak adına değil, yaşamak için, var olmak için savaşır. Her canlı varlık yaşama sadık kaldığı sürece mutlaktır. Yaşam, kendisini birinin tutkusuna göndermesi üzerinden bir şeye veya bir gerçekliğe dönüştürene değil, kendisini bir bütün olarak tutana gereksinim duyar. Antigone'nin kendisinin dışındaki her şeyi önce kendisi için istediği ya da ölmeyi arzuladığı doğru değildir. O canlı bir varlık olarak bir bütün olmayı ister ve eğer bütün olmayı bırakırsa öyle ya da böyle ölecektir. Şimdi ölmeyi değil, yaşamayı arzular. Var olmak ve canlı bir varlık olmayı sürdürmek bir şeye veya başkalarına sahip olmayı değil, fakat daha çok bir şahsiyet olmayı gerektirir. ― Kuşak Düzeni İçin Saygı... Canlı bir varlık olarak şahsiyet olmak, bizi çevreleyen bir dünyaya gerek duyar; hava, su olmadan, bunun yanı sıra güneşin ışık ve sıcaklığı ve toprağın verimliliği olmadan da bu mümkün değildir. Canlı olmak sınırları gerektirir. Sınırlarsa, yaşamı çevreleyen diğer şeylerin içerisinde, yaşamın kendisinin zorunlulukları ve özellikle kendi türünden olan diğer canlı varlıklarla ilişkiler tarafından sağlanır. İnsanlar arasındaki ilişkisel sınır, soykütük ve cinsel oluş farklılığıyla sağlanır. Soykütük burada alışık olduğumuzdan daha farklı bir anlama sahiptir. Biz genellikle soykütüğünü, özellikle, ancak sadece değil, ailenin organizasyonunu gözeterek ataerkil geleneğin ufkunun sınırları içerisinde anlıyoruz. Antigone'nin trajedisinin esas nedeni ve bu trajedinin öğretilerinden biri, ataerkil düzenin keyfi ve baskıcı bir tavırda kurulmuş olduğudur. Anne ve baba tarafının soykütükleri, aralarında bir ortaklık oluşturmak yerine, biri diğerinin yerini almaya çalışmıştır. Yine de, her biri belli şekillerde ve belli değerlerle kültüre katkı sağlar. Anneye ait soykütük yaşamın, kuşağın, gelişmenin değerlerini destekler. Din düzeninden açık bir şekilde ayırt edilememiş olan sivil düzenin yazılı olmayan kurallarına dayalıdır. Ataerkilliğin yaptığı gibi, aileye mutlak bir önem atfetmez. Kız çocukları ve en genç erkek çocuk mirasçı olarak ayrıcalıklıdır. Bu ayrıcalık, malların, görevlerin veya adların mirası bakımından değil, oluşun devamlılığı bakımından temellendirilmiştir. Antigone'nin, Kreon'un keyfi bir güç, keyfi kurallar ve söylemlerle yok etmeye, ortadan kaldırmaya çalıştığı anaerkil bir düzene veya kültüre sadık kalmaya çalıştığı açıktır. Yaşamın kendisi için olan endişesinin yanında Antigone, baba tarafındaki bir soykütüğün varis gücü olduğu için değil, "annesinin evladı" olmasından ötürü en genç erkek kardeşini önemser. Diğer şeyler, anneye ait soykütüğünün değerlerine tanıklık eder: şüphesiz bu, koronun ve kahinin kelimeleriyle, fakat bunun yanı sıra trajedide alışık olunmayan bir başlangıçla, dahası anne tarafına ait değerlere sadık kalmak veya Kreon'un gücüne itaat etmek arasındaki ikilemin, iki kız kardeş arasında geçen sohbetle gözler önüne serilmesiyle olur. Burada fark ettiğimiz başka bir ilginç şey de, değiş-tokuşlarında, başlarda farklı şekillerde olsa da aynı bütün içerisinde iki kısımlı olmayı ifade etmek için kullanılan bir Yunan fiil biçimi olan orta-pasifin, iki geleneğin, iki soykütüğünün birbirinden