Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sordum sarı çiçeğe...
Her çiçeğin ayrı bir sırrı, farklı bir devası vardı mesela. Bazıları benim ellerimdeki şifadan daha zengin sırlar taşıyorlardı. Ben bu tefekküre dalmışken uzaktan uzağa bir ses duydum. Biraz ilerledim. Kimsecikler yoktu. “Galiba yanıldım!” dedim içimden. Ama o sırada, sararmış otların arasında mini minnacık bir sarı nergis gözüme ilişti. Dalından kırılmış altın sarısı bir güzellik damlası. Muhtemelen bir tavşan yahut tekirin dişleriyle yaralanmıştı. Yaklaştım. Niyazabad’dan bu yana ellerimdeki şifayı hiç kullanmamıştım. Çok şükür buna ihtiyaç da olmamıştı. Nergisceğiz hayretle bakan bir gözü andırıyordu. Elimi uzatınca hal diliyle bana yarasını gösterdiğini hissettim. “Seni burada kim görecek ki bu kadar güzelsin?” diye geçirdim İçimden, “Seni buraya kim gönderdiyse o!” diye bir fısıltı duydum. Çevreme bakındım. Hayır hayır, elbette kimse yoktu. O halde şu çiçek miydi konuşan, şu sarı çiçeğin sesi miydi duyduğum? Sonra “Kendine gel Yunus; tenhalarda bunca başına buyruk dolaşırsan sesler duymaya başlarsın!” diye toparlandım. Aklıma bir soru takıldı: “Kadir Mevla’mın hikmeti, bu çiçek burada kimin işine yarayacak, kimin derdine şifa olacak ki?” Hayret, bu sefer duyduğum sesten emin idim. Konuşan aynı sarı çiçekti. Üstelik soruma bir soru ile karşılık veriyordu: “Derviş baba, yoksa sence bir ceylana göz olmak az şey midir?” Hastasını konuşturarak muayene eden bir hekim gibi hissettim kendimi. Besmele çektim, birkaç ayet okuyup avucuma nefes ettim. Ellerimi birbirine sürtüp yerden bir miktar nemli toprak aldım. Mataramdan bir damla su ile çamur eyledim ve Muhammed Mustafa’ya salavat ile sarı nergisin dalını ovalamaya başladım: “A beyazdan beyaz nakışlı güzeller güzeli, a kudretin ıtır damlası, yoksa benzin hastalıktan mı sararmıştır?” , “Ne sen sor derviş baba, ne ben söyleyeyim. Cılız gövdemde öyle büyük derdim var ki, ahım dağlar eritir. Sen erişmesen zikrim eksik kalacak, vakitsiz üzülecek, ölüverecektim.” “Size ölüm var mıdır?” “Ölümsüz yer var mıdır?” “Peki gözünde niçin yaştır?” “Çünkü bağrındaki yara baş, baştır!” Hayret etmiştim. Sarı çiçeğin sohbeti ne güzeldi. Yine sordum: “Siz çiçekler, kışın nerede olursunuz?” “Kışın hepimiz toprak oluruz” “Yaz bahar geldiğinde?” “Tekrar dirilir çiçek oluruz.” “Cehenneme yolunuz uğrar mı?” “Cennet, cehennem âdemoğlunadır ya!.. ” “Gül sizce ne ola ki?” “Gül Muhammed teridir!” “Peki, Adem’e ne dersin?” “Adem Muhammed’e nispet, binde birdir!” “Bunca güzel ve çeşit rengi bir kara topraktan mı alırsınız?” “O bizde yansımış, ayın nuru, güneşin ışığıdır!” “İşte dalını sağalttık, lakin yine neden boynunu eğersin?” “Derviş baba, boynumun eğriliği kalbimin Hakk’a doğruluğundan!..” “Sen Kâbe’yi gördün mü?” “Allah evidir ha?!” “Peki Sırat’ı gördün mü?” “Cümlenin yolunu sorarsın bana!..”
Kapı YayınlarıKitabı okudu
··
240 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.