Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

189 syf.
·
Puan vermedi
Aylak olun aylak aylak :)
Çarpıcı bir kitap diyebilirim. Çünkü gerçekten etkileyici. Kitabın ilk bölümü Erasmus'u hatırlattı bana. Deliliğe övgü kitabında Erasmus da benzer şeyleri dile getirmişti sanki. Ana fark ise Erasmus 'cahilliği' öne sürerken Russell aylaklıktan dem vurmuştur. Russell fazla çalışmanın gerekli verimi beraberinde getirmedigini dile getiriyor eserinde. Günlük ihtiyaçlar için günde 4 saat çalışmanın dahi yeteri olacağı kanısında. Günümüz şartlarında bunun biraz zor olduğunu söyleyebiliriz. Tabi ki de biz söyleyebiliriz. Oysaki Russell bir sistem eleştirisi geliştirmekte aynı zamanda. Ona göre tüm bu çalışma saatleri, düşüncesi tepedekilerin bir kurgusundan ibaret. Çalışan insan düşünemez mantığıyla hareket edip teee eski Yunan medeniyetine dahi götürüyor bizi. Hani felsefe niye yunan medeniyetinde başlamıştır deriz ya o mesele. Çünkü refah düzeyi yüksek olduğu için insanlar düşünmeye vakit ayirabiliyorlardi. Russell da buna bir nevi göndermede bulunarak gunumuz sisteminin insanları düşünmekten alıkoyduğunu dile getirir. Ve amacsal düzeyde hem de. Günlük 4 saat çalışma yapıldıktan sonra insanların geri kalan vakitleri olumsuz şeylerle geçirmesine de karşı aynı zamanda. Bilginin doğasına atıfta bulunan yazar madalyonun iki yüzünu de bize göstermeye çalışmıştır. Evet bilgi güzeldir. Ama nasıl bilgi. Modern bilgi alanına değinen yazar bu bilginin ayni zamanda çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğini dile getirmekte. Tip alanında ilerliyoruz, güzel makineler ve otomobillerimiz var ve bilimsel bilgi gün geçtikçe daha da ilerliyor vaziyette. Modern bilgi dediğimiz bilimsel bilgi aynı zamanda gaz odalarını atom bombasının yapımını da bize göstermiştir. Hal böyle olunca yazar bilginin nasıl kullanılması gerektiğini de söylemiştir. Bu gelecek kuşaklar için bir uyarı mahiyetinde de değerlendirilebilir pekâlaâ. Bu yüzden kaliteli bir eğitim sistemi ve alt yapısına sahip olunması gerektiğini söyler. Ancak bu şekilde bilgi 'yararlı bilgi' olur der. Medeniyet tarihi boyunca insanlar yaşamlarını idame ettirebilmek için çeşitli yapılar kurmuşlardir ve bu ihtiyaçtan ötürü de mimarlık gibi sanatlar ortaya çıkmıştır. Yazara göre mimarlık iki yönden ele alınabilir. Bunların ilki barınma diğeri siyasi güç ya da şatafat ya da buna benzer birsey. Siyasi güç gösterisi bakımından mimarlığın orta çağda din eksenli olduğunu dile getirirken askeri etkinin oldukça az olduğunu söyler. Çünkü askeri amaçlı yapılan yapılara baktığımızda gözümuze güzel görünecek yapıların nadir olduğunu görecegiz der yazar. Amaç savunma ve sağlamlık olunca sanatın böylesi yapılarda olması gereksinim olarak düşünülemez der. Oysaki din ve ticaret endeksli yapılan yapılar göz alıcı olup sanatla suslenmistir der. Ortacagdaki katedrallere baktığımızda yazara hak vermemek elde değil. Mimari yapının toplumsal ilişkileri de düzenlediğini ya da değiştirdiğini de dile getirir aynı zamanda. Özellikle kadınların yaşam biçiminin şekillenmesinde mimarinin oldukça önemli olduğunu söyler. Russell çalışmayan kadınlarin ev hanımı olduğunu ve 'müstakil' diye tabir edilen evlere tıkıldığını söyler. Bu şekilde kadın gelişimini tam olarak tamamlayamamakta hatta ve hatta bazen zarar vermektedir (kendisine ve çocuklarına). İs hayatına katılamayan kadın sürekli çocuklarla ilgilendiğinden her şeyi üstlenmiş duruma gelmektedir. Yeri geldiği zaman temizlikçi yeri geldiği zaman aşçı konumunda bulundugu için aslında yüklendiği hiç bir işte uzmanlasamamakta ve bu durum aynı zamanda kendisi ve çocuklarını yıpratmatadir. Mimari yapılar konusunda biraz ütopik bir yaklaşımı var. Ortak mutfak binalar arası anaokulu güney tarafı güneşe bakmalı vs vs gibi örneklere olması gerekn yapıları kendisince șematize etmiştir. Metalarin aşırı degerlestirilmesi yeri geldikçe insan hayatının önüne geçmesi yazar tarafından