ayrıştırılmalarının ardından ortadan kaybolmasıdır. Anneye ait düzenin bastırılmasının doğruluğunu ortaya koyan neden, böylesi bir gelenekte ensest ilişkinin yaygın olmasıdır. Ben, buna özellikle inanmıyorum. Dahası, ensestin genelleştirilmiş uygulaması, etiğiyle ünlü ve anne olan herkes için aşikar olan anneye ait bu düzenin yazılı olmayan kurallarının aşağılanmasının ortaya çıkışının ardından gerçekleşir. Bundan sonrasında olabilecek şey ataerkil bir güç tarafından düzenlenmiş ailenin dışında bir aşktır. Hera'dan daha saygıdeğer bir tanrıça olan Afrodit, yeni aile kurumuna hapsedilen aşk anlayışına direnir; buna karşın, Afrodit'e güçlükle katlanan Hera ise, ataerkil aileyi yönetir. Amigone'nin trajedisinde koro, arzu ve aşk adına ataerkil aileyi ayırabilecek, dünyayı yöneten ustaların yanı başındaki bir tanrıça olarak Afrodit'e atıfta bulunur. Afrodit'e yapılan bu dualar ve övgüler, Hernon'un aşkı, arzuladığı sevgilisi bakire Antigone için babası Kreon'a karşı isyanının ardından gerçekleşir. Koroya göre Afrodit, Antigone ve Hernon'nun ölümüne rağmen, bu trajedideki kanlı mücadelenin galibidir, çünkü arzu ve aşk, yeni kurumsal yasaklamalara itaat etmelerini isteyen güce karşı galip gelmiştir. Aslında Afrodit, anneye ait gelenekte olduğu gibi, en azından kökensel olarak etik bir düzene saygı duyar. Arzu ve aşk, aşk olarak arzu, dolayısıyla dünyanın yönetiminde söz sahibi olan büyük yasaların yanında bazı yasalara itaat eder. Antigone'nin yaşadığı trajedinin nedeni olabilecek olan ensest, anneye ait düzenden veya Afrodit'in düzeninden kaynaklanmaz. Daha çok ataerkilliğin gerçek anlamda sorunlu kuruluşunun yol açtığı farklılaştırılamayan gerilemesinden ileri gelir. Dolayısıyla anne, kimliğini, sevgililer de farklarını kaybeder. Benim bildiğim kadarıyla, Oedipus'un ensesti ne eşsiz, ne de tektir. Başlangıçtan ziyade kültürle beraber beliren bir figürü ya da bir karakteri temsil eder. Çünkü erkek, anneye ait ve dişil kimliği ve değerleri yok etmek ister, bir fark eksikliğinin içine ve kendi kökeni ve çekicilikleri bakımından kaosa geri çekilir. Mantığıyla inşa ettiği dünya, yönetmeye niyetlendiği kendine özgü doğal dünyaya paraleldir. Fakat doğa olduğu ve eril kültür tarafından hükmedildiği iddia edilen bu doğa arasındaki ayrışma, artık yaşayan bir gerçeğe ve onun gelişimine karşılık gelmeyen, erkeğin olduğu gerçekten başlayan iki yapay ve bazı bakımlardan nötr bir evrenle sonuçlanır. Ensest, demek ki, başlangıç evresine giden nostaljik bir gerileme ve bu tarzda hareketlere eşlik eden bütün ikilemlerle bu başlangıç evresinde doğmayı hedefleyen bir kültür olarak anlaşılabilir. Kendi varoluşuna bir kimlik atama ihtimalini hesaba katmayan erkek, kimliğini farktan yoksun iki dünya üzerinden doğrulamaya devam eder, çünkü ikisini de anneye ait ve dişil farklılığı yok etmesinin ardından üretmiştir. Erkeğin arayışı, onu ensest bir gerilemeden, başkalarından sadece mal veya güç aracılığıyla ayrılan birindeki veya bir kişideki yansızlaştırmaya götürür; bu da bir bakıma doğrudan olmayan bir şekilde ensest bir davranışa karşılık gelir. Kendisinin ilk doğal kimliğinden ve meskeninden sürülmesi, kendi yarattığı