Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

287 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Gaskell’ı yakmalı mı? Belki de Beauvoir’nın meşhur kitabının adına öykünüp böyle bir soruyla başlamak en iyisi Cranford’u konuşmak için. Cranford’u yalnızca domestik-etnografik bir roman olarak bağlamından bihaber okumamakla başlamalı işe. Sanayi Devrimi’ne ilk tepkiyi romantizmle veren İngiliz edebiyatı, Urgan’ın da “Hungry Forties” adıyla andığı 1840’lı yıllarda ilk tepkinin yetersizliğinden doğan “endüstriyel roman” çağına ev sahipliği yapacaktı. En bilinen eserleri ile Dickens’ın Zor Zamanlar’ı ve Charlotte Brontë’nin Shirley’sinin dahil olduğu bu toplumsal sorun romanları, sınıf bilincinin ve işçi sorunlarının farkındaydılar artık. Ancak bu edebiyat topluluğu, sınıfsal bir üstten bakışla, sendikal hareketi ve işçi sınıfını karikatürize ediyor ve ancak kendi “empati nesneleri” oldukları bir konumda dünyalarına kabul ediyordu. Bu "orta-üst sınıf ayrıcalıklı bakış"ı bilhassa Gaskell’ın ilk büyük başyapıtı olan Mary Barton’da kendini gösterirken aslında Cranford romanı çok daha farklı bir okumayı gerektiriyor. Gaskell, Cranford’la endüstriyel bir roman değil kendi sınırları içinde protofeminist bir anlatı yaratıyor. Konu ise bu sefer işçi sınıfı değil, kadınların statüsü ve toplumdaki yeri. Gaskell, taşra kadının günlük yaşantısını “erkeklerin burunlarını sokamadıkları” bir ütopyada, kendi deyimiyle "Amazon"ların iktidarında anlatırken ilk bakışta alabildiğine domestik bir fanteziye imza atıyor. Bir romandan çok dağınık epizodik hikâyelerden oluştuğunu söyleyebileceğimiz Cranford’u okurken başta sorduğumuz soru çınlıyor kulaklarımızda. Muhafazakar ve gelenekçi bir bakış açısı ile kadını “makbul” sınırlarda egemen kılan Gaskell’ı yakmalı mı? Gaskell aslında Cranford’da yarattığı bu domestik ütopya ile birinci dalga feminizmin önemli tartışma konularından olan “ayrı alanlar (kadının eve, erkeğin dışarıya ait olması)” teorisine şaşırtıcı bir cevap veriyor. Kendisinin Langham Place Hanımları adıyla anılan İngiltere’nin ilk feminist aktivist grubunda yer aldığı göz önüne alınırsa bu cevap beklenmedik değil elbette. Cranford kasabası, erkeklerin "vülger"liğinden uzak bir Viktoryen mikrokozmos yaratarak şu soruyu soruyor bize: Cinsiyetlere ait alanları ayırmak çatışmanın kökten çözümü olabilir mi? Bu noktada bu sakin taşra romanı kendinden beklenmedik cevapları her bölümde “iğneleyici bir asaletle” veriyor. Kadınların kendilerini hâkim zannettikleri, ancak sistematik olarak bebekleştirilip hayal dünyalarına hapsedildikleri, en ufak bir sarsıntının bu hastalıklı eksikliği açığa vurduğunu romanın kırılma noktalarında yaşanan olaylarla anlıyoruz. Cranfordlu kadınlar dış dünyadan gelecek en ufak darbede yörüngeden çıkan, erkekler dahil olmasa tekrara düşecek kasaba rutinlerine mahkûm edilen ve bu izolasyon sebebiyle erkekleri ve “getirilerini” ancak mistisizm ile açıklayabilen bir ilkelliğin kucağında bize şu cevabı haykırıyor aslında: Ayrı alanlar eril tahakkümü güçlendirmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Gaskell bize Cranford’un kurmaca dünyası karşısında erkeklerin gerçek dünyasını koyduğu bir anlatı sunarak erkeklerin dünyasında nasıl hayatta kalınabileceği soruyor aslında, cevabı da usulca veriyor: Cranford’ların yumuşak karnı patriyarka tarafından delinmeye mahkûmdur.
Cranford
CranfordElizabeth Gaskell · İletişim Yayınları · 2016144 okunma
·
384 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.