eleştirilmistir. Coğrafi kesiflerle birlikte hızlanma eğilimi gösteren sanayi devriminin insani değerleri olumsuz etkilediğini düşünüyor Russell. Özelde altın üzerine değinen yazar bu yüzden ulusların aşırı rekabet arayışına girdiğini söylemekte ve güçlü olanın da zayıfı ezdigini söyler. İspanyol İngiliz Hollanda Portekiz vs vs ülkeleri yüzünde afrika ülkelerinin fakirlestigini dile getirir. İktisadi görüşlerini dile getirirken tarihi olaylara da yer vermiştir. Ülkelerin karşılıklı olarak pozisyonlarını değerlendirmiş yeri yer yer eleştiride bulunmuştur. Tarihsel konuları biraz özel olarak ele alsa da ekonomi pratiği konusunda genel fikirlerini görmekteyiz Russell'ın. Kapital sistem eleştirisinde bulunan Russell bu sistemin kamu yararına olduğunu düşünmez. Aksine bu sistem kamuya zarar vermekte ve yok etmektedir. Hele ki sistemin bir azınlığın elinde olmasına ve bu azınlığın dilediği gibi hareket etmesinin faciaya yol açacağını dile getirir. Faşizmin baba soyu... Böylesi düşünürlerin faşizmi çok daha iyi anladığını düşünürüm hep. Faşizm denilince aklımiza hep kötülük gelir lakin analiz etmekten geri duruyoruz çoğu kez. Kıta Avrupa'sinda faşizmin yükselişini ele alan düşünür örneklerle açıklamaya gitmiştir. İngiltere'de Cromweel Almanyada Hitler İtalya mussoli vs vs. İdeolojilerin bu tür yonelimleri ortaya çıkardığını dile getirir. Ama öbür yandan da bazı düşünürlerin bazı düşüncelerinden dolayı da yargilanmamasi gerektiğini dile getirir. Nietzsche ve Nazızm bağdaştirmasini duymuşsunuzdur. Hitlerin ideolojisini Nietzsche gibi düşünürlerin ideolojilerine entegre ettiği dile getirilir. Hatta Nazızm ideolojisini direk Nietzsche ye bağlayanlar dahi var. Russell buna karşı çıkar ve Nietzsche söylemlerinin çarpıtıldıgını söyler. Russell düşünsel olarak faşizm ve komünizme karşıt bir kişidir. Zaten kendisi de bunu bizzat dile getirir. Lakin faşizm ve komünizm arasında bir taraf tutulacaksa elbette ki komünizm daha iyidir der. En azından komünizmin amacsal yönelimi teoride olsa bile daha insancıl olduğunu söyler. Oysaki faşizm baştan aşağı antidemokratik olup kabullenilmemesi gereken bir sistemdir ona göre. Avrupa ülkeleri ve Amerikanin faşizmi uygulama şansı daha fazladir diyor sanırım yanlış anlamadıysam. Daha uygun bir zemin gibi bisey sanki. Ama ne kadar uygun olsa bile bu asla gerçekleşmeyecek biseydir der. Kitabı okumaya devam ederken ister istemez Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi aklıma geliyor. Ve insanlık olarak en azından insanlığın çoğunluğu olarak Maslow piramidinin hala en alt kısmındayiz. Güvenlik, güvenlik, güvenlik.. Gelecek kaygısı ve belirsizliği insan düşüncesinde her zaman olduğunu dile getirir. İster işverende ister  işçide. Biri için olası iflas diğeri için işsizlik. Yarına yönelik güvensizligi hem işçi hem de işveren açısından değerlendirmiş Russell. Bundan dolayıdır ki uzun çalışma saatleri kendini baş gösterir. Uzun çalışma saatleri olunca üretim daha çok olur işveren mutlu olur, işçi de çok çalıştığı için daha çok ücret alır. Görünmez bir kabulleniş var işçi ve işveren arasında. Belki de çok çalışmaktan ilerleyemiyoruzdur. Çok çalışan insan sanat mi yapar bilim mi yapar. Hani felsefe niye Yunan kıyılarında ortaya çıkmıştır sorusu sorulur ya başat olarak. Mesele o herhalde. Cevap ekonomik refah.. E bizler de ekonomik refaha ulaşamadığımız için çalışmalarımızin  bizi sadece doyurdugu için ilerleyemiyoruz.. Kadınların iş gücüne dahili konusuna da değinen Russell ;kadınların (bazı) işsiz zenginler olduğunu dile getirir. Ona göre bu tür kadınlar genel olarak ikinci planda olup kocalarının mallarına endeksli bir hayat sürdürürler. Böylesi bir kitapta insanlık tarihindeki savaş olgusuna rastlamamak güç olacaktı sanırım. Günümuz sorunların başındaki savaş elbette ki çok eskilere dayanmakla birlikte günümüzde de etkisini sürdürmektedir ve sanırım sürdürecektir. Nitekim savaşın gerekli olduğunu savunan bazı