dünyada erkeği kayıp ve kör bırakır. Böylesi bir körlük ona uymuş görünür. Kendi annesiyle seviştiğini öğrendikten sonra Oedipus, bundan böyle ilgisini çekenin kim olduğu üzerinde düşünmeyi öğrenmek yerine gözlerini kapatır. Hatasından, öteki algısındaki eksikliği sorumlu tutmayı ve değiştirmeyi öğrenmez; aksine, gözlerini yerinden oyarak hata yapma riskini attırmayı tercih eder. Görebilme kabiliyetine sahip olan birisi olmayı denemek yerine, körlüğünü ikiye katlar. Oedipus, annesine karşı duyduğu, kör bir dokunuşa karşılık gelen bu kör çekimden, huzur içindeki hala baskın olan pasif duygulanırnlardan ve farklılığın hala eksik olduğu anneye ait dünyayla paylaşılan kör bir dokunuşun cazibesinden vazgeçmeyi istemez. Görüşünü kaybedişinin ardından Antigone'nin Oedipus'un yol göstericisi olması sadece bir tesadüften ibaret değildir. Antigone babası ve sevgilisi arasındaki farklılığın farkındadır çünkü yaşamı ve kuşağı gözeten yasaya saygı duyar. Hemon'la evlenmeden önce yaşamla ilgili düzeni değerlendirmesi gerektiğini bilir. Önce yaşama, çevresine ve kuşakla ilgili koşullarına saygı duymadan, yaşamı onurlandırmadan arzusunu tatmin etmek, Antigone'nin etik dünyasına yakışmaz. ― Cinsel Oluş Farkı İçin Saygı... Ayrıca böylesi bir doğa birçok farklılığın doğmasına, gelişmesine ve çiçeklenmesine izin verir. Doğanın kendisi, ona hükmetmeye niyetlenen eril Batı geleneğinin öne sürdüğü gibi farklılıklardan yoksun değildir. Aksine doğada, erkek tarafından inşa edilen dünyadakinden çok daha fazla fark bulunur ve bu erken Yunan kültürünün saygı duymaya çabaladığından daha fazlasını gerektiren bir düzendir. Ayrıca, her biri kendi kökenine, gelişimine ve serpilmesine bağlılık gerektirdiğinden ve sadece nicel farklılıkları gözeten biricik bir dünyaya itaat ile tek tipleştirilmediğinden ötürü, doğal farklılıklar daha az hiyerarşiktir. İnsanlar, kendi doğal çevreleyenlerine saygılı kalmayı sürdürebildikleri sürece farklı varlıklar arasında yaşarlar. İnsan türü, iki aracılığıyla şekillendiği için, kendi içerisinde kendi farklılığını, farkını da içerir. Bu ikiliği tamamen kullanabilmek özellikle insana özgü değildir, oysa doğanın kendisinde içerilmiş olan bir aşkınlığın yerini farklılaştırmak tam olarak insanoğluna uygun görünüyor. İnsani farklılığın görüldüğü yer, kız ve erkek kardeş arasındadır. Geleneğimizde erkek kendisini anneye ait dünyadan veya polisin, devletin tekil bir yansızlığından yeterince farklılaştırmaz, farklı bulmaz. Zevce ve koca, paradoksal olarak, farklı kimlikleri değil, üreyici ve ailevi sorumluluklarındaki farklı işlevleri aracılığıyla ayırt edilirler. Onlar doğanın hizmetindedirler, fakat yalnızca insan türünün hayatta kalması açısından. Cinsel oluş kimliği geleneksel aile yapımızda çiftin belirlediği bir şey değildir. Belki Hegel kısmen de olsa bu konuda yanılmıştır. O, kendisini bir koca olarak bulunduğu aile karşısında konumlandırmak yerine, bir oğul olarak ilksel ailesinin ufku içerisinde kalır. Aslında bu aile muhtemelen henüz var olmamıştır ve muhtemelen bugün de mevcut değildir. Hegel, tıpkı Sophokles'in kendi trajedisinde yanıldığı gibi ― fakat başka bir niyetle ― erkekte, Kreon