KARILAR KOĞUŞU..."Kişioğlu, ister fukara olsun, ister zampara, ister avara...Yeter ki madara olmasın, mert olsun!" der Kemal Tahir. Ve ömrü boyunca karşılaştığı en mert insanların, dava ve dam arkadaşları olduğunu da sözlerine ekler...
Yaşamı boyunca Kemalist ve demokrat bir duruş sergileyen Kemal Tahir, bu duruşuna bir de sosyalist dünya görüşünü ekleyince dönemin iktidarı tarafından affedilmez bir isim haline dönüşür...13 Haziran 1938 tarihinde, askeri isyana tahrik ve teşvik iddiasıyla 16 yıla hüküm giyer. Bu mahkumiyetin ana sebebi esasen bambaşka olsa da , bahanesi şu şekilde yansıtılır kamuoyuna; "Kitaplığında Mihail Şolohov'un Uyandırılmış Toprak, Sabahattin Ali'nin Hikayeler ve Nazım Hikmet'in Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı adlı kitaplarını bulundurmak ve bu çok sakıncalı kitapları Yavuz zırhlısında gedikli çavuş olan kardeşi Nuri Tahir aracılığı ile donanmaya sokmak..."
''Tan gazetesi yazı işleri müdürü Kemal Tahir , kitaplar vasıtasıyla fikri telkinlerde bulunduğu ve bu suretle maznunun, asker'i, isyana teşvik suçunu işlediğine tam vicdani kanaat hasıl edilmiştir. İstihsal edilmek istenen neticenin vehameti, takdiri şiddet sebebi addiyle, takdiren on altı yıl müddetle ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hidematı ammeden müebbeden mahrumiyetine karar verilmiştir... "
63 yıllık kısa yaşamının yaklaşık 13 yılını cezaevlerinde geçiren Kemal Tahir'in, bu süreçteki duraklarından biri Malatya idi. (1941-1944) Bu eserini de, Namuscular, Şeyh Süleyman Efendi, Küçük Balık, Kelleci Memet, Çıplak İnsanlar, Ankara Caddesi, Telgrafçı Abdürrahim Bey adlı metinleri gibi Malatya Cezaevi'nde kaleme almış ancak tasarı halinde kalmıştır. Ölümünden sonra eşi Semiha Hanım, meşhur sarı defterleri kurcalayarak, romanı günyüzüne çıkarmış ve gerekli düzenlemeler neticesinde bastırmıştır.
Roman olsun, öykü olsun, şiir olsun tüm Kemal Tahir eserlerinde başat tema, şahsi ideolojik fikirleridir. Bu fikirlerin şekillenerek metne aktarılmasında da, padişahlıktan cumhuriyete geçiş sürecinin, ülkemizde yarattığı sosyolojik, siyasi, ekonomik ve kültürel dalgalanmaların önemi büyüktür. Karılar Koğuşu, yazarın yine ideolojik fikirlerini satırlarına empoze etmesi, çarpık düzeni, kokuşmuş bürokrasiyi, yozlaşmış ahlak sistemini, din tüccarlarını, sömürüyü, aşağılamayı, adaletsizliği, resmi prosedürlerin ağır ve yanlış işleyişini ortaya dökmesi, yer yer verdiği 2. Dünya Savaşı, Almanya, Sovyet detayları ve İnönü'nün savaş karşısındaki tavrı,
savaşa girilmemesine karşın, savaşın güçlü etkisiyle ülkemizde peyda olan fiyat artışları ve akabinde başgösteren yokluk, kıtlık gibi konuları ele alması bakımından da çok ama çok önemli bir roman.
Adından da anlaşılacağı üzere Karılar Koğuşu, bir hapishane romanı. Lakin alışılagelmiş emsallerinden farklı olarak bu kez ön planda kadın mahkumlar var. Her ne kadar odak figür koltuğunda İstanbullu Murat kimliği ile Kemal Tahir'in bizzat kendisi var gibi görünse de, esasen 2.Dünya Savaşı yıllarının Türkiyesini, şartlar gereği yoldan çıkmış, cinayet işlemiş, kötü olmak zorunda kalmış kadınları irdeliyor Kemal Tahir.. Murat, siyasi bir suç istinadı ile cezaevinde yatan, gardiyanından mahkumuna, odacısından müdürüne kadar herkese söz geçirebilen, hukuki, ahlaki, ilmi konular hakkında otorite sahibi, aydın ve Nâzım aşığı bir kişiliktir. Fiziki yapısının uygunluğundan ötürü, erkek ve kadın mahkumların, pencere, kapı ve bahçe gibi mekanlarda rahatça biraraya gelebilmeleri nedeni ile yazar, Malatya Cezaevi'ni romanına uzam olarak belirlemiştir.