düşünceler de yok değil. Russell savaşın başlangıç evresini iktisadi niteliğe bağlamıştır. Ona göre savaşların ana nedeni ekonomidir. Bu tespit kanaatimce çok doğrudur. Devamında ise savaşın başlangıç olarak kapitalizme bağlı olmadığını savunur ki bu çok daha ilginç bir durum. Pek çoğumuz adı konmasa bile savaşı kapital düzene endeksler. İktisadi düşünceler söz konusu ya olsa olsa neden kapitalizm deriz bizler de. Bu büyük bir yanilgidir. İnsan iradesi güç ister ve Nietzsche güç istenci derken bunu kastediyor sanırım aynı zamanda. Russell savaşı hanedanlar aradı rekabet olarak görür kıta Avrupa'sinda. Romalıların yaptığı savaşları ise bizzat generallerin macera anlayışına bağlar. Hun ve Moğol gibi kavimlerin savaş durumlarını ise gocebelige ve otlak bulma arayışına bağlar ki bu direk iktisadi bir durumdur. Bu örneklerde de anlayacağımiz üzere pek de sistemli bir kapitalizmden bahsetmek söz konusu olamaz. Savaşın komple bitmesi ya da bitirilmesi için ise ulaslararasi bir sosyalizm düşüncesine bağlar. Bu biraz ütopik bir yaklaşım. Açıkça söylemek gerekirse insan iradesinin soz konusu olduğu bir yerde sosyalizm daima tehdit altında olmakla birlikte genel olarak ütopya halini devam ettirecektir diye dusunuyorum. Savaşların son bulması için milliyetçilik olgusunun kısıtlanmasi gerektiği savunur ve ayrıca temelli bir iktisadi kalkınma ulaslararasi rekabeti (milliyetçiliği) azaltacağından ötürü savaşı engelleyebilecegini düşünür. Modernizmin insanları belirgin şekilde aynılaștırdığını dile getirir düşünür. Söyle bir düşününce gerçekten de günden güne farklılıklar azalıyor gibi. Kültür endüstrisi mi diyelim kültürel emperyalizm mi diyelim bilemedim. Araplar kot pantolon bilmezlerdi mesela ama şimdi biliyorlar,giyiyorlar. Herkesin elinde bir AYFON telefon ve istagrama giriyor feysbuka takılıyor ve yutubeden müzik dinliyor. Pek tabi yazar bu tür şeyleri ele almış değil kitabında ama benzer düşünceler ve örnekler çoğaltılabilir. Genel olarak iklim ve insan üzerindeki etkilerinden bahsediyor düşünür. Norveç ile Sicilyali arasında tarımsal üretimde belirgin bir farklılık olacağını dile getiriyor. Diğer yandan amerikanın güneyi ile kuzeyi arasındaki insanların farklı olduğuna hiç katılmaz. Hani derler ya kuzeydekiler daha sert guneydekiler daha ılımlı vs vs. Heh işte kabul etmiyor sevgili düşünürumuz. Ona göre amerikadaki insanlar aynı. Modernizm onları aynılastirmis der. Çünkü esas mesele nasil daha fazla kazanabilirim anlayışı olmuştur. Nasıl daha fazla kazanırım anlayışını odağına alan güneyli de kuzeyli de aynılasmis olur der. E wala hak vermemek elde değil. Ve günümüzde tüm ülkelerde de geçerli diyebiliriz bu durum sanırım bence galiba herhalde... :) Öngörü bir düşünür için olmazsa olmazlardandir. Yetkin biri zamanı dışında gelecek zamanda olması muhtemel şeyleri de hesab eder. Pek tabi bunu yaparken de kivilcimlardan hareket ederek yapar aksi halde havadan almakla olmaz. Böcek ve mikroorganizma istilasına değinen yazar böylesi bir durumun insanların başına dert açacağına işaret eder. Lakin eldeki veriler (yaşadığı zamana ait) yeterli olmadığı için pek de üzerinde durmamış diyebiliriz. Jared Diamond un tüfek çelik mikrop kitabını okumuşsaniz mikrobun insanlık ve gelecek üzerindeki olası etkilerini daha iyi analiz edebilirsiniz kanaatimce. Evet böcekler ölsün bence de. Lanet pis böcükler :) bu arada gelecekteki besinlerimiz arasında olabilirler. O yüzden ölsünler. Böcek yiyeceğimize biz ölelim dünya onlara kalsın ne yapalım.. :) Güzel bir kitaptı. Okurken zevk aldım. İyi okumalar. Esenlikle...
Aylaklığa Övgü
Aylaklığa ÖvgüBertrand Russell · Cem Yayınevi · 20181,317 okunma
··
1.852 görüntüleme
Kaan okurunun profil resmi
Kalemine sağlık hocam, tekrar tekrar okunabilecek bir yazı olmuş.
Çekiçli feylesof okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Kaan hocam.. İlgi ve alakanız mutlu etti beni
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.