ve Oedipus, kadında, Antigone ve İsmene'yi birer cinsel oluş kimliği olarak değil de, sadece cinsel işlevleri ve rolleriyle beraber hesaba katarak yanılmıştır. Erkeği gerçek bir cinsel oluş kimliği olmadan politik bir role yerleştirir, dolayısıyla Kreon kendi eril kimliğini, aşkınlık ve içkinlikle belirgin bir ilişkisi olan kendi kimliğiyle değil, keyfi bir düzen üzerinden onaylar. Bir bakıma, Kreon, Oedipus gibi hadımdır, ama farklı bir minvalde. Her ikisi de anneye ait dünyadan fark eksikliğini oluşturmak için cinsel oluş kimliklerini kurban etmişlerdir: bilhassa kadın düşmanlığı üzerinden, onun içine karışmak veya ona isyan ederek. Fakat bütün bunlar bir kişinin kendi kimliğine ulaşması ve onu tamamlaması için yeterli değildir. Antigone cinsel oluş kimliğinin var olduğuna ve ona saygı duyulması gerektiğine şahitlik eden tek kişidir. Ve eğer kuşak düzenini savunuyorsa bu ayrıca kuşak düzeninin, cinsel oluş kimliğinin var olmasına izin verdiğindendir. Bu kuşak düzeni, anne ve baba olmaya yazgılı olan karı ve koca arasında değildir. Fakat doğal ya da yapay bir farklılaştırılamayanın sonucu olsun olmasın, ortaya çıktığı alanı ne anne ne de babanın temsil edemeyeceği, eşsiz ve tarafsız bir kökende, kız kardeş ve erkek kardeş arasındadır. Kız kardeş ve erkek kardeş arasındaki soykütük, beden bakımından cinsel oluş kimliğinin aşkınlığının görünümü olan iki farklı ufki kimliğin kuşağı olur. Doğal aidiyetimiz, demek ki, insanlar da dahil olmak üzere bütün canlı varlıklar karşısında yalnız maddi aidiyetimize veya farksızlığımıza bir aşkınlık sağlar. Bundan böyle kültüre ulaşmak adına doğal kökenimizi bastırmamıza gerek kalmaz. Doğal kökenimizin kültürel bir ufukla bize sağladığı cinsel oluş kimliğimizin aşkınlığı yalnızca bedensel bir kimlik değil fakat aynı zamanda kültürel bir kimliktir de, çünkü kadın ve erkek için farklı bir dünya yaratır. Polyneikes'in gömülmesi, Antigone açısından, yalnızca ölümün dünyası olarak aşkın bir dünyanın muhafaza edilmesine değil, fakat ilk olarak kendisininkinden farklı bir kimliği olan erkek kardeşinin dünyasının muhafaza edilmesine karşılık gelir. Bu öteki dünya görünmezliğini sürdürür: içinde görmenin mümkün olmadığı bir ufku sınırlandırır. Bu yalnızca gecede veya yeraltında olduğu anlamına gelmez fakat aynı cinsel oluş kimliğine ait olmayanın görülme, anlaşılma ve ikame edilme becerisine indirgenemezliğini sürdürdüğü anlamına da gelir. Şüphesiz farklılığın maddi bazı işaretlerini kavramak mümkündür, örneğin cinsel organlar, fakat bunların özneler veya öznelliklerinin inşası için anlamlı bir örnek teşkil etmez. Dünyanın cinsel oluştaki bir özne tarafından şekillendirilme ve örgütlenme tarzı, kadın veya erkek bir öznenin, başka bir cinsi veya kendi dünyasını inşa etme tarzına indirgenemez. İkisinden hiçbiri diğerinin gerçekten ikamet ettiği dünyayı kavrayamaz, bu dünya kadına veya erkeğe daima aşkın kalmayı sürdürür. Bu aşkınlığın tanınması insanlığın ayrıştırılamayandan çıkmasına ve ilişkisel bir kültürel dünyaya girmesine izin verir. İki farklı cinsel oluş kimliği arasında var olan veya var olması gereken bu aşkın boyut, kültürel bir düzenle