Kadın karakterlerin en göze çarpanları, "Malatya genelevinin bir numaralı sermayesi" Tözey, aşığı ile bir olup kocasını öldüren idam mahkumu Hanım, acımasız, iffetsiz gardiyan Şefika, kaynanasını öldüren Sıdıka, İsmet İnönü'ye hakaretten hüküm giyen Hubuş ve annesi Gevre ile birlikte hapishanede yaşamını idame ettirmek zorunda kalan minik Kürt kızı Aduş...Kadın karakterlerin ekserisi vurgundur İstanbullu'ya lakin İstanbullu'nun bezi yoktur o taraklarda:
"Karılar koğuşu, bir sökük, bir düğme diktirmek, mendil ve çamaşır yıkatmak, yumurta pişirtmek, su istemek, hele Hanım idama mahkum edildi edileli, kapıyı her aralık buluşta, teselli etmek için hiç çekinmeden uğradığım bir yerdi."
Bu kadınların cezaevine düşme sebepleri, aldıkları cezalar, yönetime sunulan istidalar, içeride maruz kaldıkları olaylar, bu olaylar karşısında sergiledikleri tutumlar, diğer mahkum ve yetkililer ile olan iletişimleri ve çevrenin bu kadınlara bakış açısı, layığıyla psikolojik tahliller çerçevesinde okura sunulmuş. Eser, Anadolu kadınının cehaleti, ezilmişliği ve her anlamda "kötü kullanıma maruz'' cinsel bir obje olduğu hususunu ele alması bakımından hayli dikkat çekiyor. Dönemin iktidar mücadelesi, siyasi çalkalanmaları, ülkede cereyan eden faşizan aktiviteler gibi güncel olaylardan bihaber olan bu kadınların "dişilikleri" dışında elle tutulur bir özellikleri ne yazık ki mevcut değildir. Kimi okurlar çıkıp, yazarın kadınları alaşağı ettiğini ve hatta "abarttığını" iddia edecek olabilirler ki okuduğum birkaç yorumda buna denk geldim... Etmeyin efendim.. Kemal Tahir bu anlamda sonuna kadar haklıdır! Kadın olmak başlı başına bir zorluk iken, hele bir de bu misyonun doğu illerimizde, 1940'lı yıllarda üstlenildiği hesaba katılacak olursa taşlar yerine daha kolay oturacaktır. Kadınlar elbette hırsız, katil ve namussuz olarak doğmuyor lakin bölgede hüküm süren ataerkil aile yapısına dayanan cahiliye şartları onları suça itiyor...
Karılar Koğuşu, İstanbullu Murat karakterinin tuttuğu fener aracılığı ile karanlıktan sıyrılıp aydınlığa yol almış bir roman. Ancak bu aydınlık, okurun zihnini ışıtmıyor, yüreğini ısıtmıyor. Çünkü bu koğuş salt dram barındırıyor. İnsanın dramı kişiseldir ama bu dram kişiliğinden değil, toplumsallığından gelir. Bu bağlamda Kemal Tahir savına hak vermemek işten bile değil elbette: Bir romanın insansı olup olmadığını anlamak isterseniz dramatik olup olmadığına bakın. Dramatik olan her şey, ne kadar aykırı görünürse görünsün, yüzde yüz insandır, insansıdır.
Kadınlar Koğuşu'nun, örgüsüne hakim olan sosyolojik ve psikolojik unsurları haricinde, beni çok etkileyen bir diğer özelliği ise dili...Yazar, mensubu olduğu toplumcu gerçekçi edebiyata yakışır, halk ağzıyla daha da ötesi mahkum raconuyla oluşturmuş cümlelerini. Bir cezaevi romanının, içinde barındırdığı hırsız, esrarkeş, katil, kumarbaz, uçkur düşkünü, hayat kadını gibi karakterlerin konuşma biçimini birebir yansıtması gerektiğini savunur Kemal Tahir. Hatta bu konuda çok ciddi ve köklü çalışmalara imza atmıştır. 1800 kelime olarak tasarladığı ancak ölümü dolayısıyla tamamlayamadığı, hazırladığı mevcut 460 kelime ile yayımlanan bir Argo Sözlüğü vardır kendisinin. Onu salt bir romancı olarak tanıyan bilen tüm okurlara, edebi çalışmalarına da göz atmak için, Cengiz Yazoğlu'nun düzenleyip yayıma sunduğu Notlar serisini okumasını öneriyorum. Bahsettiğim sözlük ise Dil Dosyası adını taşıyan, serinin üçüncü kitabında yer almaktadır. Adembaba, arpacı, alafranga bebesi, bobstil, çarmakçur, fasulye yazmak, cimcozlamak, kayarto, mangız, zagon, kırçozlanmak, mannik ve toriği çalıştırmak, bu sözlükten aktarmak istediğim bazı kelimeler...
Kemal Tahir yazar da o kitapta sistem ve din eleştirisi olmaz mı peki? Hem de nasıl olur, buyrun İstanbullu Murat ile Hacı Abdullah'ın o zamanlar "sübyancı'', günümüz modern çağında" pedofili" olarak adlandırılan illet hakkında, Şeyh Osman Efendi gıyabında yaptıkları sohbetten minik bir kesit:
"-Rıza da onun kızlarının göbeğine ayeti kerime yazıyor. Hem parayla, hem de sırayla...Eskiden yalnız sırayla olurmuş. Ne halt edelim Hacı, zamparalık bize Peygamberimizden miras. Mübarek de karı dedin mi şuraya yatar da ölürmüş.
