"Hayat-ı beşere âid ilimleri, mesela tıp ilmini öğrenmek farz-ı kifaye mi?"
"Evet" dedim
"Bunun istinad ettiği ilimler de farz-ı kifaye olur mu?
"Evet"
"Cemiyet hayatına âid ilimler, fenler, meselâ en basiti lüks olmayan mensucat imilini öğrenmek ve dokumak farz-i kifaye mi?
"Evet öyle olması lazım. Gazâli öyle söylüyor."
"Ya müdafa'a vesaiti? Mesela balistik ilmi ve bu ilmin istinad ettiği yüksek riyazi, fizik, kimya, makine ilimleri farz kifaye mi?"
"Evet."
"Senin mesleğin olan hey'et ilmine [astronomi] istinad ettiği ilimlerle beraber farz-ı kifaye demez misin?"
"Evet, derim."
"Ey, farz-ı kifayenin hükmü ise ihtiyaç mevcut olduğu takdirde farziyyetin herkese şamil olması değil mi?"
"Öyle."
"Peki, din ilimlerinin zaruri olan hacet mikdarından ilerisi, yâni din alimi olmak da farz-1 kifaye değil mi?"
"Evet öyle."
"Öyle ise, yüzlerce din alimine karşı memleketin bir hekimi yok iken, din alimi olmanın farz-ı kifayeliği kalmadığı, fakat bir tabib yetiştirmenin farz-i ayin (kesin emir] olduğu zamanlarda niçin medrese farzın ifasına koşmamıştır? Acaba ulemâ sınıfı bu gibi dini emirlere kulak assalardı, başımıza bu haller gelir miydi? Müslümanlık bu za'fa uğrar mıydı? Bu vazivet maskaralık değil de nedir? Gazali'nin haykırmasına niçin kulak verilmedi?"