beraber, insanlığın, bilhassa anneden gelen köklerle olan çözülemeyen ilişkiden doğan her türlü ensest ve anneye ait dünya bakımından ayrıştırılamayanın içine geri düşmekten ve içine karışmaktan korumaya muktedirdir. Böylesi bir aşkınlık ilk önce kız kardeş ve erkek kardeş arasında ortaya çıkar. Onu kavramak ve ona saygı duymak Antigone'nin jestine sadık, mitinin Tarihe geçmesine katkı sağlayan başka bir kültürel döneme girmemize izin verir. Ötekinin dünyasının aşkınlığının algılanması ― cinsel oluştaki ötekiden başlayarak, en temel olan, evrensel ve indirgenemez ötekine karşılık gelir ― tek başına bir kaygı ve kuruluş dünyasından ilişkisel bir gelişme ve kültür dünyasına geçmemize izin vererek, birin kendi dünyasının sınırlarını tanımlar. Tek başına bir dünya her zaman doğal bir dolaysızlık içinde kalır. Ve bizim Batı kültürümüz, doğal dolaysızlık düzeyinde başı çeker çünkü cinsel oluş veçheleri ve etkisinin farklı bir cinsel oluş öznesi tarafından sorun konusu edilmeyen birin ve aynı öznenin farkına varılmasına ve hazırlanmasına dayanır. Bu yeni bir sorgulamadır ve kültürümüzde hala iş başında olan doğal bir dolayımsızlığın gelişiminden başlayarak bizi, kadının ve erkeğin lehinde yeni bir çağa girmeye zorlar. Elbette ortada farklı anlık algılarımız ve duygularımız adına birbirimizle çatışmaya girmekle ve sadece doğal bir aidiyete geri dönmekle ilgili bir mesele yoktur. Bu bizi kişisel ve toplumsal bozulmaya götürür. Bu süreç, eril ve dişil kimlikler karşıtlık ve çatışmalara varan tekil bir kimliğin iki parçasına karşılık gelmediği için, herhangi bir şeyle sonuçlanmayan, ötekiler arası cinsiyet savaşına gider. Eril ve dişil kimlikler, iki role, işleve veya karaktere değil, bir başkasına indirgenemeyen iki farklı dünyaya karşılık gelir. Farklılık içindeki ilişkileri aracılığıyla, bire ya da ötekine ait olmayan, fakat iki tarafından aralarındaki farklılıktan türeyen bir üçüncü dünya üzerinde durmak zorundadırlar. Hegel'in aksine, sorun ikiyi bire indirgemek değil, fakat ikiden yola çıkarak, doğal aidiyetleri yok edilmemiş veya tarafsızlaştırılmamış, ama geliştirilmiş bir üçüncüyü meydana getirmektir. İki farklı dünyanın farklılıklarını çözmek, yok etmek ya da aşmak için birbirlerine karşıt olmaları gerekmez, fakat farklı aidiyetlerinin üretkenliğini hesaba katarak, yeni bir dünya oluşturma hedeflerinin etik meşguliyetlerinde bütünleşmeleri gerekir. Bir başka deyişle, cinsel oluş kimlikler, ilişkisel bir kültürün ve göz ardı edilemeyecek özelliklerinin meydana getirilmesi için göz önünde bulundurulması gerekir ki, böylece farkında olmadan bizim hakikat üzerine çalışmalarımızda ve uygulamalarımızda görev almayı sürdürebilsin. ― Aşılamayan Bir Trajedi... Cinsel oluş aidiyetlerimiz daima, kısmen de olsa trajediyi içerir. Her birimiz kendi kimliğinin hakikatinin tek başına somut bir örneğidir ve onu Tarihin içine getirmek daima trajik bir jest olmayı sürdürecektir, çünkü cinsel oluş arzumuz Tarih sınırlı ve insaniyken mutlak ve sonsuz için özlem duyar. Üstelik cinsel oluş hakikati ikilidir ve ikili olmayı sürdürmek zorundadır; her biri öteki bakımından, birin cinsel oluş kaderi bakımından tek başına tamamlanmak