- Töbe de beyim, günah...
- Ölürmüş. On üç karısı varmış. Hazreti Ayşe Ana'mızı, kendisine yemek getirdiği sırada kucağına çekmiş de öpüvermiş.
O sıra Ayşe kaç yaşında bakalım, yedi yaşında...
- Töbe de...Vallaha dinden çıkıyorsun.
- Merak etme, çıkmam ... Yapan çıkmamış da, ben mi çıkacağım? "
Kendi adıma söylemem gerekirse, kitapların sinema uyarlamaları hiç hoşuma gitmez, kaç kere denediysem kitapların büyülerinin bozulduğuna şahitlik ettim. Amma velakin bu anlamda iki istisnam vardır ve birisi kesinlikle Karılar Koğuşu'dur. 1989 yılında kitabı okuyan ve henüz o vakitler akil insan olma şerefine nail olmayan(!) Kadir İnanır, kitaptan çok etkilenir, günlerce yemeden içmeden kesilir ve soluğu Halit Refiğ'in yanında alır. Bu eseri beraber film yapmayı teklif eder. Derken Halit Refiğ yönetmenliğinde, Türker İnanoğlu yapımcılığında, müziklerini Melih Kibar'ın yaptığı, başrollerini Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Perihan Savaş, Erol Taş ve Serra Yılmaz gibi oyuncuların üstlendiği nefis bir yapım çıkar ortaya...Laf olsun diye demiyorum bu nefisliği tabii, zira film 1990 yılı Altın Portakal Film Ödülleri Töreninde, en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini göğüslüyor. Muhteşem oyunculuğuna rağmen ne hikmetse ödüle değer bulunmayan tek kişi Kadir İnanır oluyor ve bunun hüzünle karışık esprisi yıllarca sürüyor beyaz perde arkasında: "Kadir İnanır ama durum inanılmaz!"
Kemal Tahir üzerine bir çalışma yaparken, memleketim de olması sebebiyle, romana mekan teşkil eden yerleri bizzat gözlemleme şansı bulmuştum. Kemal Tahir'in mahpusluk yıllarında yaklaşık 5 yaşında olan, cezaevinde Kemal amcasından Türkçe ve görgü kuralları dersleri alan, onun elinden şekerler yiyen ve artık 80 yaşını deviren Aduş kızın elinden, iki gözüm iki çeşme bir vaziyette gözlemeler bile yedim...Hayat kadını olarak eserde yer alan Tözey'in yaşayan akrabalarına ulaştım, asıl adı anlı şanlı Edibe Sultan...Her ne kadar ömrünü onursuz bir meslek uğruna çürütmüş görünse de özünde, ruhunda gerçekten mükemmel bir karakter. Eğitimini üstlendiği çocukların, yaptırdığı okulların, çeşmelerin, mezarların, doyurup giydirdiği yoksulların ve arkasında bıraktığı mirasın haddi hesabı yok. Ailesi ise benimle utana sıkıla, zor bela görüştü, icra ettiği meslekten ötürü büyükanneden saymıyorlar Tözey'i...Ama onun kazancı ile edinilmiş lüks evlerde, diğer gayrimenkullerden gelen kiralar sayesinde gayet lüks bir yaşamı pekala sürüyorlar.. Bu ne yaman çelişki anne!..
Vesselam, bu romanıyla Malatya ve çevresi bağlamında Türk toplumunun, hapishane yaşamının ve kadın mahkumiyetinin sosyo-psikolojik analizlerini okura sunan, köylü halkın içinde bulunduğu ahlaki zaafiyet etkisiyle, gelenek, görenek ve din gibi tabuları, değer yargılarını yok sayarak ya da lehlerine çevirerek, kadın kısmını nasıl "kıstırılmış bir hayvan" pozisyonuna evirdiği gerçeğine vurgu yapan Kemal Tahir, işin üstesinden gelmeyi yine başarmış.
Netice olarak...Kemal Tahir seviyorsak sebebi var elbette, bu sebebe nail olmak isterseniz, kitaplarına dokunmanız yeterli...
Yattığın yer incitmesin güzel adam, huzurla uyu...
Nâzım'dan Kemaline:
'Malatya' diyorum,
Senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.
...
Malatya'nın nesi meşhurdur,
yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,
suyu mu, havası mı?
Düşün ki hapishanesi hakkında bile fikrim yok.
Yalnız :
bir oda,
bir tek penceresi var :
çok yüksek olan tavana yakın.
Sen ordasın
dar ve uzun bir kavanozda küçük bir balık gibi...
Teşbihim hoşuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklısın Kemal Tahir,
emin ol ben de öyle,
muhakkak ki arslanız,
şaka etmiyorum
hatta daha dehşetli bir şey :
İnsanız...