zorundadır. Ki bu kader, dünyaya sadece anonim bir beden olarak gelrnekten daha yüksektedir. Cinsel oluş kimliğini cinsel çekimden ayırmak da Antigone'nin etiğinin tanıklık ettiği trajik bir zorunluluğu içerir. Sevgilisiyle evlenmeden önce erkek kardeşinin cinsel oluş aşkınlığını tanımaya gerek duyar. Polyneikes'in gömülmesini sağlamak, erkek kardeşinin cinsel oluş aidiyetini, ölümünün ötesindeki bir statüyü, bir başkasının ölümsüz diyebileceği bir devamlılığı güvence altına almayı işaret eder. Bu, erkek kardeşini, kendisininkiyle, herhangi birininkiyle aynı, sadece bir beden olarak var olmaktan ve basit yansız bir role veya işleve hapsolmuş olmaktan koruyabilmek için gereklidir; işte bu, hepimizin önünde Kreon ve İsrnene için bekleyen, yeni Batı kültürünün inşa ettiği kaderdir. Bu, bizi daima gerçek farklılıklarımızla bir araya gelmekten ve eğlenmekten alıkoyan, farklılığımızın bir halk yapısalcılığı tarafından yok edilmesi anlamına gelir. Neyse ki Antigone daha sonra başlayacak olan insani kimliğimizin çürümesine direnir. Hegel, diğer metinlerinden ziyade Tinin Fenomenolojisi'nde Antigone'nin misyonunun İsa'nınkinden yukarıda olup olmadığını sorgular. Bu yersiz bir soru değildir. İnsan ve ilahi olan arasındaki kutuplaştırıcı yorumlar ne olursa olsun, Antigone, sivil ve dini yükümlülükleri birbirinden ayırmayan yasaları savunur. Elbette bu, bir köktencilik formu anlamına gelmez, çünkü köktencilik doğal olarak sosyolojiktir. Sivil ve dini yükümlülük, Antigone'nin bakış açısında, annesinin oğlundan, erkek kardeşinden başlayarak kendisini aşan bir aşkın varlık olarak başkası için, birbiriyle iç içe geçmiştir. Tekillikten çoğulluğa geçmek sıklıkla bizi olumsuzlamaya, aslında aramızdaki cinsel oluş farklılığının önemini unutmaya götürür. Bir farklılık ki, ilk başta ve her zaman sınırları belirlenmiştir, şimdi ve burada aramızdakiyle ilişkilenerek, doğal bir dolaysızlıktan, kültürel bir aşkınlığa geçtiğimizde bir çeşit ölüm getiren iki farklı aidiyet arasında gerçekleşir. Bu aşkınlık evrenseldir ve dünya üzerindeki bütün insanlar tarafından paylaşılabilir. Bunun için doğanın kendisinde içerilmiş olan yazılı olmayan yasaları dinlemek yeterlidir: yaşama, oluşa ve çiçeklenmeye ve aramızdaki aşkın cinsel oluş farklılığına saygı duymak yeterlidir. Her şeyden önce, bu dünyada veya ahirette az ya da çok bizi bölen, yapay toplumsal yapılar olmadan, aynı anneden gelen, fakat daha genel olarak doğa anamızdan olan insan türünün bütün çocuklarına saygı duymak yeterlidir. (
Başlangıçta Kadın Vardı
Başlangıçta Kadın Vardı
(Sf.107-127) /
Luce Irigaray
Luce Irigaray
) Sabrınız ve azminiz için çok çok teşekkür ederim. İkisini de mutlaka okuyun;
Başlangıçta Kadın Vardı
Başlangıçta Kadın Vardı
,
Antigone
Antigone
. Keyifli okumalar dilerim.
Antigone
AntigoneSophokles · Kültür Bakanlığı Yayınları · 19934,691 okunma
··
4.962 görüntüleme
Serdal okurunun profil resmi
kitap bu kadar uzun değil yahu:) Bu incelemenizi okuyanların kendilerini 1 kitap okumuş olarak değerlendirmeleri gerekir:) Kaleminize sağlık efendim, güzel incelemeniz ve kıymetli yorumlarınız için..
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.